Almanya'daki Mölln faciasının 32. yıl dönümünde anma töreni düzenlendi Almanya'daki Mölln faciasının 32. yıl dönümünde anma töreni düzenlendi

DİNDAR KARATAŞ    
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (United Nations International Children’s Emergency Fund - UNİCEF) ve Dünya Bankası’nın açıkladığı verilere göre, dünya çapında tahminen 333 milyon çocuk, diğer bir deyişle her 6 çocuktan 1’i aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Çocuklar, küresel nüfusun yalnızca üçte birini oluşturmalarına rağmen, aşırı yoksul koşullarda yaşayanların yüzde 50’sinden fazlasını teşkil ediyor. Çocukların, hayatta kalmak ve gelişmek için ihtiyaç duydukları gıda, hijyen, barınma, sağlık hizmetleri ve eğitimden yoksun, aşırı yoksulluk içindeki hanelerde yaşama olasılığı yetişkinlere göre iki kat daha fazla. Aynı rapora göre Türkiye’de 1 buçuk milyondan fazla çocuk yoksulluk nedeniyle eğitim ve sağlığa erişemiyor. 
Prof. Dr. Abidin Apaydın ve Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu üyesi Simge Yardım, çocuk yoksulluğunu ve çocukların eğitim ve sağlığa erişememesini değerlendirdi. 
Yoksulluk, bir insan hakkı ihlali!..
Çocukların yoksulluk nedeniyle sağlığa erişemediğini belirten Prof. Dr. Abidin Apaydın, Kovid-19 salgınının bu duruma en iyi örneklerden biri olduğunu, salgından en fazla yoksul ailelerin etkilendiğini bildirdi. Erken bebek ve çocuk ölümlerinde hane halkı geliri ile ölümlerin arasında ciddi bir bağlantı olduğuna işaret eden Prof. Dr. Apaydın, yoksulluğun bir insan hakkı ihlali olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: 
“Ekonomik krizin ve Türk Lirası’nın her gün değer kaybedişi günlük hayatımızı bir deprem gibi sarsarken kadın ve çocuk yoksulluğu da önlenemez biçimde artıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi, 18 yaş altı her bireyin sağlık hizmetlerine erişme hakkını tanır ve ‘Taraf devletler, hiçbir çocuğun tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler’ der. Türkiye’de, 18 yaş altındaki her çocuğun sağlık sigortası var evet. Hastaneye gittiğinde muayene olabiliyor ama bu yeterli sağlık hizmetine ulaştığı anlamına gelmiyor. Hastaneye ulaşmak için gerekli ulaşım masrafını karşılayamadıkları için çocuklarını hastaneye götüremeyen aileler var. Bir yandan da sağlık sigortası, gerekli ilaçların yalnızca bir kısmını karşılıyor. Mesela deri hastalıklarıyla çok fazla karşılaşıyoruz çocuklarda, sağlıklı çevrenin olmamasından, çadır ve barakalardan haşerelerden kaynaklanan. Antibiyotikli kremin büyük bir kısmını devlet karşılıyor ama kaşıntı ilacını karşılamıyor, nemlendiriciyi karşılamıyor.” 
Prof. Dr. Apaydın deprem bölgesindeki çocuklara dikkat çekerek, “Yüzlerce çocuk deprem bölgesinde olumsuz şartlarda güvensiz bir ortamda yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Barınma sorunu yaşayan ve sağlıklı beslenemeyen çocuklar bağışıklıkları düştüğü için çeşitli hastalıklarla karşı karşıya kalıyor. Binlerce çocuk temel hakkı olan sağlık hakkından mahrum edilmiş durumda” dedi. 
