Emel Zalaltuntaş
Biraz da gelenekçi bir toplum olmamız nedeniyle, bazen bizim için en doğru kararı alma işini, başkalarına bırakabiliriz. Birçok aile, çocuklarını yetiştirirken, onaylanma duygusunu o kadar iyi empoze etmiştir ki bu çocuklar artık kendi kararlarını alma cesareti gösteremeyen, sürekli kararını sorgulayan ve mutlaka onaylanma ihtiyacı hisseden yetişkinler olarak karşımıza çıkabilir. Çok akıllı, uyumlu, anne ve babasının bir dediğini iki etmeyen ve daha küçücükken özünden, gerçek kimliğinden uzaklaşmış, zamanla kendisine yabancılaşmış bu çocuklar, hayatlarının bir evresinde ‘’Her şeyi onların isteği gibi ve olması gerektiği gibi yaptım, peki sonuç neden beni mutlu etmiyor ya da neden mutlu değilim?’’ gibi bir düşünce içerisinde kendilerini bulabilirler. Oysa ki aldığınız kararın bedelini siz ödersiniz, mükafatını da siz alırsınız. Her zaman doğru kararlar almanız mümkün değildir, gerekli de değildir; çoğu zaman öğrenilmiş en iyi dersler, alınmış yanlış kararlar sonucu öğrenilmiş derslerdir.
Bizler kaybetmekten o kadar korkuyoruz ki hayatı sürekli önlemler alarak yaşıyoruz. Düşmekten o kadar korkuyoruz ki, belki de düşmemek için yürümüyoruz. Kendimizi hiç mutlu hissetmediğimiz halde konfor alanı dediğimiz aslında hiçte konforlu olmayan yerlerde zaman kaybediyoruz. Çünkü yaşamadığımız ama ölesiye korktuğumuz bilinmeyeni seçmektense, seçtiğimiz ancak pekte memnun olmadığımız seçimimizde kalarak belki de güvende olduğumuzu zannediyoruz. Aslında bir zamanlar size çok iyi gelen yerde hissettiğiniz huzursuzluk hali, kendinize dair keşfetmeniz gereken bir özelliğinizi ortaya çıkarmak için bir fırsat olarak düşünülebilir. Doğru yerde miyim, doğru insanlarla mıyım, doğru işle mi meşgulüm, kendimi mutlu hissediyor muyum, seçimlerimden memnun muyum veya bunların tam tersi söz konusu ise ve siz orada ısrarla kalmaya devam ediyorsanız üzgünüm ama şartlar daha da kötü olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü siz yanlış yerde durmuşsunuzdur ve hayat sizi doğru yere getirmek için elinden geleni yapacaktır.
Hayatın bize gönderdiği hediye paketleri vardır; içinde ne olduğunu bilmediğimiz, irili, ufaklı paketler. Bu paketlerin içerisinden her zaman iyi şeyler çıkmayabilir. Her biri, seni sana götürecek ipuçlarıyla doludur. Bazen gelen hediyeyi beğenmez alır bir köşeye koyarsınız belki içindekiyle yüzleşmek istemezsiniz belki de sorumluluk almanızı gerektirecek kararı almaktan kaçarsınız. Kabul edilmeyen, görmezden gelinen ve içi mesajla dolu bu paketler reddedildikçe daha büyük kayıplara sebep olacak kadar sevimsizleşebilir. Örneğin kendini ihmal etmiş, kendiniz görmezden gelmiş birinin kendisini önemsemesi için başka seçenek bırakmayan bir hastalığın ortaya çıkışı söz konusu olabilir. Hastalıklar uyanmamakta ısrarlı olan insanları uyandırmak için gönderilen ve bedeli çoğu zaman ağır olan dersler gibi geliyor bana.
Başlangıç zamanını bildiğimiz ancak bitiş zamanı belli olmayan hikayemizde aldığımız, yanlış kararlar yüzünde kendimizi istemediğimiz yerde kalmaya mecbur hissetmemeliyiz. Bunca yürüdüğüm yol boşa mı gitsin diyerek belki de kaybolan 10 yılınız uğruna yaşayacağınız, bir on yılı daha heba etmemelisiniz. Hayat aslında birçok seçim yapabileceğimiz ve her seçimle farklı bir hikayenin içinden geçmemizi sağlayan binlerce olasılıklarla dolu bir oyun alanı gibi bazı oyunların çok keyifli bazılarının çok kokutucu olduğu söylenebilir. Önemli olan size korku, kaygı, endişe hissettiren bir oyunun içinde kalmakta ısrarlı olmamaktır. Bilinmeyene doğru bir adım atmak çok ürkütücü olabilir ancak bildiğiniz ve asla olmak istemediğiniz bir oyunun içinde kalmak daha ürkütücüdür. Denenmiş ve sonuçlarından memnun kalınmamış kararlar sonrasında kendinizi aidiyet duygusundan yoksun hissetmektense yeni seçimle , yeni yollar ve yeni yolcular ile yeni bir başlangıç yapmaya cesaret edebilmek gerekir.
"Yanlış trene bindiğinizde ilk istasyonda inmeye çalışın, çünkü mesafe ne kadar artarsa, dönüş maaliyeti de o kadar artar." - Dostoyevski