Köy Enstitüleri mezunu eğitim çınarları, okullarını anlattı. Okulu bitirince başka yere değil açık varsa kendi ya da yakında köye tayin olduklarını belirten mezunlar, enstitülerin, hayata bir şeyler katmak ve üretmek amacıyla kurulmuş bir bilim yuvası, bir aydınlanma hareketi olduğunun altını çizdi
Hüseyin Batuhan Kurtay Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç tarafından Köy Enstitüleri, 10 Temmuz 1941’de kuruldu. Ankara’nın Hasanoğlan nahiyesinde kurulan Yüksek Köy Enstitüsü ve diğer illerdeki Köy Enstitülerinden mezun olan eğitim çınarlarıyla, okullarındaki eğitim-öğretimi dinledik. Cılavuz Köy Enstitüsü’nde okurken 2 yıl sonra Öğretmen Okulu’na çevrilen Köy Enstitüsü’nden mezun olan Hanifi Işık, halen Ankara’da yaşamını sürdürüyor. Okul süresince futbol oynadığını, münazara ve bilgi yarışmalarına katıldığını belirten 81 yaşındaki Işık, okul yıllarına ilişkin şunları söyledi: “O yıllarda Türkiye’nin nüfusu 18 milyondu. 92 bin ortaokul, 26 bin lise talebesi vardı. Halkın yüzde 80’i köylerde otururdu o dönem. Halk, tamamen cahillik örtüsü altında kalmıştı. Cumhuriyet, demokratik bir ülke kurulabilmesi için halkı, vatandaşa dönüştürmesi gerektiğini biliyordu bu nedenle 1940’ta Köy Enstitüleri kuruldu. Köy Enstitülerinde çok sevdiğim bir şey vardı: Demokratik seçim. Bizi öne çıkarır ve ‘Kim başkan olacak?’ derlerdi. Her cumartesi günü, 700-800 öğrenci toplanır öğretmenlerimizin öncülüğünde öne çıkıp öğrencilere arkamızı dönerdik. Öğrenci eğer beni istiyorsa ellerini kaldırırlardı. 8-10 öğrenci çıkar. En çok beğenilen, enstitüde derslerinde başarılı olan kişiye öğrenciler oy verirdi.” Mezunlar, açık varsa köyüne ya da yakın köye tayin ediliyor Eskişehir Çifteler Çiftliği Mahmudiye Köy Öğretmen Okulu’nda 1937 yılında başladığı eğitimini, 1942 yılında bitiren Abdullah Özkucur, hemen sonra Ankara’da açılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğretmen yetiştirme kurslarına katılmış. Üç yılın ardından Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden mezun olup çeşitli illerde resim iş öğretmenliği görevini sürdüren, 11 Ağustos’ta hayata veda eden aydın, eğitimci ve yazar Özkucur, okulunun farkını şöyle ifade etmişti: “Köy Enstitüleri, herhangi bir okul değildi. Öyle kitaptan okuyacak ezberleyecek sınava girecek yazılı veya sözlü muvaffak olacak diploma alacak bir okul değildi. Köy Enstitüleri, tümüyle yaşam okuluydu. Oradan yetişen öğrenci başka yere değil, kendi köyünde açığı varsa köyüne değilse yakınında bir köye tayin olacak. Edirne’de yetişen Kars’a; Kars’ta yetişen Edirne’de yetişip de Sivas’a gönderilmezdi. Köy Enstitülerinde bir konu yazılacağı zaman. Öğrenci bunu önce hikâye şeklinde yazıyı oluşturur ve yazı sınıfta herkese okunurdu. Bu da tüm öğrencilerin yazma becerisine özendirirdi.” Kastamonu Köy Enstitüsü 1952 yılı mezunu, 90 yaşındaki Mehmet Sazak, halen Balıkesir Burhaniye’de yaşıyor. Sazak, Köy Enstitüleri hakkında şu bilgileri verdi: “Osmanlıdan bu yana halk ihmal edilmiş sadece vergi alınmış ve askerlik yaptırılmış. Eğitime, kalkınmaya, uygarlığa herhangi bir yatırım yapılmamış. Cumhuriyet döneminde ise, Türklerin çoğunluğu Anadolu’da olduğu için 15 yıl boyunca deneme yanılma yoluyla sonunda Köy Enstitüleri modeli bulunuyor. Her enstitüye, 3-5 bin dönüm toprak verilmiş. Çevrenin olanaklarına göre hangi ürünü daha iyi yetiştirebildiklerini öğrenip araziye uygun tarım yapmışlardır. Arazi şartlarına göre bina yapımında da değişiklikler görülüyor. Örneğin Kastamonu, ormanlık bir alanı olduğu için binalarda ahşap kullanılmış. Kırsal kesimlerde ise taş ağırlıklı yapılaşma olmuş. 1943 yılına kadar enstitüler, kendi deneyim ve bilgilerinden yararlanarak eğitim ve uygulamalarını sürdürmüş. 