Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde Norveç Büyükelçiliği desteğiyle hayata geçirilen “9. Köy Haber Merkezi Projesi” kapsamında gerçekleştirilen Basın Evi söyleşilerinin bu haftaki konusu “Depremin Ardından: Kamu Denetimi ve İhmaller” oldu. Deneyimli Gazeteci Çiğdem Toker’in katılımıyla gerçekleştirilen söyleşinin ardından Basın Evi’nde konuk ve katılımcılar için bir resepsiyon verildi
CEMRE POLAT/ANKARA- Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde Norveç Büyükelçiliği desteğiyle gerçekleştirilen “9. Köy Haber Merkezi Projesi” kapsamında planlanan Basın Evi söyleşileri bu kez, “Depremin Ardından: Kamu Denetimi ve İhmaller” başlığıyla yapıldı. Deneyimli gazeteci Çiğdem Toker’in konuk edildiği söyleşide, 6 Şubat depreminin gündeme getirdiği ihmaller üzerinde durularak yapı denetimi, deprem vergileri, imar barışı gibi başlıklara vurgu yapıldı. Etkinlik, Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi’nde fiziki ve Zoom uygulaması üzerinden online katılımla hibrit olarak yapıldı. Etkinliğe çok sayıda gazeteci, yargı mensubu, mimar ve akademisyen katıldı. Söyleşinin ardından katılımcılar için Basın Evi’nde bir resepsiyon verildi.
Genç gazetecilerin haber üretim faaliyetine destek vermesi ve gazetecilik tartışmalarında aktif rol üstlenerek katkı sunmasını hedefleyen Basın Evi söyleşi dizisinin konuğu olan Toker, söyleşide ayrıca Türkiye’nin “inşaat ekonomisine” ışık tuttuğu “Milletin Cebinden: Kamu-Özel İşbirliği” kitabının araştırma süreci ve bulgularına da değindi.
Söyleşide, büyük felakete sebep olan olaylar zinciri ve ihmaller üzerinde durularak ilerleyen süreçte izlenecek yollar üzerinde duruldu, Türkiye’nin yakın geleceğine ilişkin öngörüler gündeme geldi. Toker, konuşmasının ardından katılımcıların sorularını yanıtladı ve 9. Köy Projesi ekibinden genç gazeteciler için kitabını imzaladı.
[caption id="attachment_267147" align="alignright" width="423"]
Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı[/caption]
Yusuf Kanlı: “Toker, ülkemizde ‘dürüst, onurlu’ gazetecilik dendiğinde ilk akla gelen kişilerden biri”
Söyleşinin açılış konuşmasını yapan, Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı ve M4D Proje Direktörü Yusuf Kanlı, “Ülkemiz çok ciddi ve hepimizi üzen bir felaket süreci yaşadı. Binlerce vatandaşımız öldü, binlercesinin hala cesetlerine ulaşılamadı. Bu, hepimiz için büyük bir travma ama ocağına ateş düşenler için çok acı bir olay. Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘Bizim Çatı’ tesisinde 40 kadar depremzede arkadaşımızı misafir ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde onları ziyarete gittiğimde bir anda gözlerimden yaşlar boşaldı. 1975 yılında Kıbrıs Harekatının ardından ailemin güneyden kuzeye mülteci olarak geldiği günü hatırladım. Üzerimizde hiçbir şey olmadan, yarı çıplak, tüm malvarlığımız bir yerlerde kalmış; ne yapacağımız, yeni bir hayatı nasıl kuracağımız endişesini taşıdığımız günleri düşündüm ve çok üzüldüm. Türkiye tabii ki bunlara layık bir ülke değil. Çok daha güzelini ve iyisini yapabileceğimiz durumda olmamız lazım. Bunun için de 1999’dan bu yana deprem vergileri topluyoruz. Bugüne kadar milli kasada milyarlarca dolar birikti. Bu paraların bizi güvende tuttuğunu düşünüyoruz fakat sonra durumun öyle olmadığını görüyoruz.
