Avukat Gökhan Tekşen, merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan ve 10 ili etkileyen depremlerin ardından evi yıkılan ve hasar gören afetzedelerin “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” kapsamındaki haklarına ilişkin detaylı bilgiler vererek, afet anlarında hayati önem taşıyan temel hak ve özgürlüklerin gerekliliğine işaret etti
NAZ AKMAN/ANKARA - Tüm Türkiye’yi yasa boğan 10 ilde hissedilen Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki depremin ardından enkaz kaldırma çalışmalarının başlamasıyla birlikte evi yıkılan ve hasar gören afetzedelerin hakları gündeme geldi. Adalet Bakanlığı’nın depremden etkilenen illerdeki cumhuriyet başsavcılıklarına duyuruda bulunarak yıkılan yapılarla ilgili Deprem Suçları Soruşturma Büroları’nın kurulması için gerekli yazıyı gönderdi. İçişleri Bakanlığı da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve ilgili birimler ile bilirkişiler ve savcılardan oluşan heyetle delillendirme faaliyetlerinin devam ettiğini, yapıların tek tek incelendiğini açıklamıştı. Meslek örgütlerinin delillendirme faaliyetlerine eşlik etmesinin önemine işaret eden Avukat Gökhan Tekşen, “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” kapsamında afetzedelerin haklarını, OHAL rejimini ve iletişim hakkı konularını değerlendirdi. Yıkılan her bir bina için kusur bağı doğru kurulmalı 10 ilde yıkıma neden olan depremde organizasyonsuzluktan kaynaklı doğan aksaklıklara değinen Tekşen öncelikle depreme ilişkin, “Deprem öngörülebilir bir şey. Bunun için oluşturulmuş idari teşkilatlanmamız var. Bu depremde anladık ki idare bu organizasyon şemasında kusurlu ve hatalı. İnsanlar enkaz altında yerini bildirdi ancak ekip ve ekipman eksikliği vardı. Bu bir hazırlıksızlık örneğidir, idarenin açık ve net sorumluluğudur. Binanın yapı malzemesinden, zemin analizine, inşaat ruhsatından imar planına inşaatla ilgili yıkımın neden olduğu ana unsuru da belirleyerek buna izin veren idari yapılar da dahil her birimin incelenip tespit edilmesi lazım. Yıkılan her bir bina için bu kusur bağının doğru bir şekilde kurulması önemlidir. Müteahhit kusuru mu? İmar sorunu mu? Yapı meselesi mi?. Sorunu doğru tespit etmek lazım. Bu bölgesel bir mesele değil ülkemizin sorunu, bunu çözmek zorundayız. Toplumsal bir sınavdayız, bölgeye indirgenecek bir şey değil” yorumunda bulunarak, gelinen noktada deprem mağdurlarının haklarını aramak için izleyeceği hukuki yol haritasını anlattı. Tekşen, “İletişim hakkı, silaha dönüştürülmemeli” Olağanüstü durumlarda haberleşme hakkının hayati önem taşıdığını vurgulayan Tekşen, bu kapsamda afet bölgesinde günlerce yaşanan telekomünikasyon altyapı sorunlarının zincirleme sorunlara yol açtığını ifade ederek, “Anayasa Mahkemesi sansür yasasıyla ilgili ilk incelemesini yapacak, iptal kararı vermesi hayati derecede önemlidir. Bu düzenlemeyle ilgili uzun zamandır mücadele ediyoruz. İletişim hakkı temel bir haktır, keyfilikten uzak düzenlemeye ihtiyacı vardır. Anayasa Mahkemesi’nin bu düzenlemeyi bir an önce iptal etmesi gerekiyor. İletişim hakkı, silaha dönüştürülmemeli. Günlerce süren arama kurtarma çalışmalarında, yardım kampanyalarında iletişimin, sosyal medyanın ne kadar önemli olduğunu deneyimledik. Dolayısıyla iletişim hakkının yaşamla ne kadar bağdaştığını bu enkazda çok net bir şekilde gördük. İnsanlar enkaz altında kurtarılmak için mesaj atmaya çalışırken sosyal medyada eleştirel paylaşımların yayılmaması için bant daraltma uygulamasına gidildi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ve GSM operatörlerinin sorumluluklarından da söz etmek gerekiyor, maalesef yeterli altyapılarının olmadığını gördük. Bu anlamda kimin ihmali varsa soruşturulmalı, kriz anında iletişimin sağlanmamasından sorumlu tutulmalıdır” dedi. “Afetzede hak sahipliği başvurusu yapılmalı” Doğrudan veya dolaylı depremden etkilenen vatandaşların “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” kapsamında birtakım hakları olduğuna dikkat çeken Tekşen, hak sahiplerinin e-devlet platformu üzerinden “Afetzede hak sahipliği başvurusu sorgulama” ekranından başvuru oluşturup, takipte kalmaları gerektiğini söyledi. Hak sahiplerinin başvurularıyla ilgili bu kanundan ve yönetmelikten doğan hakkını kullanmak için gerekli başvuruyu yapmaları gerektiğinin altını bir kez daha çizen