Can PULAK
Biz insanların en değerli varlıklarından biridir vicdan. Her şeyi vicdanımızın süzgecinden geçirirsek, doğruyu daha kolay yakalamış oluruz. Haksızlık, yanlışlık...
Can PULAK
Biz insanların en değerli varlıklarından biridir vicdan. Her şeyi vicdanımızın süzgecinden geçirirsek, doğruyu daha kolay yakalamış oluruz. Haksızlık, yanlışlık ve doğrudan uzaklaşmak istiyorsak eğer, vicdanımızın sesini yok sayar, ona kulak asmaz, keyfimize ve çıkarımıza göre davranırız.
Vicdanlı insanlar haksızlığa, usulsüzlüğe yolsuzluğa izin vermezler, direnirler. Aslında insan olmanın ve erdemin en kıymetli göstergesi de budur. Günlük yaşamımızda bazı yanlışlar, hatalar, kusurlar olabilir. Ama bunları vicdanımızın terazisinde tartabilirsek, çoğunu düzeltme imkanı bulabiliriz. İyi insanlar çok sık vicdan muhasebesine dalarlar. Neyi doğru neyi yanlış yaptık hesabı, vicdanlarımızda şaşmaz bir sonucu belirler çünkü.
Son yıllarda, daha doğrusu eski ve düzgün Türkiye’yi tanınmaz hale getiren yeni Türkiye döneminde, çok haksızlıklar, yanlışlıklar ve zulümler yapıldı. Geçmişle hesaplaşma zihniyeti, dini siyasete bulaştırma gayret ve telaşı, devleti demokrasi yoluyla ele geçirmenin keyif ve zevk gösterileri, güzel ülkemizde onarılması güç yaralara yol açtığı gibi, bir rövanş dönemi olarak da hayata geçirildi. Öyle bir hava yaratıldı ki, sanki ülke işgalden kurtarılıyor, sanki dinsizlerle savaşılıyor, sanki İslam karşıtlarının kafaları koparılıyor. Bir bardak suda kopan fırtınalarla havanda su dövdük yıllarca. Neredeyse tamamına yakın Müslüman olan bir nüfusu, sırf geçmişin rövanşı ve siyasi çıkarlarımız için ötekileştirdik, böldük ve parçaladık. Bugün bile aynı ve korkunç hatada ısrar ediyor, direniyoruz hala.
Bu konuya dalarsak, eski hesapları karıştırırsak işin içinden kolay çıkamayız. Bu hesaplaşmayı biz siyasetçilere ve hukukçulara bırakalım. Şöyle ya da böyle tüm haksızlıkların, yolsuzlukların, usulsüzlüklerin hesabı, yeri ve zamanı geldiğinde görülür nasıl olsa. Onun için biz yine şu vicdan meselesine dönelim. Biliyorsunuz 80 yaşını aşmış, ömrünü devletine ve milletine hizmete adamış 14 emekli generalimizi hapse tıktık. Durup dururken kimse hapse atılmaz. Onun için bazılarına kumpas davası diyerek işlemedikleri suçları yükledik, yıllarca hapis yatırdıktan sonra da (pardon)diyerek beraat ettirip saldık çoğunu. Mahkümiyet kararlarını veren yargıçları da, FETÖ’cülükten mahküm ettik. Şimdi taraflar birlikte yatıyorlar hapiste. Dünyada görülmüş şey değil ama bizde oluyor işte. Hem hakim, hem de hakkında hüküm verdiği mahküm birlikte çile dolduruyorlar.
Kumpastan salıverdiğimiz paşalarımızı, yıllar sonra yine hapishaneye soktuk. Neden soktuk, nasıl soktuk, yaşlılığın verdiği hastalıklara sahip bu insanları niçin yıllar sonra tekrar zindana attık? Ben hukukçu değilim, hukukçular bunu en ince ayrıntılarına kadar tartışıyorlar, konuşuyorlar ama hala da işin içinden çıkamıyor, doğru dürüst bir cevap bulamıyorlar. İşin bu bölümünü biz uzmanlarına bırakalım ve tekrar vicdan meselesi üzerinde duralım. İçlerinde hayati tehlike taşıyan, sürekli tedavi görmesi gereken paşalarımız var. Bunlardan ikisini çok iyi tanıyorum. Biri Çetin Doğan Paşa’mızdır, diğeri ise Genelkurmay ikinci başkanımız Çevik Bir’dir. Her ikisi de Türk Silahlı kuvvetlerinin yetiştirdiği çok değerli ve seçkin komutanlarımız olup, yaşları gereği bakıma muhtaç oldukları bir dönemi cezaevinde ve çok güç şartlarda geçiriyorlar.
