Yusuf KANLI Medya Dayanışma Grubu paydaşları olarak da Gazeteciler Cemiyeti yöneticileri olarak da yazdık, söyledik, anlatmaya çalıştık. Dezenformasyon diye bizlere dayatı...

Yusuf KANLI Medya Dayanışma Grubu paydaşları olarak da Gazeteciler Cemiyeti yöneticileri olarak da yazdık, söyledik, anlatmaya çalıştık. Dezenformasyon diye bizlere dayatılan taslağın birkaç olumlu öğesi bulunmakla birlikte geneli itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırılığı yanı sıra demokrasinin olmazsa olmazlarının en tepelerinde bulunan ifade ve basın özgürlüğü açısından sıkıntılarını listeledik. Kısmen başardık, çoğunlukla başaramadık. Dezenformasyon, ya da “yalan haber” sadece Türkiye’nin değil, gelişen iletişim teknolojileri sonucunda günümüzde tüm dünyanın bir sorunu. Askeri, yani güvenlik boyutu var. Haklı ve önleyici tedbirler elbette alınıyor. Günümüz savunma kavramının bir parçası oldu bu konu artık. Ülkeler, ittifaklar özel birimlerle, ortak gayretle bu konu işle uğraşıyorlar. Bir de sivil boyutu var. Özel kişilerce de arada bir yapılsa da, genelde devletlerin “kamu diplomasisi” maskesi arasında uyguladıkları, siyasetin ve siyasi hedeflerin yerine getirilmesi gayretidir. Mesela Sayıştay bir madenle ilgili 2019 yılında inceleme yapar. Bu incelemede artan grizu tehlikesinin altını çizip önlem alınmasını ister. İlgili devlet kurumu ve madeni yöneten arkadaşlar kulak üstüne yatıp önlem almazlar. Nihayette birkaç yıl sonra grizu patlaması 40’dan fazla maden işçisinin ölümüne sebep olur. Böyle raporların dezenformasyon olduğu iddia edilir. Devletin, yetkililerin açıklamalarının muteber görülmesi gerektiği en üst iletişim kurumunca tüm medyaya tebliğ edilir, uyulmaz ise ne olacağı güya dezenformasyon yaymışlar diye üç-beş sosyal medya hesabı sahibine yönelik operasyon ve bu hesapların kapatılmasıyla gösterilir. Bilginin ve haber alma hakkının anayasal güvence altında olduğu, medya özgürlüğünün ve sansür edilemeyeceğinin anayasa emri olduğunu görmezden gelen yasa ve uygulayıcılar haberin önüne geçebileceklerini düşünse de, haber engellenemez. Su gibi, hava gibi temel bir ihtiyaç olan gerçeğe ulaşmak, haberdar olmak hakkına bir şekilde ulaşılır. Bu bazen yaygın ve yerel medya, görsel veya elektronik ortamlar bazen de VPN gibi dolambaçlı engel aşan yazılımlar sayesinde uluslararası bilgi kanallarından sağlanır. Türkiye bu yasa ile maalesef yeni ve karanlık bir döneme girmiştir. Eskiden RTÜK ile görsel medya alanı kontrol ediliyor, cezalarla disipline çekiliyor, hizaya getiriliyordu. Yetmediği yerde Bilgi Teknolojileri Kurumu yardıma koşuyor, sosyal medya da olabildiğince kontrol altında tutuluyordu. BTK ise yaygın ve yerel medyayı kontrol altında tutmaya çalışıyor, cezalar ve ilan kesmelerle, kurulu amacına tezat bir şekilde tüm yayınların siyasi otoritenin arzuladığı çizgide tutmaya çalışıyordu. Bu yasa ile gerek BİK ve BTK’ya ilave yetkiler verilmiş, mahalle muhtarlıkları tescillenmiş