Prof. Dr. Naci Görür'e "Başöğretmen Atatürk Onur Ödülü" verildi Prof. Dr. Naci Görür'e "Başöğretmen Atatürk Onur Ödülü" verildi

Cevat Baran Çaydaş Türkiye’de her geçen gün, yurt dışına giden doktor sayısı artarken, bu durumdan en çok da hastalar mağdur oluyor. Birçok şehirde hastalar, doktor azlığından randevu sırası bulamıyor, erken teşhis ve tedavi alabilmek için uzun süre beklemek zorunda kalıyor. Geçtiğimiz ay Türk Tabipler Birliği (TTB), sağlık çalışanlarının yurt dışında görev yapabilmeleri için gereken “iyi hal belgesi” başvuru sayısının, ağustos ayında en yüksek seviyeye ulaştığını açıkladı. TTB’nin açıkladığı verilere göre, “iyi hal belgesi” başvuru sayısı ağustosta ilk defa 300 bariyerini aşarak 315’e çıktı. Öte yandan Türkiye’nin de üyesi olduğu 38 devletten oluşan Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD), 2019 doktor ve hemşire sayısı oranlarına göre (OECD’nin en güncel verisi); sıralamada son 5 ülke konumunda yer alan Türkiye’nin doktor oranı, yüzde 1,9, hemşire oranı ise yüzde 2,4. Doktorlar, neden yurt dışında çalışmayı tercih ediyor? Gittikleri ülke ile Türkiye arasında çalışma şartları bakımından ne gibi farklar var? 24 Saat Gazetesi’ne konuşan yurt dışında çalışan Türk doktorlar, özlük ve rapor hakları, nöbet şartları ve ücretlerinin iyi durumda olduğunu vurgulayıp Türkiye’ye gelmemelerinin temel nedenini, maaş yetersizliği ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olarak gösterdiler. Yurt dışında sağlık çalışanlarına inanılmaz ölçüde değer verildiğini belirten doktorlar, yoğun çalışmalarına rağmen mutlu olduklarını ve Türkiye’ye dönmeyi düşünmediklerini bildirdiler. Doktorlar, insani koşullarda çalışıyorlar Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenim görürken, yurt dışında asistanlık yapmaya karar veren Dr. Mürsel Güler, halen Almanya’da özel bir psikiyatri hastanesinde asistan hekim olarak görev yapıyor. Yabancı dil öğrenimini tamamladıktan sonra diğer Avrupa ülkelerine nazaran Türklerin daha fazla yoğun olması ve kendi ifadesiyle “Avrupa’nın en güçlü ve disiplinli ülkesi olması” nedeniyle Almanya’yı tercih ettiğini belirten Dr. Güler, şunları anlattı: “2016’da ilk defa Almanya’ya Erasmus için gelmiştim. Hem Almancamı geliştirme fırsatı bulmuş hem Almanya’daki şartları öğrendim. 4 ayımı geçirdikten sonra ‘Artık Türkiye’ye döneyim zorunlu hizmetimi yerine getireyim’ dedim. Hem de biraz da para biriktiririm diye düşündüm. Almanya’da çalışma kabulünü almıştım aslında ama isteseydim o zaman orada kalırdım. Ülkeme hizmet etmek istedim ve memleketim Muş’a gittim. 6-7 yıl acil servisinde, yaklaşık 3,5 yıl da aile hekimliğinde görev yaptım. O dönem, ‘Almanya’ya çalışmaya gittiğimde acaba kalmalı mıydım?’ diye çok düşündüm, depresyona girdim diyebilirim. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı’na (TUS) hazırlanmadım çünkü Türkiye’de asistanlık yapmak istemiyordum. Bu yüzden TUS’a çalışmadım. Muş’a da iki yıllığına gelmiştim, maalesef daha fazla kaldım. Ama hep bir umut vardı içimde.” Dr. Güler, Almanya ile Türkiye arasındaki doktorluk şartlarını şöyle kıyasladı: “Türkiye’ye gelmememin nedeni maaş yetersizliği. Özellikle bunu belirtmek istiyorum. Almanya’da doktorlar, insani koşullarda çalışıyorlar. Ancak Türkiye’deki maaşlar, Almanya’ya kıyasla görece olarak daha iyi. Çünkü Türkiye’de asgari ücret bile verilse dayanabiliyorsun. Ama Almanya’da yüksek gelirli olman lazım iyi şartlarda yaşayabilmek için. Diğer yandan Türkiye’deki sağlık çalışanlarına yapılan şiddet, burada en ufak bir şekilde yaşanmıyor. Burada doktorların özlük ve rapor hakları, nöbet şartları ve ücretleri gayet iyi durumda. Türkiye’de bu saydıklarım, benim bulunduğum yıllardan beri doktorlara sağlanmıyor. Almanya’ya çalışmaya gelmeden önce burada görev yapan tanıdığım 3 Türk meslektaşım vardı, sayı hep arttı. Bunlar göz doktoru, kulak burun boğaz, onkoloji, üroloji ve radyoloji uzmanı kişiler, kalifiye