Eşlerine ve ailelerine çıkarılan zorlukları, görüşme engellerini, en basit ihtiyaç malzemelerinin bile kabul edilmemesini yazarken utanıyorum. Bölücü terör örgütü liderlerinin ayağına giden bu devlet, PKK katillerini törenle sınırlarımızdan geçiren bu devlet, şanla şerefle ülkesine hizmet eden generallerine hem de işlemedikleri suçlar nedeniyle zulüm yapıyor. Akıl alacak gibi değil ama yapıyor işte.. Çetin Paşa yürüme, duyma ve yüksek tansiyon hastalıklarına sahip, Çevik Paşa ise alzaymır tedavisi görüyor. Hapishane şartlarında ne durumda olduklarını yazmak bile istemiyorum. Ama doktorların hem de Hipokrat yemini etmiş doktorların, 80 yaşını aşmış her insanın normal olarak alabileceği bir raporu, paşalarımızdan esirgemelerine bir mana veremiyorum. Onun için vicdan meselesi üzerinde duruyorum ya..
Şimdi geliyorum çarpıcı bir vicdan meselesine daha.. Belki inanmayacaksınız ama gerçek bir vicdansızlıktan bahsetmek istiyorum. Hadi paşalarımızı tekrar hapse tıktık, peki yargılama parası olarak 8500 lira istemek de neyin nesi? Bu neyin parası, böyle bir şey nasıl istenir, böyle bir borç nasıl çıkarılır? Mutlaka kanun böyle, istek de buna göre yapılıyor diye düşünülebilir. Ama söyler misiniz böyle matrak kanun olur mu, hapiste çile çeken insanların burnuna böyle bir yargı masrafı faturası uzatılabilir mi? Vicdani bir şey mi böyle bir istek, vicdan sahipleri böyle bir talebin doğruluğuna ve geçerliğine inanırlar mı hiç? Ayrıca ne demek bu yargı masrafı, adaleti parayla arayabileceğimiz çok acıklı bir dönemden geçiyoruz. Dava açmak için para, bilirkişi için para, avukata para, mahkemeye para, temyize para, hapishaneye para, içimiz dışımız para talebiyle doldu. Bu adalet Bakanlığının bütçesi yok mu, hakimlerin ve savcıların, mübaşir ve daktiloların maaşlarını, elektrik ve su paralarını, diğer tüm giderlerini Bakanlık vermiyor mu? Adliye binaları devlete ait değil mi? Öyleyse ne parası istiyorlar milletten? Milletin parası yoksa hakkını arayamayacak mı, adaleti isteyemeyecek mi? Milletin vekilleri havanda su döveceklerine, halkın böyle temel meseleleriyle uğraşsalar, yanlış kanun ve uygulamaları düzeltseler ya..
Paşalar hapiste, bu 8500 lirayı ödeyemezlerse faizini de yüklenmiş olacaklar. Hepsinin banka hesapları dondurulmuş, kredi kartları bloke edilmiş, eşleriyle açtıkları müşterek hesapları bile kullanamıyorlar. Söyler misiniz bu 8500 liralar, bu durumda nasıl ödenebilir? Silivri’de yattıkları 4,5 yılın yemek, elektrik ve su paralarını da istemişler geçmişte. Sanki rezervasyon yaptırmışlar, otelde yatmışlar gibi.. Otelde bile elektrik ve su parası istenmez müşteriden, oda-kahvaltı parası yeterli görülür. Ama hapishanelerimizde öyle değilmiş meğer. Allah kimseyi düşürmesin, anlaşılıyor ki vicdanın ortadan yok olduğu bölgelerimizmiş hapishaneler. Bunu da öğrenmiş olduk.
Şimdi yapılması gereken iş, vicdan sahibi yetkililerin derhal bu duruma müdahale etmeleridir. Paşalara insanca davranılmalı, intikam gibi ilkel duygular terk edilmeli, çarpık hukuk sistemimizin cezasını çeken bu yurtsever insanların başına daha büyük felaketler getirilmeden, yapılan hukuki yanlışlardan geri dönülmelidir. Vicdan sahibi biri olarak generallerimize layık görülen muameleden çok rahatsız olduğumu, çok üzüldüğümü söylemeliyim. Onları hapiste yatırıp bu çileleri çektirenler, inşallah 80 yaşını aştıklarında aynı muameleye ve hukuki facialara maruz kalmazlar. Malüm dünya, bugün bana yarın sana dünyasıdır. Bunu unutmayalım.