Prof. Dr. Abidin ApaydınSMA hastası çocuklar, yoksulluktan tedavi edilemiyor
Sinirleri ve kasları hedef alarak vücuttaki kasların giderek zayıflamasına neden olan ve kalıtsal olarak ortaya çıkan bir hastalık olarak bilinen Spinal müsküler atrofi  (SMA) hastası çocukların sağlığa erişim konusunda çok daha fazla zorlandığını belirten Prof. Dr. Apaydın, sözlerine şöyle devam etti:  
“Tip-1 SMA, bebek ölümlerinin dünyada en sık görülen sebebi. Ancak 2019 yılında Amerika’da, 2020 Mayıs’ında da Avrupa Komisyonu’nda onay alan Zolgensma adlı ilaç ise 2 yaşının altındaki çocuklarda gen terapisi yoluyla hastalığı tamamen tedavi etmekte ama Zolgensma dünyanın en pahalı ilacı durumda. Yaklaşık maliyeti 2,4 milyar dolar. Ayrıca tedavinin başarılı olabilmesi için bebeğin iki yaşına girmemiş ve 13,5 kiloyu geçmemiş olması gerekiyor. Zolgensma haricinde dünyada şu an için geçerli ve ilgili kurumlarda onaylanmış 2 tane daha ilaç bulunmakta. Tedavi için kullanılan 3 farklı ilaçtan sadece bir tanesi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından geri ödeme kapsamında olup, hastaların kullanımına sunuluyor. Diğer iki ilaç ise yurtdışında mevcut. Türkiye’de yeterli tedavi koşullarına erişemedikleri için çoğu ebeveyn bebeklerini yurt dışında tedavi ettirmek istiyor ancak bu neredeyse imkânsız. Çünkü zaten pahalı olan bu tedaviler, döviz kurunun yansıtmasıyla astronomik bir rakama ulaşmakta. Doğal olarak böylesine zorlu bir hastalığa yakalanmış bebeğin ailesinin bu harcamayı kendi bütçeleriyle yapabilmesi mümkün olamamakta. Ayrıca tedavi sürecinde ilaçlara ek kalacak yer vb. masraflar da olmakta. Çoğu bebeğin ailesi, çeşitli sosyal platformlar aracılığı ile çeşitli işlere girerek satışlar yapmakta ya da insanların bağışlarını beklemekte. Türkiye’de bu hastalık yaklaşık 6 bin ile 10 bin doğumda bir bebekte görülmekte. Bu bebeklerin çok az bir kısmı devlet desteği olmaksızın, sadece sosyal platformlar aracılığı ile toplanan ve ailelerin kendi sahip oldukları bütçeyle bu tedaviye ulaşabilmiş durumda. Aileler diğer iki ilacında SGK kapmasına girmesini ve tedavi koşullarının iyileşmesini talep ediyor. Sayıları hâlâ çok fazla ve bu sancılı süreçte hem maddi hem manevi olarak yardıma çok ihtiyaçları var.”
Her çocuk ulaşılabilir en yüksek sağlık hakkından yararlanılmalı 
Yoksulluğun çocukların sağlığı üzerinde çok fazla olumsuz etkiye sahip olduğunun altını çizen Prof. Dr. Apaydın sözlerini şöyle tamamladı: 
“Yoksulluk içinde büyüye çocuklar, sağlıklı bir yaşam için gereken asgari fiziki şartları sağlayamayan barınma koşulları altında hayatlarını sürdürmek zorunda kaldıkları ve gerekli beslenme koşullarını sahip olmadıkları için yoksul olmayan çocuklara göre daha fazla sağlık sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Kimi zaman açlık sorunuyla da karşı karşıya kalan çocuklar sağlık sorunu yaşadıkları zaman gerekli tıbbi desteği almakta zorlanıyor. Tüm bireylerin herhangi bir ayırımcılığa maruz kalmadan sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı vardır. Bireylerin sağlık hizmetlerinden faydalanabilmesi için bu hizmetlerin hem ekonomik açıdan hem de coğrafik açıdan ulaşılabilir olması gereklidir. Çocukların sağlığa erişim haklarına gelirsek, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin çok sayıda maddesi çocukların sağlıklı bir yaşam sürdürmelerini desteklemektedir. Sözleşmenin 6. maddesine göre, her çocuk esas olarak yaşama hakkına sahiptir. İlaveten, 24. madde gereğince her çocuk, ulaşılabilir en yüksek sağlık standartlarından yararlanabilmelidir; gerekli tedavi ve iyileştirme hizmetlerinden faydalanabilmelidir.” 
