Son 10 yılda Tıp fakültelerinin plansız, altyapısı oluşturulmadan kurulması ve öğrenci sayısının artırılmasıyla eğitim kalitesinin düşmesini “son derece endişe verici bir durum” olarak değerlendiren Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Yıldırım, deprem sonrası kimliklendirme sorununa dikkat çekti.
CENGİZ ALDEMİR/ANKARA Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde Adli Tıp üzerine dersler veren Prof. Dr. Ali Yıldırım, 24 saat gazetesinin sorularını yanıtladı. Hekimliğin topluma adanmış bir meslek olduğunun altını çizip sağlıkta yaşanan sorunlarla ilgili çözüm önerilerinde de bulundu. Prof. Dr. Yıldırım, hekimlerin yurtdışına gitme nedenleri, sağlıkta şiddet, özlük hakları, ücret eşitsizlikleri, liyakatsız atamalar ve özel sağlık kuruluşlarında güvencesiz çalışma koşulları ile ilgili sorunlara değindi. 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli iki deprem sonrası, kimliklendirme sorununun çok zor ve maliyetli bir süreç olduğunu belirten Prof. Dr. Yıldırım, insanlara ikinci bir travma yaşatmamak için ölen kişilerin kimliklendirilmesinin doğru yapılmasının önemli olduğunu vurguladı. Deprem sonrası kimliklendirnede ciddi organizasyon ve iletişim eksikliği yaşandığına işaret eden Prof. Dr. Yıldırım, tüm uzmanların birlikte görev yapmasını sağlayacak ve ekipmanların olduğu tek merkezden yönetilen bir yapının ivedilikle kurulmasının gerekliliğine dikkat çekti. Ciddi bir organizasyon ve iletişim eksikliği yaşandı -6 Şubat depremi sonrası yaşanan kimliklendirme sorunu konusunda ne düşünüyorsunuz ve nasıl bir yol izlenmelidir? -Öncelikle depremde hayatını kaybedenlere Tanrıdan rahmet, ailelerine başsağlığı ve yaralılara geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Deprem gibi doğal afetlerde meydana gelen can kayıplarının ciddi boyutlara ulaştığı durumlarda, insanlara ikinci bir travma yaşatmamak için ölen kişilerin kimliklendirilmesinin doğru yapılması son derece önemlidir. Kimlik tespit işlemlerinde kullanılan en güvenilir üç yöntem, parmak izi incelemesi, dental (diş) analiz ve DNA analizidir. Bunların yanında vefat edenin adli genel muayenesinde üzerindeki giysiler, yara, ameliyat izleri ve dövmeler, eğer kullanıyorsa protezler ve kişiye ait özel eşyaların tamamı gibi ölüm sonrası bulgular da ölenin kimliğinin tanımlanmasına yardımcı olabilmektedir. Bölgede yakınları ölenlerden aldığımız ifadelerde; doktor muayenesi olmadan muhtarlara sorarak cenazelerini gömdükleri, bazılarının cenazelerini alıp götürdükleri ve kendilerinin gömdüklerini ifade ettiler. Bu durum sonradan birçok mezarın açılmasına neden olacak. Ancak görülen o ki bundan sonra çıkarılacak çok sayıda cenazelerin parçalanma ve çürümeye bağlı bozulması nedeni ile DNA analiz yapmak ve yakınları ile karşılaştırmak çok zor ve maliyetli bir süreç olacaktır. -Adli tıp konusunda gözlemlediğiniz eksiklikler nelerdir? -Yaşadığımız bu acılı süreçte Adli Tıp hekimleri ve diğer bileşenlerin sürece en kısa zamanda katılması gerekirken bu konuda ciddi bir organizasyon ve iletişim eksikliği yaşanmıştır. Deprem ülkesi olduğumuz göz önüne alındığında bu aksaklıkların bir daha yaşanmaması için katkı sağlayacak tüm uzmanların birlikte görev yapmasını sağlayacak ve ekipmanların olduğu tek merkezden yönetilen bir yapının ivedilikle kurulması çok gereklidir. Ayrıca psikolojik etkilerin giderilmesi için psikiyatristlerin ve psikologların da bu süreçte görev almalarını sağlayacak sistemler kurulmalıdır. Tıp fakültelerinde eğitim kalitesinin düşmesi endişe verici bir durum -Kamuoyunda eleştiri konusu olan plansız ve altyapı oluşturulmadan açılan tıp fakültesi ve öğrenci sayısındaki artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? -Tıp eğitimi veren bir kurum üç güçlü unsura sahip olmalıdır: Bunlar güçlü bir eğitim kadrosu, altyapı ve nitelikli eğitime hazır tıp öğrencisi