gerekse de cezalandırma kapasiteleri global sınırlara genişletilmiştir. Bu arada internet haber siteleri ilk kez yasal mevzuata kavuşmuş, o sektörde görev yapan gazeteciler özlük haklarına ulaşabilmiştir. Bu önemli bir olaydır ama aynı yasa içerisinde gerek BİK gerekse de BTK’ya verilen yetkiler bu sektörün üzerinde de çok ağıt vesayet, ciddi bir patronaj oluşturmuştur. Şimdi CHP Medya Dayanışma Grubu paydaşlarına bu yasa tasarı aşamasındayken verdiği hemen Anayasa Mahkemesi’ne götürüp iptalini talep edeceğiz sözünün yerine getirilmesini bekliyor ve talep ediyor olacağız. Bugün çok karanlık bir andayız. Ancak her karanlığın sonunda olduğu gibi yine şafak gelecek, aydınlığa kavuşacağız elbette. İşte o gün, ister sekiz ay sonraki seçimde ister daha da önce gelsin, yaratılan bu karanlık onu yaratanları da avlamaya başlayacaktır. YAZ KIZIM Mesleğe başlamamın neredeyse en başlarında karşılaştığım, gazeteciliğinin yanı sıra kitaplarıyla da takdir toplamış değerli bir dostum Ali Tartanoğlu. Sağ olsun, tıpkı benim gibi ele avuca sığmayanlardan. Bazen hinliği, bazen de fırlamalığı tutar. Son gelişmeler üzerine Ali sosyal medyada “Dezenfomasyon yasası sonrası Türkiye’ye dair bir deneme” başlığıyla bir yazı paylaştı bu hafta. Kelimesine dokunmadan o kısacık yazıyı sizle paylaşmak istedim. “Yargıç: Camide içki içtiler, camileri yaktılar, demişsin. Var mı delilin, tanığın? Sanık: Siyaset bu sayın yargıç. Muhalifleri şeytanlaştırmak için bu kadar yalan her yerde olur... Yargıç: Bu yasayı sen çıkarmadın mı? Sanık: Bana uygulanacağını hiç düşünmemiştim. Yargıç: "Hukuk herkese dokunur" senin lafındı değil mi? Seni ben değil kendin mahkum ettin. Yaz kızım 29'uncu maddeyi ihlalden 3 yıl hapsine... Yargıç: Bu yasayı yaparken Avrupa'dan örnek aldık demişsin. Oysa o ülkelerde hapis cezası yok. Ne diyeceksin? Sanık: Efendim çevirmenler bizi aldattı... Yargıç: Yaz kızım; dezenformasyon yasasının 29'uncu maddesini ihlal ve halkı yanıltmaktan 3 yıl hapsine... Yargıç: Yangın, doğalgaz patlamasından çıktı, demişsin. Oysa o binada doğalgaz aboneliği hatta bağlantısı yokmuş. Var mı bir diyeceğin? Sanık: Efendim polis beni kandırdı... Yargıç: Yaz kızım; Dezenformasyon yasasının 29'uncu maddesini ihlal, halkı yalan haberle birbirine düşman etmekten 3 yıl hapsine... Yargıç: Kel kafalı, deri eldivenli adamlar beni dövdü, üstüme işedi demişsin. İspatlayabiliyor musun? Sanık: Bana böyle konuşmam söylendi efendim. Yargıç: Yaz kızım; halkı kin ve düşmanlığa sürükleyecek asılsız beyanlarla dezenformasyon yasasının 29'uncu maddesini ihlalden 3 yıl hapsine... Yargıç: Gazeteci olarak, bu görüntülerin videosunu izlediğini yazmışsın. Nerede izledin, o görüntüler sana nasıl geldi? Kim getirdi? Üstelik bak bu kadar zaman geçti; bu iddianın sahipleri de böyle bir görüntüyü kamuoyuyla paylaşmadı. Sen nasıl görmüş olabilirsin, olmayan görüntüyü? Sanık: Ben 2. cumhuriyetçiyim sayın yargıç. Yargıç: Yaz kızım; ..... 3 yıl hapsine...”