Ekonomi ve doğanın intikamı
Can Pulak
Giderek yoksullaşıyoruz. Karada, havada, denizde, malda, mülkte, cepte, cepkende hızla fakirliğe koşuyoruz.
Ekonomimiz pik yapıyor balonuna hepimiz gülümsüyoruz. Gülmekten başka çaremiz yok şimdilik. Aslında ağlanacak haldeyiz ama televizyonlarda iktidar sözcülerine kulak kabarttıkça, durumumuzun çok iyi olduğunu öğrenip, acaba siyasi hainlik mi yapıyoruz diye kuşkulanmıyor değiliz. Öyle ya, iktidar her eleştiriye ihanet, her eleştiri sahibine vatan haini damgası vuruyor. Öyle değil mi?
Ülkeyi yönetenlerin tuzları kuru. Betonla yaptıklarına baktıkça, haklı olarak gurur duyuyorlar. Üç-dört şerit modern yollar, gökdelenler, alt-üst geçitler, köprüler, tüneller, havaalanları, şehir hastaneleri filan fotoğraf olarak mükemmel. Ama fotoğrafı çevirip arkasına bakınca, ayağımızı yorganımıza göre uzatmadığımız için tamtakır bıraktığımız bir hazine, üzerinden geçmediğimiz yol ve köprülere, uçmadığımız havaalanlarına, yatmadığımız hastanelere ödediğimiz milyarlarca dolarlar çıkıyor karşımıza. Paralarımızı plansız-programsız buralara yatırınca, üstelik Korona ile mücadele gibi yeni ve ağır masraflar da kapımıza dayanınca, yoksullaşmamak, fakirleşmemek, geçim sıkıntısı çekmemek mümkün değil elbette.
Gözümüzün önündeki bu kadar açık tabloyu görmek, gerçekleri kabullenmek yerine, millete hala nurlu ve parlak ufuklardan bahsetmek kime ne kazandırır ki? Ortada ağır yaralı bir ekonomi var, hemen sedyeyi getirip ekonomimizi ortak operatörlerin katılacağı bir ameliyata almazsak, durumumuz daha da vahim olabilir. Hani tıpta erken teşhis var ya, erken teşhisle tedavi edilebiliyor ölümcül hastalıklar. Devlet yönetiminde de öyle, erken teşhis edebilseydik ekonomimize musallat hastalıkları, bu durumlara düşmezdik.
Bütçede, cepte, hazinede fakirleşmeyi anlıyoruz da, havada, karada, denizde nasıl fakirleşir bir devlet, bir millet dediğinizi duyar gibiyim. Bakın özetle anlatayım. Anadolu’nun mis gibi tertemiz havasını hovardaca tükettiğimiz mazot-benzin-kömür-termik santraller yoluyla iyice kirlettik. Şehirlerimize ve kasabalarımıza bakın, hele kışın kirlilikten göz gözü görmeyen yerlerimiz var. Yazları bile yoğun trafiğe sahip yerlerde, araçların egsozlarından çıkan gazlarla zehirliyoruz milleti. Demek ki, havamızın da kalitesi bozuldu, havada da yoksullaştık. Öyle eskisi gibi faydalı yağmur getiren bulutlarımız da yok artık. Barajlar alarm veriyor, kuraklığa doğru gidiyoruz, önlem almazsak Türkiye yakın bir gelecekte susuzluk problemi ile boğuşmak zorunda kalabilir.
Karadaki durumumuz tam bir felaket. Oksijen deposu ormanlarımızı yakıyoruz, kesiyoruz, en zengin ve en yeşil bölgelerimizi madenlere kurban ediyoruz. Hele elin gavuru altın bulacak diye sadece topraklarımızı değil, yeraltı sularımızı da tehlikeye atıyoruz. Tarımsal ilaçlarla tarlalarımızın bereketini mahvettik. Allah’ın mevsiminde yiyelim diye yarattığı yiyecekleri, her zaman tüketelim diye seralarda zehirli ilaçlarla ürettik. Kanser bu yüzden patladı ülkemizde ve tam bir facia halini aldı. Hidroelektrik santraller için derelerimize, nehirlerimize, akarsularımıza çok büyük zararlar verdik. Sanayi atıklarını bile korkusuzca ve sorumsuzca derelere veriyoruz hala.
Doğa, dur durak dinlemeyen bir anlayışın sorumsuz ve kayıtsız davranışlarına aldırmıyor, intikamını sürekli alıyor. Seller, depremler, yangınlar, salgın hastalıklar hep doğanın önlenemez intikamı değil mi? Allah’ın parmağı yok ki gözümüze soksun. İşte böyle felaketlerle ikaz ediyor insanları. Dokunmayın ormanlara, zehirlemeyin toprakları, kirletmeyin havayı, dereleri, nehirleri ve akarsuları. Bu çarpıcı mesajları, çok yazık ki alamıyoruz hala? Denizlerimizi bile kuruttuk,balıklarımızı iyice azalttık,tratalarla suyun dibini kazıyarak trilyonlarca balık yumurtasını heder ettik, balık yuvalarını dağıttık.Türkiye gibi üç bir tarafı denizle çevrili bir ülkede, ithal balık yiyoruz çoğumuz.
Bu kötü gidişi mutlaka ama elbirliğiyle düzeltebiliriz. Başımıza daha büyük felaketler gelmeden, daha büyük acılar yaşamadan göstergeleri tersine çevirebiliriz. Bunun için hala şansımız var. Yeter ki kavgayı, gürültüyü bırakıp, yaptığımız yanlışları öncelik sıralamasına göre elbirliğiyle düzeltelim. Yanlışlık insanlara mahsus ama Allah bize bunları fark edecek, yanlıştan dönecek, durumu düzeltecek imkanlar vermiş. Bu imkanları kullanmak varken, vaktimizi kavgayla, gürültüyle, itişmeyle, çekişmeyle harcamayalım.
Millet iktidarı da, muhalefeti de ortak bir sorumluluk çizgisine çekmeye çalışıyor. Çünkü millet, çektiği sıkıntıların çok arttığını ve böyle giderse yaşadığı güzelim ülkenin tehlikeye düşebileceğini açıkça görüyor ve bunu rahatça, korkmadan söylüyor artık. Bunları duyabilmek için, halkın arasına koruma ordularıyla değil yürekle girmek lazım. Siyaseti Salı günleri atılan nutuklarla değil, her gün halkın içinde ve nabzını tutarak yapmak lazım. Televizyon artistliği ile değil, parlak iktidar ve muhalefet nutuklarıyla değil, tüm milleti sevgiyle kucaklayarak yapmalıyız siyaseti. Ayrıca Anayasa’ya ve tüm yasalara da saygılı davranarak...
Yorumlar