yetiştirmek olmalıdır. Ne yazık ki Tıp fakültelerinin birçoğu bu niteliklerden uzak. 40-50 yıllık fakültelerin bile bazı alanlarda yeterli sayıda nitelikli eğitici kadroları bulunmuyor. Türkiye’de, 2022-2023 eğitim yılında, 86’sı devlet, 35’i vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 121 tıp fakültesi eğitim veriyor. Bu okullarda Yükseköğretim Kurumu (YÖK) verilerine göre, birinci sınıf öğrenci sayısı, 17758’dir. Tıp fakültelerinin özellikle son 10 yılda plansız biçimde, altyapı olanakları oluşturulmadan kurulması ve öğrenci sayısının artırılmasıyla eğitim kalitesinin düşmesi son derece endişe verici bir durumdur. Bu tür bir yaklaşım, hem öğrencilerin kaliteli bir eğitim alma haklarını engellerken hem de sağlık sektöründe nitelikli doktorların sayısını azaltarak toplum sağlığına olumsuz etkileri olacağı açıktır. Yeni tıp fakültelerinin açılması, ülkenin sağlık hizmetlerine katkı sağlamak amacıyla yapılmalıdır ancak bu süreçte mevcut fakültelerin altyapılarının iyileştirilmesi ve eğitim kalitelerinin artırılması öncelikli olarak ele alınmalıdır. Ayrıca Covid dönemi ve son deprem felaketinden sonra uzaktan eğitim yöntemi ile eğitim verilmesi bir başka sorunlu noktayı oluşturmaktadır. Bundan derhal vazgeçilmelidir. -Tıp fakülteleri için yürütülmekte olan “norm kadro çalışması akademisyenlerde ciddi kaygı ve motivasyon eksikliği yaratıyor” eleştirilerine katılıyor musunuz? -Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Tıp fakültelerinin eğitici kadrosu belirlenmesinde fakültelerin kurulları ve üniversite senatoları yetkili olmalı ve eğitim, araştırma ve hizmet çıktılarına göre ihtiyaçlarını kendi belirlemelidir. Norm kadronun en önemli amaçlarından birisi, görevlerin yerine getirilmesi için gereken kadronun nitelik ve sayısının belirlenmesidir. Bu kadroların amacı, yapılması gereken görevlerin gerçekleştirilmesi ve bu yöndeki işlerin yapılması için gerekli olan ideal kadronun belirlenmesidir. Yani, olması gerekenden ne daha az, ne de daha fazla kadro. Norm kadro çalışmaları, birçok kuruluşta olduğu gibi üniversitelerde de yapılmaya çalışılıyor. Söz konusu kadrolar, kadro unvanlarına açıklık getirir ve değişik anlayışları önler, belki de tarafsız yönetimin kurulmasına yardım eder. İhtiyaçlarının tahmin edilmesine, kadro gereklerine uygun niteliklerde öğretim elemanlarının alınmasına olanak verir. Ancak uygulanan yanlış politikalar nedeniyle akademik kadro kontenjanları ne yazık ki ihtiyaca ve bilimsel gerçeklere göre belirlenmemektedir. Doktorluk, devlet memuru statüsünde değerlendirilip bu tür bir planlama ile istihdam politikası geliştirilemez. Burada Sağlık Bakanlığı'nın birinci ve ikinci basamak kadro planlaması bakış açısı ile konuya yaklaşmak, bilimsel gelişmeleri engelleyen bir duruma neden olabilir. Ayrıca akademik ilerlemesini sınavlarla ve objektif değerlendirmelerle başaran bir akademisyenin özlük haklarının ve bilimsel statüsünün bu tür bir yaklaşımla değerlendirilmesi kaygı verici ve haklı olarak motivasyon düşürücü bir durumdur. Hastalar müşteri, hastaneler ticarethane olarak görülüyor -Hekim yetiştiren bir hoca olarak son dönemde artan doktor istifaları, erken emeklilik talepleri ve genç hekimlerin yurtdışında çalışma başvurularındaki artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? -Aslında hiçbir ülke, nitelikli elemanını kaybetmemelidir. Nitelikli elemanı yetiştirme maliyeti yüksek bir iştir. Türk Tabipleri Birliği’nin verilerine göre, 2022 yılında 2 bin 685 hekimin yurtdışında çalışmak için “iyi hal belgesi” başvurusu yapmış. Bu sayı son 10 yılın rekorunu kırarak, 2021 yılında yapılan başvuruları neredeyse ikiye katlamıştı. Bu, ülkede bir mesleki krizden daha öte problemlerin olduğunu göstermektedir. Son dönemlerde artan hekim istifalarının en önemli nedenlerinin başında yeterli özlük haklarının sağlanmaması, mesleklerinin saygınlığına yönelik algısal sorunlar ve özerkliklerinin kısıtlanması, ekonomik kaygılar, artan hasta yükü, uzun ve yorucu çalışma koşulları ve son yıllarda hekime yönelik tırmanan şiddet olaylarıdır. Genç hekimlerin yurtdışını tercih etmelerinin nedenleri; çalışma şartlarının ülkemiz koşullarından daha iyi, daha insani olması, özlük haklarının güvence altında olması, meslek değerlerinin korunmuş olması, hasta yükünün daha az, ekonomik şartların daha tatminkâr ve alım gücünün daha fazla olmasıdır. Bütün bu olumsuz durumların temelinde siyasi ve ticari kaygılarla 2023 yılında sağlıkta dönüşüm adıyla uygulanmaya başlayan program ile hastalar müşteri, hastaneler ticarethane olarak görülmüştür. 20 dakikada bir hasta bakması gereken hekimler 3-5 dakikada da bir hasta bakmaya itilmiş, bu da hastanın sağlık ve yaşam hakkı açısından riskli bir durum oluşturmuştur. Hekimler açısından da hasta yararını ve mesleki doyumu olumsuz etkilemiş olup çalışma motivasyonunu düşürmenin yanında hasta memmuniyetsizliği neden olarak sağlıkta şiddeti de tetiklemiştir. -Doktorların özlük hakları ve sağlıklı çalışma koşulları nasıl olmalıdır? -Doktorların özlük hakları ve sağlıklı çalışma koşulları, mesleklerini en iyi şekilde yapmalarını sağlamak açısından son derece önemlidir. Adil ve yeterli ücret, Sağlıklı çalışma koşulları, Yeterli işgücü ve mesleki özerklik, Mesleki gelişim ve eğitim fırsatları, sağlıklı ve güvenli hasta doktor ilişkisi gibi özlük hakları ve çalışma koşulları açısından sağlanması gereken temel koşullardır. Fiziki olarak çalıştıkları yerler sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarına sahip olmalıdır. Aldıkları ücretler ülke şartlarına göre insanca yaşamalarına yetecek nitelikte ve emeklilikte de ekonomik olarak kaygı duymayacak yeterlilikte olmalıdır. -Sağlıkta yaşanan şiddetin gerçek nedenleri nelerdir? -Son zamanlarda can yakıcı şekilde artarak gündemden düşmeyen sağlıkta şiddet, doktorların ve sağlık çalışanlarının beden ve ruh sağlığını önemli ölçüde ve olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum, iş performansı ve sağlık hizmeti kalitesinde ciddi düşüşlere neden olmaktadır. Sağlıkta şiddetin en önemli nedenleri; İletişim eksikliği, Uzun bekleme süreleri, Personel yetersizliği, Hastaların madde bağımlılığı, Sosyo-ekonomik ve Psikolojik faktörler gibi nedenler sayılabilir. Ayrıca hekim ve hastayı karşı karşıya getiren randevu, performans gibi işleyiş düzenlemeleri de şiddete sebep olan nedenler arasında gösterilebilir. -Hazırlanacak olan “Şiddet Yasası”, sizce nasıl düzenlenmelidir? -Yapılacak yasal düzenlemede; Şiddetin tanımı ve cezaları, Önleme tedbirleri, Eğitim ve bilgilendirme, Şiddetin kayıt altına alınması, Şiddetin mağdurlarına destek verilmesi gerekmektedir. Ayrıca, sağlık çalışanlarının muhtemel saldırılara karşı güvenli fiziksel ortamlarda çalışma ortamlarını düzenleyici, iş motivasyonunun korunması amacıyla refah seviyesi standartlarını düzenleyici gerekli kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. -Toplumsal sağlık için güçlü ve etkin birinci basamak sağlık örgütlenmesi ve ceza yönetmeliği konusunda ne düşünüyorsunuz? -Birinci basamak sağlık hizmetleri, sağlık sisteminin en önemli basamağı olup, uygulamalarının kalitesini artırıp, hastaların sorunları burada çözülmelidir. Birinci ve ikinci basamakta çözülemediği zaman üçüncü basamak uygulaması gereklidir. Aksi takdirde sevk zincirine uyulmadığı takdirde 2. ve 3. basamak sağlık hizmetlerinin kaldıramayacakları bir hasta popülasyonuyla karşı karşıya bırakılmalarına ve hasta memnuniyetsizliğinin artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle sevk zincirinin tekrar yaşama geçirilmesi ve denetlenmesi, uyulmadığı zaman yaptırımların gündeme gelmesi önemlidir. Unutmayalım ki hekimlik topluma adanmış bir meslektir.
Editör: Ahmet Ertüm