Güncel

Prof. Dr. Birsen Karaca: Edebiyatın görevi insanlara düşmanlık aşılamak değildir

Abone Ol

“Ermeni diasporası, Ermeni sorununun çetin bir karaktere bürünmesine neden oluyor”

Türkiye’de Doğu Ermenice alanında eğitim veren ilk lisansüstü ve lisans programlarının yürütüldüğü anabilim dalı olan Ermeni Dili ve Kültürü Anabilim Dalı’nın ilk uzmanı, Bölüm ve Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Birsen Karaca ile 1999’lardan bugüne bölümün ve anabilim dalının gelişimi, Ermeni iddiaları ve bu iddiaların propagandasında dünya kamuoyunun algısını yönetmek için kullanılan göç ve göçmen anılarını konuştuk. NAZ AKMAN- Türkiye’de ilk kez 1992 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) bünyesinde kurulan Kafkas Dilleri ve Kültürleri Bölümü ve bu bölümünün bünyesinde açılan Ermeni Dili ve Kültürü Anabilim Dalı’nın başlangıçta lisansüstü, sonra da (2019 yılından itibaren) lisans programlarında Doğu Ermenice bilen filologların yetişmesine olanak tanındı. 1996 yılında Moskova Üniversitesi’ne doktora yapmak üzere giden ve üç yılı aşkın eğitim sürecinin sonunda tezini savunduktan sonra yurda dönen Prof. Dr. Birsen Karaca, 1999-2000 eğitim öğretim yılında ülkemizde ilk kez Ermenice alanında eğitim veren uzmanlarımızdan biri olarak göreve başladı. Karaca, o dönemler Moskova Devlet Üniversitesi’ne Ermenice öğrenmek için başvuran tek öğrenciydi. Karaca, 1999-2000’den bu yana Ermeni dili ve edebiyatı üzerine çalışmalar yapıyor. Doğu Ermenice Türkçe Sözlük (2001) bu çalışmalarından biri. Karaca, Ermenice sözlük hazırlayan ilk Türk olarak alanda önemli bilimsel yayınlara imza atıyor. Nitekim Türkiye’de dünya genelinde yaşayan Ermenilerin edebiyatına gösterilen ilginin artmasında ve bu alanda yapılan çalışmaların daha fazla gelişim göstermesinde en önemli etkenlerden biri de Karaca’nın yürüttüğü akademik çalışmalar. Karaca, özellikle Ermenice alanındaki gayretleriyle ülkemizde Ermeni dili ve kültürünün gelişmesine önayak oldu. Rus dili ve edebiyatı ile Ermeni dili ve edebiyatı uzmanı, ülkemizin yetiştirdiği değerli dil ve edebiyat araştırmacısı Prof. Dr. Birsen Karaca, Ermeni Dili ve Kültürü Anabilim Dalı Başkanı olarak akademik çalışmalarına halen DTCF’de devam ediyor. Ermeni tarihindeki önemli kırılmalar, Türk-Ermeni ilişkileri, Ermeni iddiaları ve bu iddiaların propagandasında algı yönetimi için kullanılan göç ve göçmen anılarını Karaca’nın bilimsel perspektifinden dinledik. Ülkemizde Ermenice eğitimin verilmeye başlandığı ilk yıllar hakkında bilgi veren Karaca, “1999 yılının Mayıs ayında Türkiye’ye döndüm. Öğretim elemanı olarak görev yaptığım Ankara Üniversitesi DTCF Rus Dili ve Edebiyatı’nın lisans programı içerisinde 1999-2000 eğitim öğretim yılında üçüncü sınıf öğrencileri için seçmeli ders olarak Ermeniceyi okutmaya başladım. Lisans öğrencilerinin bir sene için aldığı bu eğitimle her ne kadar dil öğrenilmese de amacımız onları Ermeni dili ve kültürü ile tanıştırmaktı. Çünkü o dönemlerde genel olarak Ermenilerin hangi alfabeyi kullandığından, Ermenicenin hangi dil grubuna ait olduğundan veya lehçelerinden haberimiz bile yoktu. O yıllardan bugünlere baktığım zaman muazzam bir bilgi birikimine sahip olduğumuzu görüyorum. Lisansüstü öğrencilerimiz, tez konusu seçiminde yetkin duruma gelmiş durumdalar ve artık çoğu durumlarda ben sadece teknik destek veriyorum” diyor. Karaca, söz konusu dönemlerden bugüne “Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Ermenice Öğreniyorum, Doğu Ermenice Türkçe Sözlük, Ermeni Kitle İletişim Araçlarında Yaratılan Ermeni İmajı, Sözde Ermeni Soykırımı Projesi: Toplumsal Bellek ve Sinema, Ermeni İddialarının Propagandasında Kullanılan Materyaller: Göç ve Göçmen Anıları, Ermeni İddiaları ve Tamalgı Sorunu, Terör Algısının ve Teröre Karşı Verilen Tepkilerin Değişim Sürecinde Ermeni Terörü, Ermenilik Sorununun Ermeni Sorununa Evirilme Süreci, Ermeni İddialarında Rızanın İnşası Sürecine Doğru” başlıklı çalışmalarla ülkemizde Ermeni dili ve