1943 yılında devlet onların eline bir müfredat vermiş. Eğitim süreleri, ilkokul dahil 5 yıldan 9 yıla çıkarılmış. Bu süre kapsamında teorik bilginin yanında bir sanat dalında öğrencinin uzmanlaşmasını sağlayarak ülkede kaybedilen üretici kesimi tekrar kazanılması hedeflenmiş. Enstitüde öğretilen sanat dalları, marangozluk, demircilik, yapıcılık olmuş. Birinci sınıfta okuyan bir öğrenci, bütün atölyelere gider ikinci sınıfa geçtiği zaman onların içinde eli hangisine daha yatkınsa o iş kollarından birini seçiyor. Örneğin marangozluğu seçen kişi, her iş dersinde marangozluk dersine giderdi. Eğitim sırasında, okulun ihtiyaç duyduğu her şeyi öğrenciler üretirdi.” Amaç, hayata bir şeyler katmak ve üretmek Köy Enstitülerinin önemli kurallarından birinin uygulamalı öğrenmek olduğunu belirten Köy Enstitülerinin ilk mezunlarından 96 yaşındaki Tahsin Yücel, okul yıllarına ait anılarını, “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirdim. Gezici başı öğretmen olarak Zonguldak’a atandım. Çifteler Köy Enstitüsü’nde 8 saat ders vardı. 8 saatin 4 saati kültür (tarih, Türkçe, matematik, yurttaşlık) dersleriydi. 4 saatinde de yarısı tarım, diğer yarısında atölye (duvarcılık, marangoz, dikiş, dokumacılık vb.) dersleri vardı. Her öğrenci, bir atölye dersini öğrenmek zorundaydı” sözleriyle anlattı. Köy Enstitülerinin eğitim ve öğretimin yanı sıra hayata bir şeyler katmak ve üretmek amacıyla kurulmuş bir bilim yuvası olduğunu vurgulayan Cılavuz Köy Enstitüsü mezunlarından 89 yaşındaki Perihan Akçam, halen Ankara, Çankaya’da yaşıyor. “Dikiş atölyesinde çamaşır dikerken özenle işimizi yapmaya çalışırdık. Zira diktiğimizi giyecek kişinin kusurumuzu görmesini hiçbirimiz istemezdik. Bunun için verilen görevi en iyi şekilde yapardık. Köy Enstitüleri, aynı zamanda mesleki eğitimleri ile ebeden sağlık memuru yetiştiren bir bilim yuvası konumundaydı” diyen Akçam, 1954’te kapatılan Köy Enstitülerinin yeniden eğitime açılması temennisinde bulundu. Bir aydınlanma hareketi Antalya, Gazipaşa’da yaşamını sürdüren 95 yaşındaki Pakize Türkoğlu ise, Köy Enstitülerindeki eğitime ilişkin şunları aktardı: “Biz, köylü çocuklarıyız. ‘Öğretmen olacağız köyleri kalkındıracağız’ düşüncesi ile Enstitü eğitimimizi tamamladık. İş içinde eğitim yöntemi. Bu, dünyada uygulanmamış bir yöntemdi. İlk kez Türkiye’de uygulanıyordu ve dünyaya örnek teşkil ediyordu. İşi, iş içinde öğrenme ilkesiyle, iş yaparken üretim yapılıyor ama matematik de yapılıyor. İş içinde eğitim yapılıyordu. Bataklık kurutup; bir tohumun ihtiyaç duyduğu büyüme alanını metre karesini hesaplayıp tarla ekimi yapıyorduk. Bu sayede devlete de bir yük teşkil etmiyorduk. İş içinde eğitim böyle oluyor. Şiir ya da bilgi içerikli bir yazı yazdığımızda, kendi çıkardığımız dergide yayınlıyorduk. Doğrudan enstitü başkanları, kümeler tarafından seçiliyordu. Böylece öğrenciler, yönetime katılabiliyordu. Öğretmenleri ve müdürlerini eleştirebiliyordu. Bu demokratik özgürlüğe dünyada ilk, biz sahip olduk. Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’nde bile bu özgürlük yoktu. Sorbonne Üniversitesi öğrencileri, protesto ederek eleştirme hakkına sahip olurken biz doğal bir hakkımız olarak gördüğümüz yönetme ve eleştirme hakkı ile erken yaşta sorumluluk alarak hayata hazırlandık.” İlyas Küçükcan, Çifteler Köy Enstitüsü’nden 1948-49 yıllarında mezun olduktan sonra 13 yıl Köy Öğretmenliği yaptı. Ardından Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü dışardan bitirdi. Sonra Millî Eğitim Bakanlığı’nın taşra ve merkez birimlerinde görev yaptı. Köy Enstitülerinin geniş bir yelpaze içinde eğitim veren bir kurum olduğunu belirten eğitimci-yazar Küçükcan, okulun spora ve halk oyunlarına özel bir önem veren bir aydınlanma hareketi olduğunu söyledi. Hemen hemen her öğrencinin mandolin çalmayı bildiği, halay gibi ulusal oyunların da eğitimin bir parçası olduğunu söyleyen Küçükcan, Çifteler Köy Enstitüsü’nün aynı zamanda bir laboratuvar niteliği taşıdığını vurguladı.
Editör: Ahmet Ertüm