Yusuf KANLI Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sadece Türkiye tarafından tanınan, dünyada tanınmayan bir devlet. Rumların AB, Avrupa ve uluslararası kurumlar tarafından uygulan...

Yusuf KANLI Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sadece Türkiye tarafından tanınan, dünyada tanınmayan bir devlet. Rumların AB, Avrupa ve uluslararası kurumlar tarafından uygulanan sağlık, kültür, siyasi ilişkiler, ulaşım ve hatta spor alanlarında çok acımasız ve temel insan haklarına aykırı izolasyonlar altında. Düşünebiliyor musunuz, uluslararası alanda biraz üne sahip bir DJ bile KKTC’de, St. Hilarion kalesinde canlı performans yapmaktan korkutulabiliyor, etkinlik iptale zorlanıyor. Bir de “Barış ertelenemez” diye aymaz bir şekilde gösteri yapıyor bazı arkadaşlar. Rumlar ile bir federasyon kurup birlikte mutlu bir hayat yaşayabilecekleri rüyasını görüyorlar. Farkında olmalılar ama nedense sanki haberdar değillermiş gibi yapıyorlar acı gerçeğin. Geçen hafta yapılan seçimde Ulusal Halk Cephesi (ELAM) faşist ve Türk düşmanı grup oylarını 3,71'den 6,78'e çıkartarak Temsilciler Meclisine dört milletvekili gönderiyor. Meclise girebilmek için yüzde 3,6'lık seçim barajını geçen yedi siyasi parti incelendiğinde, sadece ELAM değil, sağ ve nasyonal sosyalist partilerin toplam oyunun ve meclisteki sandalye sayısının artırdıkları görülüyor. Pazar günkü seçimle oluşan 56 sandalyeli Temsilciler Meclisinde milletvekilliği dağılımı şöyle: DİSİ 17, AKEL 15, DİKO 9, ELAM 4, EDEK 4, DİPA 4 ve Ekologlar 3. Bu durum kısa sürede erken seçimi gündeme getirebilir. O ayrı bir tartışma konusu. Ancak ELAM gibi hastalık derecesinde Türk düşmanı küçük partilerin oluşacak yeni hükümette anahtar rol oynayacakları meclis sandalye dağılımında açıkça görülüyor. Sadece DİSİ ile AKEL koalisyonu oluşması durumunda güçlü bir koalisyon oluşabilir. Bu durumda Nikos Anastasiades zaten söylemeye korktuğu “gevşek federasyon” ya da “iki devletli desentralize federasyon” (arkadaş konfederasyon demekten korkuyor) formüllerinin yerine bir kez daha sosyalist AKEL’e teslim olması hayli muhtemel. Böylece inanmasa ve oluşması için başta güç paylaşımı ve siyasi eşitlik olmak üzere Kıbrıs Türklerini yönetimde, kaynak paylaşımında “eşit ortak” görmesi gerektiren “Federal Kıbrıs” sloganını haykırmak zorunda kalacak. Peki “Federal Kıbrıs” haykırışında samimi olacak mı? Elbette ki hayır. Zaten bu tutumu dolayısıyla 2017’de Crans Montana’da çökmemiş miydi süreç? Mantalite değişikliği olmadığına göre, zaten pek fazla ümit vermeyen Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarının bir kez daha başarısızlığa mahkum olmaya devam edecek diyebiliriz. Çok fazla ümit vermeyen böyle bir durum varken, bir suç örgütü liderinin ifşaatlarına dayalı isnatlarla Türkiye ve KKTC arasında yeni gerginlik noktaları ortaya çıkarmaya çalışmak sağlıklı bir akıl ürünü olabilir mi? Geçen gün bir arkadaş yazdı sanal dünyadaki köşesinde… “Genelleme yapıp tek cümleye indirgeyecek olsak Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki ilişkinin sağlıksız bir zemine oturduğunu ve oluşmaya başlayan birikim ile de ilerisi için umut vermediğini söylemek herhalde abartılı bir ifade olmaz.” Gerçekten öyle mi durum. Ümitsiz mi? Türkiye ile Kıbrıs Türkü arasındaki ilişki “sağlıksız bir zeminde” diye tanımlanabilir mi? Biliyorum, ifadeler ağır ve acıtıcı. Ancak maalesef doğruluk payı var. İnkar etsek de Anadolu’dan KKTC’ye bakışta bazı kesimlerde ciddi görüş bozukluğu olduğu bir gerçek. İlhak talebi ve hatta sanki ilhak olmuş da KKTC bir vilayet olmuş gibi hastalıklı bakış yoktur demek nasıl doğru olmayacak ise, samimi olarak Kıbrıs Türk halkının kendi konularına sahip olması, kendi ayakları üzerinde durabilmesi için her türlü desteği “anlayış ve dayanışma içerisinde” vermeyi görev bilenlerin varlığı da inkar edilmemelidir. Türk milliyetçiliği ile Kıbrıs Türk ulusalcı duygularının her zaman örtüşmesi mümkün olmayabilir. Özellikle, bazı iç siyasi değerlendirmelerle veya Türkiye’den geldiği iddia edilen telkinle on binlerce yeni vatandaşlık verileceği iddiası hem kısa hem de orta vadede çok ciddi sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. İnanmak istemiyorum ama 40-50 bin yeni vatandaşlık ile bir siyasi partiyi tek başına iktidara taşımak niyeti varsa, bu niyetin yok edici sonuçları olacağını da görmek, söylemek gerekir. Türkiye’de Kıbrıs siyasetini müdahaleci bir mantıkla yürütmekte ısrar edenler, her ne sebeple olursa olsun kendilerinin siyasi veya dini görüşüne uygun iktidar oluşturma gayretlerinin sadece yeni nifak tohumları ekmekten başka sonuca yaramayacağını görmek durumundadır. KKTC’de neredeyse gayrı-resmi olarak herkesin kim tarafından ve ne maksatla işlendiği bilinen Kutlu Adalı cinayetini, bugün artık sahibinin değişken olduğuna inandığımız “Türkiye derin devletinin” işlediğini bir suç örgütü lideri iddia etmesi, elbette bir kırılma noktası oluşturdu. Nasıl Adalı’nın Rum kesimince öldürüldüğü iddiası bugün komik ötesi bir saçmalık ise, özellikle açıkça ikrar edildikten sonra bir dönemin çok güçlü kişilerinin bu cinayetin arkasında olmadığını iddia etmek de ciddi zihinsel rahatsızlık göstergesi olacaktır. Bütün bu konular ve iddiaların soruşturulması, kovuşturulması ve adli açıdan sorumluların hesap vermesi doğal olarak ilhak, federasyon ve diğer saçmalıklardan çok daha önemli olacak sıkıntılı durumlara tatmin edici bir cevap oluşturacaktır.