insanlar yani. Aslında bunları kaybetmek durumunda kaldığımız için ülkece ağlamamız lazım. Almanya’da kalifiye bir doktor olup ülkeme dönmek istiyorum. Ama bu ne zaman olur derseniz, Türkiye’deki şartların düzelmesiyle tabii ki. Benim bir canım var. Canıma, bir magandanın usulsüz ve kurallara uymayan cahilce istekleri yüzünden kast edilmesinden endişe ediyorum.” [caption id="attachment_452716" align="alignright" width="372"] Dr. Ülgen Merdanoğlu[/caption] “Sağlık çalışanlarına verilen değer, inanılmaz ölçüde” Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ülgen Merdanoğlu da yurtdışında çalışan bir Türk doktor. 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi’nden dereceyle mezun olan Uzm. Dr. Merdanoğlu, 2005’te Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kardiyoloji uzmanlığı eğitimini tamamlamış. 2021’e kadar çeşitli hastanelerde görev alan Merdanoğlu, şartların onu Avusturalya’yı tercih etmek durumunda bıraktığını belirterek yurt dışına çıkışına ilişkin şunları aktardı: “Avustralya’yı tercih etmemin nedeni 2002’de evlendiğim eşim, oranın vatandaşıydı. Ama ben hiçbir zaman Avustralya’ya göç etmek istemedim, bu benim seçeneğim değildi. Her zaman Türkiye’de kalmayı planladım. Planlarımın içinde yurt dışı yoktu. 20 yıl kadar Türkiye’de çalıştım, bu süreçte birçok olumsuzluk yaşadım. Çok şey var ama anlatamayacağım. Sonunda görev yapmak için Belçika’ya başvurdum yine özel nedenlerden. Kabul almıştım. Ancak orada bir dil problemim oldu. Flamanca öğrenmem gerekliydi. Flamanca konusunda biraz zorlandım. Avustralya’ya yerleşmemin üç temel nedeni var; birincisi vize, ikincisi vatandaşlık, üçüncüsü de buradaki şartlar.” Uzman Dr. Merdanoğlu, Türkiye ile Avustralya’daki şartları kıyasladığında ise şunlara dikkat çekti: “Türkiye ile Avustralya arasında çok fark var. Her şeyden önce sağlık çalışanlarına verilen değer, inanılmaz ölçüde. Sağlık çalışanları, burada yoğun çalışmalarına rağmen mutlular. Yöneticiler çok anlayışlı. Sizi kesinlikle yapmak istemediğiniz bir şeye karşı zorlamıyorlar. Burada destek ekipleri var. Psikolojik açıdan mesleki destekte veriliyor. Yani sizin sağlıklı olmanız onların önceliği. Siz sağlıksızsanız sağlık hizmeti veremezsiniz mantığı var. Hastanede çalıştığım için daha rahat bilgi verebilirim diyebilirim. Özellikle hastanelerde yoğun çalıştıklarını belirtebilirim. Türkiye’deki gibi yoğunlar. Ancak eğitim programları ileri seviyede. Sadece sizi ‘hizmet eri’ olarak görmüyorlar. Eğitim almanızı da önemsiyorlar. Hastalarda aşırı derecede saygılılar diyebilirim. Yabancı olmanıza rağmen sizi kesinlikle incitmiyorlar. Ayrıca gelir anlamında genç bir doktor, burada tek başına gayet rahat geçinebilir, iyi bir evde kalabilir, hemen araba alabilir. Birkaç yıl içinde kıdemli olduğunuzda çok daha fazlasını kazanabilirsiniz. Türkiye’de 5 yıl asistan, 15 yıl da uzman olarak çalışmış biri olarak, diyebileceğim şu; Türkiye’de ne kadar kıdemli olursanız olun Avustralya’daki geliri elde etmeniz mümkün değil. “Burada, ‘Yaşam, hayat değil; hayat, çalışma dengesidir’ diyorlar. Çalışma dengesini çok rahat sağlayabiliyorsunuz. İsterseniz haftada üç gün çalışabilir, isterseniz ara verebilirsiniz. Saatlerinizi ayarlayabiliyorsunuz. Kimse size karışmıyor. Kaç hasta baktığınız konusunda kimse sizinle pazarlık yapmıyor. Devlet hastanesinde, hasta bakılmıyor. Hasta sıkıntısı varsa önce aile hekimliğine gidiyor, aile hekimi tedavi ediyor veya tetkiklerini istiyor ve gerekirse hastayı sevk ediyor. Hasta da sigortasıyla uzman hekime ücret ödüyor, bir kısmını da devletten geri alıyor. Türkiye’deki devlet hastanesi mantığı yok yani.” Uzm. Dr. Merdanoğlu, ayrıca ilk yıllarda, adaptasyon sürecindeyken Türkiye’ye dönmeyi düşündüğünü, ancak artık böyle bir şeyi düşünmediğini sözlerine ekledi. Norveç’te yaşam daha kolay Kimliğini ve çalıştığı kurumu saklı tutan Uzm. Dr. M.K., ise Norveç’te bir devlet hastanesinde tıbbi biyokimya uzmanı olarak görev yapıyor. Uzm. Dr. M.K., Norveç’e gitme sürecini, “Aslında benim ilk hedefim, Norveç değildi. Daha çok Dubai ya da Birleşik Krallık’ta çalışmak istiyordum, dil yetkinliğinden ötürü. Ancak, iş teklifi derneğimiz (Türk Biyokimya Derneği) aracılığı ile biyokimya uzmanlarına iletildi. Bu iş ilanı sayesinde burada çalışmaya başladım. Ancak, geçici lisans ile çalışıyorum. 