Gündemin yoğunluğu ve sıkışmışlığı, Bulutsuzluk Özlemi’nin eskimeyen (maalesef), klasikleşmiş şarkısı ile son derece uyumlu. Siyasette “normalleşme”, “yumuşama”, “sivil Anayasa” söylemlerinin hızlı bir biçimde rafa kalkacağı anlaşılıyor zira Cumhur İttifakı, 9. Yargı Paketi ile birlikte değil bir yumuşama ibaresi göstermek aksine çok daha sert ve sivri manevralarla gündemi belirliyor.
Gökhan Tekşen
“Etki ajanlığı” adı altında temel hak ve özgürlükleri yok edebilecek nitelikte, adeta bir hukuki rejim değişikliği getiren düzenlemedeki tehlikenin kamuoyunda hak ettiği ölçüde tartışılmadığını üzülerek gözlemliyorum.
Öncelikle; “etki ajanlığı” nedir ve söz konusu suç tipi nasıl tanımlanmakta ve neyi amaçlamaktadır?
Kamuoyunun ANKA Haber Ajansı'nın elde ettiği metinle öğrendiği ve yalanlanmayan “çalışma”ya göre (tasarı veya teklif gibi hukuki karşılığı olmayan ve hukuk tekniği açısından sakıncalı metnin) TCK madde 339/A “Diğer Faaliyetler” adı altında yeni bir suç öngörülmektedir.
Etki ajanlığı iktidarın ve ona yakın medyanın kullandığı bir kavram ve teklif çalışmasında etki ajanlığı diye bir ibare geçmiyor. Esasen daha suçun adı bile belirsiz ve muğlak. Tabii ki tek belirsiz ve muğlak olan suç başlığı değil.
Söz konusu maddenin devamında suç şu şekilde tanımlanmaya çalışılıyor:
Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;
a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,
b) Türkiye’de suç işleyenler,
hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.
Peki devletin iç ve dış siyasal yararlarını kim belirleyecek? İktidar mı, hükümet mi, Milli Güvenlik Kurulu mu? Cumhur İttifakı mı? Bu yararlar nedir? Size göre veya bana göre değişebilir mi? Hiç şüphesiz! A partisinin iç siyasal yarar vardır dediği bir konuya B partisi tamamen karşı gelebilir pekâla. Ekonominin gidişatından tutun da, göçmen politikalarından, müfredat sorununa gündelik her konunun iç ve dış siyasal yararları olduğu tartışmasız bir gerçeklik.
Öyleyse demokratik bir toplumda iç ve dış siyasal yararın belirleyicisi ceza kanunu değil, bizatihi halkın kendisidir. Bu yetkiyi de iktidar tamamen kendi uhdesinde, üstelik bir suç yaratarak ve topluma hapis korkusu salarak gerçekleştirmek istemektedir. Bu durumun açık bir yetki gaspı olduğuna şüphe yoktur.
Getirilmek istenen suç tipi, dokunulmaz ve temel bir hak olan düşünce özgürlüğünü bizzat suç saydığı için son derece tehlikelidir. Böylesine bir yaklaşım güç sahiplerince “tek tipleştirme” ve kapalı bir toplum yaratmanın işlevsel bir silahı olarak görülüyor olabilir ancak “silah” o kadar tehlikeli ki bugün elinde tutan yarın namlunun ucunda hedef olabilir!!
Öte yandan; barışçıl bir toplantı, siyasal parti propagandası, ifade ve basın özgürlüğü, bu suç tipinden en çok etkilenecek temel haklar arasında. Bir başka anlatımla; siyasetçiler, gazeteciler, meslek odaları ve dolayısıyla tüm toplum bu suçun uygulanması halinde ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kalacak.
Tehlike bu boyuttayken, gerek siyasal partilerden gerekse de meslek odalarından yüksek sesle bir itiraz duymakta zorlanıyoruz. Bunun arkasında yatan ve peş peşe gündeme düşen birçok farklı anti-demokratik ve hukuka aykırı konunun yarattığı etkiler var. “Uyutma” adı altında hayvan haklarını yok sayan düzenleme, laik ve çağdaş eğitimi hiçe sayan müfredatı acele bir şekilde yürürlüğe sokma gayreti, kadın hakları kazanımlarını ve Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulatmamakta direten bir yasa yapıcı, seferberlik yetkisinin tek elde toplanması, emekli komutanların “izin” alarak konuşabilmesi ve tüm bunların içerisinde ağır ekonomik koşullar altında verilen bir hayat mücadelesi.
Gündemdeki düzenlemeleri alt alta koyduğunuzda ortaya çıkan tablo; Türkiye’nin ağır aksak giden demokrasi çizgisinden hızla uzaklaştığı gerçeği. Herkesin, bu toplumsal dağınıklık ve sıkışmışlıktan üzerine alabileceği bir yük kapasitesi var. Öyleyse, önümüzden ve elimizden kayıp giden şeyin farkına vararak tek başına sadece bir alana odaklanmak değil, demokrasi ve adalet talebini her alanda birleştirerek güçlü bir varlık göstermektir.
Bu kapsamda; kendini demokratik düzenin ayrılmaz parçası olarak gören her türlü fikirden siyasi partilerin, meslek örgütlerinin, hak savunucularının ve sivil toplum bileşenlerinin bir araya gelerek büyük bir “Adalet ve Demokrasi” Mitingi düzenleyebilmesi Türkiye’deki demokrasi damarının varlığının ve talebinin gücünü göstermek açısından hayati öneme haizdir, umarım başarılabilir, aksi halini düşünmek bile istemem. İhtiyacımız olan “Acil Demokrasi”.