edebiyatı ile Ermeni iddialarını konu alan akademik çalışmalara zemin hazırladı. Karaca, “Türkiye’deki Ermeni edebiyatında bir ideolojiye angaje olmadan yazma eğilimi daha yaygındı” Türkiye’ye döndüğü yıllarda Ermenice yayımlanan Agos gazetesi ekibiyle “Ermeni Edebiyat Seçkisi” kitabını hazırlayan Karaca, burada Agos’un Yayın Yönetmeni Hrant Dink ile çalışıyor. Karaca bu yılarda yaptığı yayınlara yönelik, “Eğer bir filologsanız sözlükler de başucunuzda olmalıdır. Rusya’daki eğitimim sırasında Ermenice-Türkçe sözlüğüm yoktu. Ermeni hocalarımla iletişim için kullandığımız ortak dil Rusça idi. Ermenice derslerinde öğrendiğim her sözcüğü kağıtlara not ederek sınıflandırır ve yurttaki odama asardım. Yine o dönemde, Türkiye’ye dönmeden edindiğim bilgisayar aracılığıyla bu sözcükleri dijital ortama aktarıp kendi Ermenice sözlüğümü hazırladım. ‘Doğu Ermenice -Türkçe Sözlük’ böyle hazırlandı. İlk baskısı 2001 yılında olan bu sözlüğün ikinci baskısını 2007 yılında yaptım. Fakat maalesef yayıncım Kurmay Basın Yayın Dağıtım bu eserin telifini bana iade etmediği için sözlüğü geliştirip yeni baskısını yapamıyorum. Agos ve Hrant Dink o dönemler Ermeni Edebiyat Seçkisi’ne (2001) çeviri noktasında katkı sundu, ayrıca tanıtılması konusunda destek verdiler. Bu çalışmada Türkiye’de gelişen Batı Ermeni edebiyatından çevirileri Agos çalışanları, Doğu Ermeni edebiyatını temsil eden eserleri de ben çevirdim. Bu seçki çok önemli çünkü Doğu Ermeni edebiyatıyla ilgili bilgilerimiz çok sınırlıydı. Doğu ve Batı Ermeni edebiyatları birbirini tanımıyordu. Tezimi hazırlarken öğrendiğim bilgi, Rusya’daki Ermeniler de dahil olmak üzere en gelişmiş edebiyata Türkiye Ermenilerinin sahip olduğu yönündeydi. Bugün bu bilginin doğru olduğunu düşünüyorum. Ermeni edebiyatı denilince, Türkiye Ermenilerinin verdiği örnekleri daha başarılı buluyorum. Çünkü Türkiye’deki Ermeni edebiyatında bir ideolojiye angaje olmadan yazma eğilimi daha yaygındı. Bugün dünyanın neresinde olursa olsun Ermeni edebiyatı alanında ürün veren ve Ermeni iddialarını desteklemeyen tek bir yazar, tek bir eser bulamazsınız. Fakat edebiyatın görevi bu değildir, edebiyatın görevi insanlara düşmanlık aşılamak değildir. Keşke Türkiye’ye karşı iddia üretmek yerine Ermeni edebiyatını ve dilini geliştirmek yönünde biraz çaba sarf etseler” diye ilave ediyor. Ermeni tarihine ilişkin önemli anekdotlar paylaşan Karaca, “1991 öncesinde Ermenistan olarak adlandırılan bağımsız bir devlet olmadığı için Türkiye-Ermenistan ilişkilerinden söz etmek mümkün değildi. Bununla birlikte Türkiye’nin bir Ermeni sorunu hep oldu. Üstelik Ermeni iddialarının takipçisi bireylerin Türkiye Cumhuriyeti ile vatandaşlık bağları bulunmamasına rağmen Türkiye’den talepleri vardı. Gelinen noktada sorun öyle karmaşık bir hâl aldı ki yaşanmakta olan sorunun direnç noktalarını tespit etmek hayli zor. Çünkü Ermeni diasporasının Ermeni dünyasında dominant bir role sahip olması, Ermeni sorununun çok farklı coğrafyalardaki kültürlerden beslenerek çetin bir karaktere bürünmesine neden oluyor. Ermenilerin varoluş öykülerinin referans tarihini Hristiyanlık inancını benimsedikleri (MS 301) tarih olarak kabul ettiğimi belirtmeliyim. Ermeni kültüründeki ilk büyük kırılma, Sivaslı Mhitar’ın (1676-1749) muhalif hareketleriyle 17. yüzyılın son yıllarında başlar. Mhitarist hareket yalnızca kilise içinde güç mücadelesi yapan muhalif bir hareket değildir, aynı zamanda Ermenilik sorununun Ermeni sorununa dönüşmesine neden olan koşullar için zemin hazırlayan en önemli etkenlerden biri olmuştur. Ermeni kültüründeki ikinci kırılma, 1918 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nin 1920 yılında Sovyetler’e dâhil olma zaruretinin doğmasıyla yaşanan travmadır. Devamında da terör eylemleri ve farklı ülkelerin parlamento kararları aracılığı ile Türk-Ermeni ilişkilerini zehirleyerek ve Türkiye’nin ikili ilişkilerinde negatif etkiler yaratarak Ermeni iddialarını canlı tutmak çabaları gözlemleniyor” bilgisini verdi. Bireysel