Tekşen, idari ve hukuki sürecin takipçisi olmaları gerektiğini de ekledi. “Meslek örgütleri sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi açısından soruşturmalara dahil edilmeli” Tekşen, afet bölgelerinde devam eden delillendirme çalışmalarına hukukçuların, mühendislerin, meslek örgütü temsilcilerinin müdahil olması gerektiğini vurgulayarak, “Kanun gereği yıkılan yapılarla ilgili tek tek hasar tespit çalışmalarının yapılması gerekiyor. Her yapının kendi özelinde değerlendirilmesi gerekilen bu süreçte halihazırda yıkılmış olan yapılardaki tespit çalışmalarının neticesinin ilerleyen günlerde ortaya çıkacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla hasar tespiti daha detaylı bir soruşturmayla ve idari tahkikatla çıkacaktır. Şu an acil yıkılması gereken yapılar, risk teşkil eden binalar, tahliye işleminin yapılabileceği veya yapılamayacağı yapılar inceleniyor. Sahada hem barolar hem de mimar ve mühendisler teknik ekiple beraber delil toplama arayışındalar. Bölgede kurulan Deprem Suçları Soruşturma Büroları’nın verimli ve aktif çalışmalar yürütmesini umuyoruz. Çünkü her kusur olayı farklılıklar arz ediyor, iyi bir illiyet bağı kurmak gerekiyor. Dolayısıyla haklar yönünden özellikle hukuki, cezai sorumluluklarda meslek örgütlerinin yanı sıra doğrudan zarar görenlerin de bu davalara müdahil olacağı ve soruşturmalarla birlikte ilerleyecekleri anlaşılıyor. Yıkım bölgesindeki şehirlerdeki savcılıkların bölgede çalışan avukatların, mühendislerin meslek örgütlerinin sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi açısından soruşturmalara dahil edilmesi ve olay yerinde keşif alanındaki her türlü işleme iştirak ediyor olmaları gerekli. Meslek örgütleri bu anlamda çok kıymetli ve değerli bir iş yapıyorlar, onların da hakkını teslim etmek lazım” sözlerine yer verdi. “Adil yargılama için toplumsal tazyikin kuvvetli olması lazım” Soruşturmaların müteahhitlerle sınırlı kalmaması gerektiğini cezai sorumluluğun mutlak suretle incelenmesi gerektiğini vurgulayan Tekşen, “Doğrudan cezai sorumluluğu olan müteahhitler hayatta mı veya hala ülkede mi? Bu anlamda birtakım çağrılar yapıldı, önlemler de alındı. Burada yargılayabilecek birilerini bulmak durumundayız dolayısıyla şu an cezai soruşturma için onları tutmak önem arz ediyor. Ancak cezai sorumluluğu da ‘müteahhitti bulduk, yargılama bitti’ şeklinde yapmak hatalıdır. Bir toplumsal sorgulamaya da dönmez, günah keçisi bulup yargılamak yerine bu zincirleme işlemdeki tüm sorumluların soruşturulması lazım. Bu sistematik bir sorundur, o zincirli sırayı, hiyerarşik yapıyı takip ederek oradaki cezai sorumluluğu mutlak suretle incelemek gerekir. Soruşturma sadece müteahhitlerle sınırlı kalırsa cezai anlamda mağdur tatmin edici bir yargılama olmaz. Adil yargılama için toplumsal tazyikin kuvvetli olması lazım” diye konuştu. “OHAL hukuktan bağışık kılmaz” Son olarak afet şehirlerinde ilan edilen Olağanüstü Hal’in (OHAL), hukuki bir rejim olduğunu vurgulayan Tekşen, “Türkiye'nin temel problemlerinin başında hukuk geliyor ve hukukun hukuksuzluk kapsamı daha çok ön planda. OHAL hukuksuzluğun bir gerekçesi değil, hukukun farklı şekillerde yürürlükte olduğu bir rejimdir, bunun da askıya alınmayacak yönleri vardır. Yaşam hakkı başta olmak üzere işkence de buna dahil. OHAL hukuktan bağışık kılmaz, suçtan muaf tutmaz, hukuki veya idari sorumluluklarınızı kaldırmaz, OHAL’i hukuksuzluk olarak algılıyorsak eğer bu büyük bir hatadır. OHAL rejimi; deprem, afet veya ekonomik bunalımlarda hızlı karar almayı sağlayan hukuki bir rejimdir. Hiçbir koşulda özellikle yaşam hakkı gibi dokunulmaz alanlarda kısıtlayıcı tedbirler alıp keyfi uygulamalar yapamazsınız. Fakat 10 ilde yani bölgesel ilan edilen OHAL’de yetki aşımlarına başlandı. Bölgesel ilan edilen OHAL’de tüm Türkiye’de eğitim sistemine ara verildi. Sert koşullarda olmamıza rağmen hukukta ısrarcı olmak büyük bir ilaç, bu OHAL için de geçerli. Çünkü hukuk olmazsa enkaz bölgelerinde gördüğümüz gibi yağmacılığa karşı herkes bireysel tedbirleriyle veya işkenceyle müdahale etmeye çalışacaktır. Bu görüntüler meşrulaştırılmamalı. Etkili soruşturma güvenliği sağlama yükümlülüğü her koşulda devletin yapması gereken şeydir. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de hukuka sıkı sıkıya sarılmalıyız” dedi.
Editör: Ahmet Ertüm