3 yıl içinde geçici lisansımın kalıcı lisansa dönüştürülmesi gerekmekte” sözleriyle özetledi. Norveç’teki çalışma koşullarından söz eden Uzm. Dr. M.K., şu değerlendirmeyi yaptı: “Açıkçası birim bazında (Norveç Kronu ve Türk Lirası), alınan para arasında çok bir fark yok. Hatta birim bazında Türkiye’den daha iyi ücret aldığımı söylemeliyim. Ancak, maaşın alım gücü açısından Norveç’te yaşam daha kolay. Tabii, her ülkenin kendine ait koşullarının da olduğu bir gerçek. Örneğin, burada kaldığım eve, maaşımın yüzde 20’sini veriyorum. Bu ev, Türkiye’de olsa kesinlikle kalamazdım. Türkiye’deki harcamalarımın daha ‘lüks’ kategorisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Türkiye’den farklı olarak maaş, tek kalem ve çalışma saatiniz üzerinden hesaplanıyor. Bu yüzden çalışanlar da daha rahat çalışmakta. Norveç’te görev yapmayı tercih eden arkadaşlar var tabi. Geçici lisansla çalışan hekimler olduğu gibi, gerekli sınavları vererek hekim lisansı alan hekimler de mevcut. Ancak, hem dil şartı, hem de Norveç’in, daha çok Avrupa Birliği’nden hekim ihtiyacını karşılamak istemesi nedeniyle çok popüler bir ülke değil.” TTB ve sağlık sendikaları meslektaşlarına sahip çıkıyor mu? “Başta TTB olmak üzere Türkiye’deki sağlık sendikaları, doktorların meslekî ve sosyal haklarına sahip çıkma konusunda yeterli mi sizce?” sorumuzu Dr. Güler, şöyle yanıtladı: “TTB bence çok önemli bir kurum. Ama maalesef Türkiye’de biraz siyasileşmiş. Hükümet dostudur veya karşıtıdır bilemem, ama şu an muhalif konumda yer aldıkları için doktorların haklarına çok sahip çıkamıyorlar. Çok büyük bir meslek örgütü ve doktorlar adına söz sahibi olan bir oda olmalıdır. ‘TTB’yi kapatalım’ tarzı saçma sapan muhabbetlere maruz bırakmadan siyasi ideolojik kısmını bir tarafa atıp doktorların haklarıyla ilgili mücadele etmesi gerekiyor. Bir doktor, insan yaşamına saygıyı baz aldığı için, ister istemez siyasi konulara girmek durumunda kalabiliyor. Bence demokratik ülkelerde bu kurumlar siyasete müdahil olabileceğini düşünüyorum. Sağlık-Sen mesela ‘sarı sendika’ olarak nitelendiriliyor. Onların doktorlara ve devlete verdiği zararı, kimse vermemiştir. Bir gün umarım cezalarını çekerler. TTB ve Sağlık-Sen her ikisi de siyasileşmiş durumda, ancak TTB’nin Sağlık-Sen’den daha faydalı olduğunu söyleyebilirim.” Uzm. Dr. Merdanoğlu’nun aynı soruya yanıtı şu oldu: “Maalesef son 20 yıldır TTB, doktorların maddi-manevi taleplerine kesinlikle destekleri olmadı. Benim açtığım davalarda avukatları yolu ile yardım taleplerime cevap vermediler. 2008’de muayenehanelerin kapanıp zanaatımızın elimizden alınması ile başlayan süreç, isteğimiz dışı 3 dakikada bir hasta bakılmasına kadar ilerlemiştir. Fiziksel ve psikolojik şiddet, hem yöneticiler hem hastalar tarafından çok ileri gitmiştir. Özlük hakkımız, kazancımız erimiş, ancak TTB tepki vermemiştir. Örgütlü dayanışma olmadığı sürece de köklü bir sonuç alınacağını sanmıyorum.” Aynı soruya Uzm. Dr. M.K. ise şu cevabı verdi: “TTB’ye üyeyim, ancak herhangi bir hekim sendikasına üye değilim. Ülkede kalsaydım da sendikalara üye olmayı düşünmezdim, Zira özünde ‘memur’ sendikasından ziyade, kanuni olarak temsil yetkisine sahip olan Tabipler Birliği’nin daha etkin olması ve ülkedeki hekimleri daha çok yansıtan bir mozaiğe sahip olmasını isterdim. Çoğu Avrupa ülkesinde bahsettiğiniz hakları talep eden, hükümet ile pazarlığa oturan bu ülkelerin/eyaletlerin tabip birlikleri. Ancak, sendikaların yaptığı faaliyetleri de yerinde buluyorum.”

Editör: Haber Merkezi