göç öykülerinin Ermeni iddialarını uluslararası boyuta ulaştırması 1915 yılında yaşanan olayların Ermeni kimliğinin ve Ermeni kültürünün şekillenmesinde oynadığı rolü değerlendiren Karaca, Ermeni iddiaları ve tamalgı sorunu, Ermeni iddialarının propagandasında algılama yönetimi için kullanılan göç ve göçmen anılarının etkisini anlattı. Karaca, konuya ilişkin şöyle konuştu: “1915 yılında yaşananlar Ermeni iddialarının uluslararası platformlardaki propaganda çalışmalarına bitip tükenmez bir kaynak sunuyor. Bu nedenledir ki dikkat çekeceğim ana motif, farklı sanat araçlarının anlatım teknikleri kullanılarak anı formatında sunulan 1915 yılına ait yaşanmışlıklar olacak. Söz konusu yaşanmışlıkların neredeyse tamamı 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu çerçevesinde yapılan göçleri konu alıyor. Bu dönemin olaylarıyla yaşanan göçler bizi farklı boyuta götürdü. O gün o kararı alanlar, o kararın sonuçlarının çoğala çoğala geldiği ve bugünkü halini aldığını görselerdi, eminim çok şaşırırlardı. Çünkü o gün sorunun çözüldüğü düşünülüyordu. Bu noktada Ermenilerin maruz kaldığı iddia edilen soykırımı dünya kamuoyunun belleğine kazımak için vitrinde sunulan anılar, neden 24 Nisan 1915 tarihinde tutuklananlardan ziyade 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu çerçevesinde göç edenlere ait? sorusunu gündem konusu yapmaya olanak sunuyor. Bugün bu öyküler, Ermeni kimliğinin inşası, korunması ve aktarılması süreçlerinin vazgeçilmez pratiklerinden en önemlisi haline dönüşmüş durumda. Bu yaşam pratiği önemli, çünkü kendisini Ermeni olarak tanımlayan her bireyin Ermeni iddialarını benimsemesi, bu iddiaları özümsemesi ve Türkiye’ye karşı üretilen iddiaları destekleyen bir öykü kurgulayarak anı formatında sunması şeklinde uygulanan bir ritüele dönüşmüş durumda. Bu olgunun önemine işaret etmek için şöyle bir soru yönelteceğim: Propaganda için kullanılan anılar sadece 24 Nisan 1915 tarihinde tutuklananlara ait olsa idi, sınırlı sayıda bir grup siyasinin anıları başta Ermeni kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyu için ikna edici olur muydu? Bu soruya cevabım şöyle olacaktır: Ermeni iddialarını savunanların başarıya yaklaşabilmesi için, kendisini Ermeni olarak tanımlayan her bireyin 24 Nisan 1915 tarihinde Ermenilere soykırım yapıldığını içselleştirmesi gerekiyor. Ermeni iddiaları bağlamında, kurmaca gerçeklik üretenlerin ve/ya gerçekliği yeniden kurgulayanların maharetiyle bireylere düşmanlık aşılamak ve onları öç almaya yönlendirmek amacıyla kaleme alınan metinlere dönüştüğü gözlemlenmektedir. Göç anıları Türk tarihine ve Türk kimliğine karşı önyargılarla örülmüş bir direnç duvarı inşa ediyor Bu anıların işlevi yalnızca Ermeniler için bireysel ve toplumsal kimliği korumak ve gelecek nesillere aktarmakla sınırlı kalmıyor, Türk tarihine ve Türk kimliğine karşı önyargılarla örülmüş bir direnç duvarı inşa edilmesini de sağlıyor. Ermeni göç anıları Ermeni iddialarını çoklu bakış açılarıyla analiz etmenin ve değerlendirmenin gerekliliğini duyumsatacak nicelik ve niteliğe sahiptir ve sağlıklı tespitler ve değerlendirmeler yapmak için bu yaklaşım zaruridir. Sonuç olarak bu anıların Ermeni iddialarına angaje olmuş propaganda ürünlerine dönüştürülme süreçleri de araştırmacıların ilgi alanına çoktan girmiş olmalıydı.” “Türkiye’de yaşayan Ermeniler ayrı bir kategoride değerlendirilmeli” Karaca son olarak Türk-Ermeni ilişkilerine yönelik, “Ben bilim insanıyım elime aldığım her konuyu bilimsel olarak incelemek durumundayım. Kendi içimizde yaşayan kendimizin olan Ermenilerimiz var, onları dışlayamayız, dışarıdan gelen propagandayı nötr hale getirmenin yollarını bulmalıyız. Dolayısıyla Türkiye’de yaşayan Ermenileri ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor. Sorunun bir parçası olarak görmüyorum onları. Tam aksi, sorunun çözüme giden sürecinin bir parçası olma yönünde son derece önemli etkilerinin olacağını düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu.