Kültür-Sanat

İki kuşağın sanat izlenimleri

Abone Ol

Sanatla kenetlenen hayatlar

►►Özge Gökbulut Özdemir: “Kendi yolunu kendin çizme duygusu o kadar hakimdi ki, sanata çok yakın olsam da annemin yolundan gitmiş olmak düşüncesi benim için kabul edilemezdi” ►►Nur Gökbulut: “Resim yapamadığım zamanlar çoktu ama resim düşünmediğim zaman olmadı” Uluslararası alanda Türk resmini başarıyla temsil eden Nur Gökbulut ve Özge Gökbulut Özdemir ile iki kuşağın sanat yaklaşımını, sanat toplum ilişkisini, Türk resim sanatının gelişimini ve sanatla kenetlenen hayatları konuştuk NAZ AKMAN- Sanatını uluslararası alana taşıyan bir anne ve kızı, Türk resim sanatının 1970’lerden günümüze yaşanan serüveni içinde yer alıyorlar. Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nde öğretim üyesi Nur Gökbulut, 45 yıllık sanat yaşamında akademiden pratiğe farklı alanlarda ürettiği sayısız yaratımla mesleğine aşık, idealist bir sanatçı olarak önemli bir rol üstleniyor. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Özge Gökbulut Özdemir de sanatla henüz anne karnındayken tanışan, akademik çalışmaları, resimleri ve projeleriyle çağdaş sanat ortamında etkinliğini sürdürüyor. Sanat sahnesindeki başarılarıyla ilham veren, iki ayrı kuşağı temsil eden anne ve kız Gökbulutlar’ın kendiliğinden gelişen sanat yolculuklarını ve sanat çevresine dair izlenimlerini konuştuk. Kızının doğacağı son güne kadar tuvalinin başından ayrılmayan Nur Gökbulut, henüz küçük yaşlarda annesinin eserlerini kendince dokunuşlarla tamamlayan Özge’nin resme olan ilgisini o yaşlarda fark etse de herhangi bir yönlendirmede bulunmadan kızının kendi kariyer basamaklarını özgür iradesiyle çıkması için bir adım geride duran bir anne, eğitimci ve sanatçı. Nitekim Özge Gökbulut Özdemir de Hacettepe Üniversitesi’nde iktisat okurken güzel sanatlar fakültesinden de desen, grafik, fotoğrafçılık dersleri almış, müzelerin, galerilerin ve sergi salonlarının tozunu yutmasına rağmen akademik kariyerine işletme ve iletişim alanlarında devam etmiştir. İşletme alanında doktorasını tamamladıktan sonra Pazarlama alanında öğretim üyesi iken bir yanda da sanatın farklı alanlarında çalışmalarını sürdürmüştür. Özge Gökbulut Özdemir’in farklı alanlarda uzmanlık kazandığı bu akademik kariyeri bir noktada annesinin yolunda gitmiş olmamak için verdiği bir mücadele olarak da okunabilir. Yurt içi ve yurt dışındaki sanat girişimciliği ve sanatın işletmeye katkıları üzerine hazırladığı akademik çalışmalarla sanatın bir köşesinde varlığını sürdüren Özdemir, nihayet içindeki boya arzusuna karşı koyamayıp kendisini aktif olarak sanatın içinde buluyor. “Anne olmak ölçüleri her zaman kaçırabilir, Özge’yi sanata yönlendirmekten uzaktan durmaya çalıştım” Nur Gökbulut, bir eğitimci, anne ve sanatçı olarak çocuk gelişiminde, kariyer seçiminde tarafsız kalmanın önemine işarete ederek, “Özge doğacağı güne kadar ben sanatın içindeydim. Özge’nin varlığıyla benim sanat yolcuğumun beraber yürümesi mutlaka etken olmuştur. Meraklı ve gözlemci bir çocuktu, araştırmacıydı, eleştirel ve çok yönlü bir bakış açısına sahipti. Tüm sergilerime katılır, öğrencilerimle sanat üzerine sohbetlerimize eşlik eder, diğer sanatçı arkadaşlarımdan resim fotoğraf hakkında bilgiler toplamaya çalışırdı. Bilinçli bir şekilde kendini fark edip, resme yöneldiğinde bu alanda eğitimler almasına yarışmalara katılmasına elbette destek oldum. Sanat yolcuğunda farkında olmadan hiç şüphesiz katkılarım olmuştur. Ancak Özge kendi yolunu çizmeye karar verdiğinde ben bunun neresindeyim diye kendimi sorgulamaya başladım. Bu noktada 1980’lerden bu yana 40 yılı aşkın sanat hayatımda, sanatı seven, saygı duyan aynı zamanda camiadaki olumsuzluklara da tanık olan biri olarak dönemsel olumsuzluklardan Özge’nin etkilenerek zihnindeki sanat algısının bozulmasından endişe ettiğim için aktif olarak alana girmesine sıcak bakmadım. Bu kaygımı yansıtmadan onu seçeceği kariyer konusunda kendiyle baş başa bırakmaya çalıştım. Dolayısıyla onu ne destekledim ne de engelledim, tarafsız davrandım. Her ne kadar anne olmak ölçüleri her zaman kaçırsa da onun kendisi gibi olmasını istedim. Eğitim anlayışım da buydu. Öğrencilerimi de şekillendireceğim bir hammadde olarak görmedim. Onlar da kendileri gibi olacaktı ben eğitim sürecinde onları nasıl tamamlarım diye baktım” diyor. Sanata yakın ama biro kadar da uzak bir yaşam Uzun yıllar verdiği kaçış mücadelesinin ardından sanata teslim olan Özge Gökbulut Özdemir ise “Nur Gökbulut’un kızı olduğum için sanat ortamının içine doğup orada büyüdüm. Özge olarak da zaten sanat hep içimdeydi. Annem gerek sanat gerekse başka konulardaki ilgi ve merakımı kolay yoldan gidermek ve sorularıma kolayca cevaplar vermek yerine beni araştırmaya yönlendiren gerçek bir eğitimciydi. Aradığım cevabı kendimin bulması gerektiğini söyleyerek, kitaplara, ansiklopedilere, düşünmeye yönlendirirdi, aslında yıllar sonra bu davranışı beni özgür ve güçlü kılmıştı. Sanat yapmaya hiç yönlendirmedi ancak doğada ya da sokakta gördüğü pek çok detayı benimle hep paylaştı, ‘bak’ dedi. Baktım, gördüm, düşündük, konuştuk, tartıştık. Bazen derste olduğunuzu anlamazsınız ya, öyleydi o süreç. Doğal bir öğrencisiydim aslında, birlikte baktık renge, dokuya, kompozisyona, plastik unsurları da anlamı da sorguladık. Birkaç dönem ders alıp mezun olmak gibi değildi benim bu sürecim, sanat ortamının içinde yaşadım ve sanat ortamının içinde düşündüm. Sanat tarihi gezilerinde, müzelerde, galerilerde, güzel sanatlar fakültesi atölyelerinde geçiyordu zamanım. Böyle bir ortamda, sadece annemin değil, pek çok değerli sanatçının da benim yolculuğumda etkisi oldu. Her bir sözle, her bir resimle sanata dair yeniden düşünme imkanı buldum. Annem hep aynı ortamda olmamıza rağmen beni aktif sanat sahnesinden uzak tuttu. Resim yapmaktan hiç vazgeçmezdim ama başka yönlerde de kendimi güçlendirmem gerektiğine inandım. Kendi yolunu kendin çizme duygusu o kadar hakimdi ki sanata çok yakın olsam da annemin yolundan gitmiş olmak düşüncesi benim için kabul edilemezdi. Kariyerim sürecinde ekonomi, işletme, iletişim üçgenini ben zaten doğal bir şekilde sanat üzerine oturtmuştum, günün sonunda kayıtsız olmadığım bu alandan vazgeçemeyeceğimi anladım ve teslim oldum” diyerek, sanat sahnesindeki varoluş sürecinin nasıl evirildiğini anlattı. Özge Gökbulut Özdemir, sanat anlayışını: “Doğadan ve doğanın hareketinden beslenen soyut dışavurumcu resimlerimde hem zamanı hem anı yakalamak ve tutmak istiyorum. Duygusal ve düşünsel birikimin arka plan oluşturduğu çalışmalarımı an’a ilişkin spontane bir kavrayışla ortaya koyuyorum. Süreci ise tek yönlü bir dışavurum gibi değil de sürekli bir etkileşim halinde, resimle kurduğum bir diyalog gibi görünüyorum. Zamana ve an’a ait konuşmaların yanında resmi dinlemek ve onu kabul ederek varoluşuna izin vermek de resim yapma sürecimin bir parçası” diyerek açıkladı. Nur Gökbulut ise; her konuda, her durumdan resimsel bir bağlantı çıkarma alışkanlığından söz ederek; “Resim düşündüğüm her zaman resim yapamadım ama resim düşünmediğim zaman olmadı” diyor ve açıklıyor: “Resimlerimde boyanın yanı sıra malzeme kullanmayı seviyorum. Araştırmak ve yeni sonuçlarla karşılaşmak, özellikle kendi işlevini tamamlamış nesneleri resme katarak onlara yeni görevler ve anlamlar yüklemek, böylece değer kavramının benim tarafımdan algılanan boyutunu vurgulamak istiyorum. Bu süreçte hazır nesneler, karışık malzeme ve karışık teknik ile oluşturduğum iki ve üç boyutlu çalışmalar, enstalasyonlar (yerleştirme sanatı) kendimi ifade etmede çoğunlukla tercih ettiğim yol oluyor. Konu, boyut ve teknik ile sınırlanmadığım zaman kendimi daha özgür hissediyorum” dedi. Farklı sanat yaklaşımlarına sahip anne ve kızı birlikte pek çok sergiye katılmanın yanı sıra, projeler ve ikili sergiler de açtı. Örneğin, 2020 yılında İngiltere’de Liverpool John Moores Üniversitesi’nde “İki Beden İki Zaman” isimli sergide canlılık ve beden kavramına bir sinek üzerinden bakıp farklı tekniklerle ele aldılar. İkili ayrıca 2023 Art Contact Çağdaş Sanatlar fuarında artONda Project altında karanlık ve renk arasındaki ilişkiye ve ilişkisizliğe dikkat çekmek amacıyla “Sarı Karanlık” (Nur Gökbulut) ve “Siyah Üzerine” (Özge Gökbulut Özdemir) isimli çalışmaları ile de iki farklı bakış sunmuşlardı. Yakın gelecekte aynı mekanda birlikte gerçekleştirecekleri kapsamlı bir sergi planladıklarını da belirten Gökbulut’lar farklılıklarından güç aldıklarını vurguluyorlar. “Güzel sanatlar bölümünde sanatın engellendiği dönemler yaşadık” 1980’lerde değişen siyasi iklim, ekonomik sıkıntılar, sözde toplumu koruma adına kurumsallaştırılan sansür ve kültürel yoksunluğun yaşandığı, öte yandan da Abidin Dino, Bedri Baykam, Altan Gürman, Yüksel Arslan gibi Türk sanatçıların uluslararası arenada varlıklarını sürdürdükleri bu dönemde geri sayımın somutlaştığı Türkiye’de baskı düzenini yolun başındayken yaşamış sanatçı ve sanat eğitimcisi bir kadın olarak Nur Gökbulut durumu şöyle anlatıyor: “Bu ülkede sanat ile uğraşmak her zaman ve herkes için zor oldu ama bu dönemde bir kadın olarak sanat ve kariyer yapmak sosyo-ekonomik ve kültürel koşullar nedeniyle daha fazla mücadele gerektiriyordu. Bu yolda kadın olarak yürümek ve sanat yolculuğunu kesintisiz sürdürebilmek daha fazla emek ve daha fazla çaba demekti, ben de bunu gerçekleştirmeye çalıştım. Yarım asra yakın sanat alanında bulunan birisi olarak şunu söyleyebilirim; okuduğunuza, yazdığınıza çizdiğinize karışılan bir dönemdi. Ülkedeki siyasi atmosfer insanları zihinsel ve fiziksel olarak durdurmaya çalışıyordu. Gazi Üniversitesi’nde atölyemizde yaptığımız eserlere sınırlama getirilerek, örneğin atölyede üçten fazla resim bulundurmamız engellenmek istenmişti. Bunlar benim için ciddi kırılmalardı. Güzel sanatlar eğitiminin yalnızca teorik boyutuyla ele alınması isteniyordu. Bu anlayışa göre; resim, heykel, sanat yapmak tehlikeliydi. Resim yapmaya devam edip birbirimize sanatsal eleştiriler yöneltebilmemiz gereken dönemlerde bizlere suçluluk duygusu yüklenmeye çalışılıyordu. O dönemde ve sonrasında, sanatçılardan belirli konuların dışına çıkılmaması bekleniliyordu. Bu düşüncenin altında çoğunlukla dinsel çekincelerin de yer aldığı söylenilebilir. Elbette tepkimizi resim yaparak verdik. Okulda resim yapamadığımız zamanlarda evlerimizde, atölyelerimizde resmimizi yapmaya devam ettik.” Görsel sanatlara karşı mesafe: Ekonomik değerin, kültürel değerin önüne geçtiği bir dönemi yaşıyoruz Sanat pazarlaması, sanat girişimciliği alanındaki akademik çalışmalarına dayanarak 2000’li yılların çağdaş sanat piyasasını, Türk sanatındaki gelişimi değerlendiren Özge Gökbulut ise, “Her türlü algıya dair baskı oluşturan bir ortam, belirli kalıplar dışında düşünmeyeceğiniz bir dönem. Geldiğimiz noktada sanat ile toplum arasında estetik değiş tokuşun yeterince yapılmadığını görebiliyoruz. Farklı alanlarda üst düzey eğitimler almış pek çok kişi bile görsel sanatlara karşı mesafeli. Sanat pazarlanma süreciyle ilgili sorunlar devam ediyor. Ekonomik değerin, kültürel değerin önüne geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Toplumun kültürel değerden, eleştirel düşünceden, estetik değerden giderek uzaklaştırıldığı bu süreçte, sanat-toplum arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde kurulaması da söz konusu olamıyor maalesef. Sanata karşı geliştirilen bu mesafenin de etkisiyle artan bilgi asimetrisi nedeniyle sanat alanı manipülasyona oldukça açık. Sanatın değil de sahte estetik olarak tanımladığımız ‘kitsch’in sanat ortamını işgal ettiği bir dönemdeyiz. Resim yapmaya olan ilgim gibi, baştan beri kayıtsız kalmadığım, sanat ortamında uzun yıllar gözlemlediğim, sorguladığım bu durumları da sanat, pazarlama, girişimcilik ve kültürel değer çerçevesinde akademik çalışmalarımda yoğun olarak ele alıyorum. Sanat benim için hem bir araştırma hem de uygulama alanı. Birbirinden farklı disiplinleri gerektiren bilim ve sanat alanlarından ayrı ayrı beslendikten sonra bugün Türkiye’de yeterince üzerinde bilimsel çalışma yürütülmeyen bu iki alanı kesiştirmek ve bu ara kesitte çalışmaya devam etmek benim için resim yapmak kadar doğal ve anlamlı” dedi.