Bugün çok değerli bir dostum, Çiğdem Toker arkadaşım bizlerle. Bu konferansta sevgili Çiğdem Toker, bize ihalelerin, denetimlerin nasıl yapıldığını anlatacak. Çiğdem Toker, 1986 yılında mesleğe başlayan bir arkadaşımız, bizim de kısmen etkin olduğumuz Batı Balkanlar ve Türkiye Araştırmacı Gazetecilik ödüllerini geçen yıl büyük bir onurla kendisine takdim ettik. Ülkemizde ‘araştırmacı gazeteci’ dendiği zaman adı ilk akla gelenlerden biri. Ülkemizde ‘dürüst, onurlu’ gazetecilik dendiğinde ilk akla gelen kişilerden biri. Ben kendisiyle aynı kuşakta, beraber görev yapmaktan onur duyuyorum” sözlerini aktardı.
[caption id="attachment_267146" align="alignnone" width="700"]
Gazeteci Çiğdem Toker[/caption]
Çiğdem Toker: “Aynı şeyleri tekrar konuşmamızın sebebi, kötü yönetim”
“Depremin Ardından: Kamu Denetimi ve İhmaller” söyleşisi kapsamında konuşan Çiğdem Toker, 6 Şubat depreminde gündeme gelen sorunlar, felaketi doğuran suçlar ve ihmaller için Türkiye’de öncesinde de aynı eksikliklerin olduğunu, aynı şeylerin tekrar tekrar yaşandığını söyledi. Deprem bölgelerindeki acıya ve kedere dikkat çeken Toker, “Konuşma yapmanın kolay olmadığı zamanlardan geçiyoruz. Herkesin çok kederli olduğunu düşünüyorum ve biliyorum. Bu, günlük hayatlarımız normale dönmüş olsa bile bizi yavaşlatan, duraklatan; daha düşünceli kılan bir keder. Bunun başta gelen nedeni, büyük depremde kurtulabilecekken, bugün hayatta olabilecekken; kötü yönetim yüzünden ölen, sayısını bilemeyeceğimiz tadar çok insan olması. Halihazırda ne ölü ne diri olduğu bilinen, haber alınamayan çok kişi var. Bunun ne kadar büyük bir acı ve trajedi olduğunu ancak yaşayanlar hissedebilir. Ne kadar empati yapsak da onların yaşadığı dehşeti ve ağırlığı anlayamayız. Daha işin çok başındayız.
Bu deprem, o kadar geniş bir zamanı derin bir biçimde etkileyecek ki, biz zamanla yol aldıkça bunu göreceğiz. Depremin hem psikolojik iklim açısından, insan ilişkileri, toplumsallık; ekonomi, hukuk, güvenlik hem de siyaset açısından büyük etkilerini görecekmişiz gibi geliyor. Aynı konuları tekrar tekrar, bir süre arayla yaşıyoruz. Tuttuğum arşivlere göre, ‘Faizin bir aylık deprem vergisi 160 trilyon’ haberini 2000 yılında, yani 1999 depreminin ardından yazmıştım. ‘Maliyenin cepte deprem vergisi keyfi’ gibi haberlerin benzerini çeyrek yıl sonra konuşmuyor olabilirdik ama ne yazık ki konuşuyoruz. Konuşmamızın sebebi de içine pek çok başlığı sığdırabileceğimiz ama benim daha iyi bir kavram bulamadığım ‘kötü yönetim’.
Tekrar tekrar aynı şeyleri konuşuyoruz. Bugün de aslında kuşakları etkiyecek olan kamu özel iş birliğini konu alan bir kitabımı konuşacaktık. Cemiyet ve Yusuf Bey ile bu konu üzerine bir konferans düzenlemeyi düşünmüştük. Deprem konuyu değiştirdi ama sonuçta büyük fotoğrafa baktığınızda her şeyin birbiri ile ilgili olduğunu görebiliyorsunuz. Yani kuşakları 25 sene boyunca 2040’lı yıllara kadar borçlandıracak şehir hastaneleri, alt yapılaştırma projelerini tercih eden siyasi iradeyle, bugün aramızda bulunabilecekken, ölen binlerin o halde oluşunun koşullarını hazırlayan ya da ihmal eden şey aynı ortak paydada birleşiyor” sözlerini aktardı.
“Bürokrasinin, devletin, siyasetin dişlileri arasında ufalanan cezai bir sorumluluğun bedelini ödüyoruz”
İhmal suçuna karşılık cezai bir yaptırım olmadığını ifade eden Toker. Bir yurttaşlık görevi olarak hesap sorabilmenin önemine dikkat çekti. Toker, “Hukuk Fakültesi öğrencisiyken ceza hukuku dersinde en çok ilgimi çeken konuların başında ‘ihmalen icra’ gelmişti. Yani, ihmal suretiyle işlenen suçlar. Bildiğim kadarıyla bu suça bağlanmış bir ceza yaptırımı o zaman yoktu ve şimdi de yok. Depremle ilgili yaşadığımız, aslında zamana yayılmış bir ihmal. ‘İhmal’ demek hafife almak olur. Bürokrasinin, devletin, siyasetin dişlileri arasında ufalanan cezai bir sorumluluğun bedelini ödüyoruz.
Bazı konuları ne kadar sık tekrar edebilirsek, hesap verilebilirlik açısından o kadar iyi olur. Bu, unutulan yurttaşlık görevlerimizi yerine getirmek açısından önemli. Depremde en güvenli olması gereken kamu binaları yıkıldı. İskenderun Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesinde yaklaşık 70 kişi hayatını kaybetti. Antakya Şehir Hastanesi nispeten yeni yapılmıştı, Adıyaman Belediye Hizmet Binası zarar gördü. Hatay Havalimanı birkaç gün uçuşa kapanmak durumunda kaldı. Bu bize her şeyi anlatıyor. 23, 24 yıl öncesinde ‘mevzuat eksik’ deniyordu, ‘yapı denetimi yok’ deniyordu, ‘deprem yönetmeliği iyi değil’ deniyordu. 1999 depreminden çıkarılan dersle mevzuat sağlandı. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’nin çok iyi olduğu söyleniyor.
Yönetmeliğin kendisi 3, 4 maddeden oluşuyor, ekleri 416 sayfa; gerçekten her şeyi çok ince ayrıntısına kadar tariflenmiş. Bir de yapı denetim 4708 sayılı kanunu var, meselenin pek çok hayati alanda olduğu gibi dönüp dolaşıp kaldığı yer, uygulama.
Bu uygulama, imar barışı diye bize takdim edilen yasalar, yapılaşmayı rant olarak gören anlayış ve denetim sorunları. Cezai yaptırımın un ufak olduğu uygulama, imar barışı. İmar barışı kanunu meclisten başlıyor, adına ‘barış’ deniyor. Barış kelimesi bizim toplumda çok kullanılmaz ama söz konusu olan rant ise, oy devşirmek için hemencecik kullanılıyor. Meclis sitesinde tutanaklara baktığınızda imar yasasına kimlerin imza attığı belli ama 1999 depreminde bir müteahhit kurban seçilmişti ve yapı denetim şirketleri de 99 depreminden sonra sistemin iyileşmesi ve düzelmesi için büyük umut bağlanan bir kurumdu fakat sistemin çalışmadığı da yaşanan bu büyük felakette belli oldu. Çevre şehircilik ve iklim değişikliği Bakanlığı sorunlara dair meslek odalarına her yıl binlerce dosya gönderiyor. Ortada bir sorun olduğunu bakanlık da biliyor. Yapı denetimin çalışmadığını onlar da biliyor” dedi.
Çarpık sistemin kanunla desteklendiğini aktaran Toker, gelecek süreçte atılması gereken adımlar üzerinde durdu. Toker, “İmar barışını siyaset suçu olarak nitelendiriyorum. Hiç yapı denetimi görmemiş yerlere meclisten kanun çıkararak kullanım izni veriliyor. Tıpkı diğer aflarda olduğu gibi burada da kurallara uyan, her şeyi usulüne göre yapan kişiler cezalandırılıyor. Sistem, bizzat kanunla bozuluyor. Bir sistem kanunla bozulursa vatandaş açısından hesap sorulabilirlik noktasında zorluklar doğuyor. Vatandaşın da belleğini güçlü ve keskin tutup o hesap sorabilirliği diri tutması gerekiyor.
Ağır bir maliyetle karşı karşıyayız, heba edilmiş 20’den fazla yıl var. Bundan sonra bu sistemin toparlanması için bir kararlılık ve irade gösterisi gerekiyor. Yapı denetimi meselesinde otorite Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı’yken bizzat fiziki olarak binaları yapan işçilerin mesleki yeterlilik kurumu Çalışma Bakanlığı imiş. Yapı denetim şirketlerinde olduğu gibi karot analizi yapan laboratuvarların da bakanlık tarafından belirlenmesi gerektiği direkt olarak gündeme taşındı.
Peki ne yapmalıyız? İmar barışı kararları durmalı. Önümüzde seçimler var. Keşke bu konu da seçmen davranışını belirleyen güdülerden biri olsaydı. Toplum olarak bizim de bir özeleştiri yapmamız gerekiyor, imar barışına yönelik bir talebimizin olmaması gerekiyor. Yapı denetim sistemini tekrar kurmak ve etkili yaptırımlar getirmek gerekiyor. Etkili bir yaptırım sistemi uygulanmalı ki o davalar görüldüğünde benzer olayların yaşanmaması için caydırıcı olsunlar” dedi.
[caption id="attachment_267150" align="alignright" width="402"]
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan[/caption]
Tezcan Karakuş Candan: “Neoliberal politikalar etik değerleri altüst ediyor”
Söyleşiye katkı veren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, 6 Şubat depreminde yaşananlar için “ihmal değil, organize bir suçtur” dedi. Sorumlu kişilerin cezalandırılabilmesi için örgütlü suça dahil edilmeleri gerektiğini belirten Candan, “Yapı üretim süreci bir bütün. Yapının yer seçiminden ruhsatının verilmesine, sonrasında iskanı verilip oturtulmasına kadar. Bunun her aşamasında kamunun sorumlu olması gerektiğini düşünüyoruz, çünkü içinde insanlar barınacak. Dolayısıyla bunun özelleştirilmiş olmasını doğru bulmuyoruz. Yapı denetim sistemi, 99 depreminden hemen sonra çıktı ve denetim süreci belediyelerin elindeydi. Siyasi erk müdahale ediyordu veya etmiyordu ama özelleştirildi. Son birkaç yıl öncesine kadar da müteahhit kendisini denetleyecek yapı denetim firmasının kendisi seçiyordu ve parasını kendisi veriyordu. Buradaki aksaklıklardan kaynaklı, son olarak havuz sistemini yaptılar. Bize gönderdikleri dosyalarda mimarların görevlerini yapmadıklarını söyleyerek onlara ceza vermemizi istiyorlar. Denetlemedikleri şeylerin cezasını bizim kesmemizi istiyorlar. Burada başka bir durum daha var: neoliberal politikaların etik değerleri altüst ediyor olması.
Öyle bir yozlaşma süreci var ki, bu süreçten kaynaklı olarak yukarıdan aşağı herkes bu işin bir parçası oldu. Veli Göçer’i çekip ‘Bu suçlu’ diyemeyiz, mimarı çekip ‘Suçlu bu’ diyemeyiz çünkü sistem baştan aşağı böyle kurgulanmış. Konutla ticaret aynı ortamda olamaz çünkü bu ‘yumuşak kat’ demektir. Bu, rant politikalarının örgütlü suçudur. Bu kişiler, ancak onları örgütlü suça dahil edebilirsek ceza alabilecek. Belediye başkanından bakanına, milletvekilinden, imzalayana, mimara, mühendise hepsini bu sürecin bir parçası yaparsak ancak ceza alabilirler. Bu artık organize bir suça dönüştü. Uzun yıllar yerel yönetimde çalıştım. Yerel yönetimde toplumsal denetimin olması gerekiyor. İnsanların kendi etik davranışları da çok önemli. Yapı üretim sürecinin kamu eliyle yapılması gerekiyor, şirketin görevi para kazanmaktır. Çalıştığımda maaşımı belediyeden alıyordum, devlete karşı sorumluydum. Gerektiğinde, belediye başkanı bana baskı yapıp belge imzalatmaya çalıştığında sürgün yemeyi göze alarak imzalamıyordum. Herkesin aynı duyarlılıkta olması gerek. Bu enkaz altında topyekûn bir sistem çöktü. Herkes bunun cezasını çekmeli” sözlerini aktardı.