Kız çocuklarının eğitim sürecinden kopması…
Türkiye’nin çocuk yoksulluğu konusunda ilk sıralarda yer aldığını vurgulayan Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu üyesi Simge Yardım, yoksulluk nedeniyle çocukların en temel hak olan eğitim hakkından mahrum kaldığını, eğitim masraflarının ciddi anlamda artış gösterdiğini belirterek şunları anlattı:
“Kırtasiye masrafları, kantin fiyatları çok yüksek. Ailelerin çocuklarını okula gönderme durumları maalesef ortadan kalkmaya başladı çünkü. Aileler en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma geldi ve en temel aslında tak olan eğitim hakkı da bu anlamıyla ciddi bir engellemeyle karşı karşıya kalmış durumda. Bu durumdan kız çocukları, engelli çocuklar, göçmen çocuklar ve mevsim işçisi ailelerin çocukları bu durumdan daha fazla etkileniyor. Kız çocuklarının eğitimi terk etmek zorunda kalmasının ardından erken yaşta evlilikler de beraberinde geliyor. Aynı zamanda bu, şiddeti, istismarı artıran bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Salgın döneminde de benzer sorunlar yaşamıştı. Kız çocuklarının özellikle eğitim sürecinden kopması, şiddet ve istismar vakalarını arttırmıştı. Bu yoksullaşmayla beraber kız çocukları açısından benzer bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Yine göçmen çocuklar açısından baktığımızda özellikle göçmen çocuklar Türkiye’de zaten çok zor koşullarda. Ve ekonomik krizle birlikte zaten yaşam koşulları çok zorken eğitime devamları zaten çok zorken ekonomik kriz, göçmen çocukları açısından da özel. Mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarına gelince her dönemde ciddi sorunlar var. Bir kere Kasım’da okula başlayıp Nisan’a kadar okula devam ettiklerini görüyoruz. Pek çok aile tarım işçisi olarak farklı illere göç etmek durumunda ve haliyle çocuklarda aileleriyle beraber çalışma hayatının içinde yer alıyorlar.” 
MEB okula erişemeyen çocuklarla ilgili takip yapmalı
Deprem bölgesindeki çocukların eğitim hayatına da değinen Yardım, “Deprem bölgesinde durum çok daha vahim. Çocuklar konteynerlerde eğitim ve öğretime devam etmeye çalışıyor. Haliyle sağlıksız koşullarda tutulan çocuklar bir süre sonra okula gitmemeye başlıyor. Ailelerin yaşadığı yoksulluğu onlar daha derinden yaşıyor. Çünkü her şeyden önce barınma koşulları sağlanmış değil, beslenme koşulları sağlanmış değil” ifadelerini kullandı.
Yardım, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) bütçesinin eğitimi karşılamaya yetmediğini söyleyerek, “Ancak çocuklar açısından Milli Eğitim Bakanlığı’nın en temel sorununun parasız eğitim hakkının sağlanması gerektiğidir ki, başta da söyledik, bu anayasal bir hak çocuk Hakları Sözleşmesi açısından tanımlanmış durumda. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesinin de bu anlamıyla artırılması, çocukların daha güvenli, sağlıklı koşullarda eğitim almasının sağlanması gerekiyor” diye konuştu.
MEB’in okula erişemeyen çocuklarla ilgili yapması gerekenler konusunda Yardım, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Milli Eğitim Bakanlığı, öncelikli olarak, ‘Kaç tane çocuk eğitim öğretimin dışında, hangi sebeple eğitim öğretimin dışında kalmış? Şu an mevcut koşullarda ne yaşıyor’ sorularının yanıtını bulmalı. Buna dair bir veri oluşturması gerekiyor ki bu çok zor değil. Her bir okulda devamsız öğrenciler, yani kayıtlı olması gereken ancak okula hiç kayıt yaptırmamış çocuklar, çok rahat sistem, nüfus sistemleri üzerinden çıkartılabilir ya da okullarda ilk başta kayıt yaptırmış. Bu bilgiler alınarak, veri analizi oluşturarak aileler ve çocuklara ulaşmak mümkün. Milli Eğitim Bakanlığı, bu verileri kamuoyuyla paylaşmak durumundadır. Yani son süreçte hiçbir veri kamuoyuyla paylaşılmıyor. Okullaşma istatistiklerini Milli Eğitim Bakanlığı yayınlıyor ancak çok ayrıntılı bilgiyi maalesef ki paylaşmıyor. 
Çocukların okula gidememe sebeplerini tespit ettikten sonra da buna dair bir çözüm oluşturmak gerekiyor. Milli Eğitim Bakanlığı, ancak çok kaba bir değerlendirmeyle çocukların okula gitmeme, ailelerin çocuklarını okula göndermeme sorununu, kız çocuklarıyla erkek çocukların aynı okulda okutmak istemediklerini, karma eğitime bağlayarak ‘Karma eğitimi tartışabiliriz’ meselesine indirgedi. Yani buradaki esas sorunun, aslında yoksullaşma olduğunu, ayrımcılık olduğunu, tekileştirme olduğunu görmezden gelen bir Milli Eğitim Bakanlığı var. Milli Eğitim Bakanlığı tüm bu çarpıtmalardan vazgeçerek. Gerçekten sorunu esaslı bir çözüm üretme noktasında öncelikle veri oluşturması gerekir. Bunun ardından Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin artırılması gerekir.” 

Editör: Ramazan Atabey