Yine olmadı be annem...
Yusuf KANLI
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs sorunu için görevlendirdiği geçici Özel Danışmanı Jane Holl Lute’un gerek Rum lider Nikos Anastasiades gerekse de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Mustafa Akıncı ile yaptığı son tur görüşme de federasyon adı altında Rum kesimine yama olmayı uman kesimce hezimetle sonuçlandı.
Olumlu bir sonuç alınması zaten imkansızdı. Kerhen bile olsa Rum halkı ve liderliği bir an bile adanın tek sahibi oldukları sapkınlığını bırakmadıklarına göre, egemenliği ve yönetimi paylaşmayı reddettiklerine göre paylaşmanın ön şart olduğu federal çözümün mümkün olmadığını görmek için kahin olmaya gerek yoktu.
Lute de bunu gayet iyi biliyordu, patronu Guterres de. Aslında Kıbrıs sorunuyla ilgili herkes federal çözümün hayal olduğunu, Rum tarafının temel siyasetinde ve kafa yapısında radikal değişiklik olmadığı sürece gerçekleşmesinin imkansızlığını gayet iyi biliyordu. Federasyon, esasında, sadece Kıbrıs’ta her iki halkın etnik kökenlerini dışlayan, “Kıbrıslı” diye iki dilli, iki dinli ve hatta iki kültürlü bir yeni halk yaratmayı hedefleyen “Çalışan Halkın İlerici Partisi” – yani Akel – ve onun Kıbrıs Türk uzantısı Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ütopyasından öteye geçemedi maalesef.
Kilisesiyle, “Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü” – daha iyi bilinen ismiyle EOKA ya da evrimleşip Elam halini alan çetesiyle, sağda ve solda ultra milliyetçi siyasi partileriyle ve tabii Megalo Idea ya da Büyük İdeal denilen büyük takıntıyla Yunanistan ve Rumların Kıbrıs Türklerini adanın kendileriyle eşit sahibi, devletin ortağı ve egemenliğin eş paydaşı olmalarını kabul edebilmeler elbette ki ciddi bir evrimi gerektiren bir konu.
Nitekim, evrimin öyle birkaç ayda olamayacağını hep beraber gördük.
Bizim görmemiz yetmiyor tabii ki. Hani mücahitlerin sesi olarak kurulan devletin resmi televizyon ve radyosu BRT’yi ve nur içinde yatsın Kemal Aşık ve onlarca değerli arkadaşımın büyük hizmetler verdiği onurlu Türk Ajansı Kıbrıs’ı Ruma peşkeş çeken Akıncı ve ekibi bile teslim etti. Akıncı’nın sözcüsü Barış Burcu, sanki yeni keşfetmiş gibi, Lute’nin son tur görüşmeleri sonucunda siyasi eşitlik ve kararlara etkin katılım konusunda Rum lider Anastasiades’in olumsuz tavrından “henüz vazgeçmediğini tespit etmiş bulunduklarını” söyledi.
Yani Burcu diyor ki “henüz vazgeçmedi” ama “ileride vazgeçecek.” Ne diyeyim, herkesi aptal sanmak herhalde ya ciddi bir hastalığın belirtisi ya da çok ciddi kriminal bir başka kirli ağın ikrarı.
Şükür. Garanti sistemini sonlandırmayı, Türk askerinin geri çekilmesini, Güzelyurt’un Rum tarafına verilmesini öngören Guterres çerçevesini Rumlar kabul etmiyormuş. Akıncı ve benzeri Rum sevici siyasiler yüzünden her zorda kaldığında Kıbrıs Türkü Kıbrıs Rumlarının aç gözlülüğü, tamahı yardıma koşuyor. Rumlar olmasaydı işimiz zordu doğrusu.
Bakın adamlar ne kadar küstah. Hani bizim Rum seviciler dönüşümlü başkanlık karşılığında bonkörce toprakları verip, garanti sistemini 12 yıl sonra görüşmeyi, askeri önemli miktarda hemen azaltmayı falan ve en kötüsü veto hakkının ciddi şekilde hadım edilmesini kabul ediyorlar ya, Anastasiades yine nanik çekmiş. Cumhurbaşkanı hep Rum, rotasyon, o da 1/3 oranında başbakan seviyesinde olabilir demiş.
Akıncı için büyük hayal kırıklığı. “Yes be annem” diye başlanılan bu teslimiyet yolculuğu bu kez de acı gerçeğin duvarına tosladı be annem…
Görüşmelerin devamı üzerine kurulacak yeniden seçilme senaryosu berhava oldu… Dahası, CTP’den de Başbakan Tufan Erhürman aday olacak gibi görünüyor. Kısaca, yolcudur Abbas, bağlasan durmaz. 19 ay sonra Akıncı da, federasyon sapkınlığı da biter.
Lute şimdi gerçeği raporlamalı, Guterres’e görevini yapamadığını, federasyon ümidinin Rumların tutumu yüzünden tamamıyla ortadan kalktığını, konfederasyon, iki devlet ya da başka yeni fikirlerin ele alınması zamanı geldiğini net bir şekilde ortaya koymalı.
Yapar mı? Yaparsa görevini başarısızlıkla tamamlayan bir diplomat olmaktan kurtulur, yeni Kıbrıs’ın kuruluşuna önemli bir taş koyar.
Dördüncü kaz kayıp…
Yılan hikayesine dönen İstanbul oy sayım turları elbette oldukça enteresan ama büyük olasılıkla bu günlerin birinde “Yetti gari” denilecek ve bir karara bağlanacak. “Olmadı bir daha” diye bir karar çıkmaz inşallah. Çıkarsa, yazık olur, ayıp olur, kayıp olur. Türkiye demokrasisi için seçim sonuçlarının kabul edilebilirliğini şüphe altına getirebilecek uygulamalardan kaçınılmalı, ancak tek bir oyun bile hesabı da sorulmalı.
ABD’den, Avrupa’dan yükselen “Seçim sonuçlarını kabul edin” çağrıları elbette ki yersiz ve aşağılayıcı. Gerek İstanbul Seçim Kurulu gerekse Yüksek Seçim Kurulu yeterli görevlendirmeleri bir an önce yapmalı, bir haftadır süren bu kepazeliğe son verilmelidir. Tabii bu arada sadece 20-30 ya da birkaç yüz oyla seçimin iktidar veya iktidarın seçim ortağı parti lehine sonuçlandığı beldelerde anlamsız bir şekilde geçersiz oyların tekrar sayılması ya da seçim sonuçlarının tümden tekrar sayılması taleplerine neredeyse istisnasız “Hayır” cevabı verilmesi de bugün ve yarın YSK açısından pek parlak olmayan bir imaj ve algı sorunu ortaya koyacaktır.
Hani Anadolu Ajansı doğru haber yapıyormuş gibi 99’uncu kuruluş yıldönümü mesajında genel müdür koltuğunda oturan görevli arkadaş “doğru haber” vurgusu yaparak milleti şenlendirdi ya, doğrusu YSK’nın durumu da resmen trajikomik. Bir ülkede tek kanaldan seçim sayımı bildirimi olduğu zaman ne gibi sıkıntılar doğabileceğini sayım kaynağını açıklayamayan, muhalefet öne geçince saatlerce veri güncelleyemeyen AA bir kez daha demokrasinin sadece seçimlerle değil, kurumlar, kurallar ile yaşayabileceğini ispatladı.
Yine de bu seçimim en eğlenceli gelişmesi iktidardaki siyasi partiler koalisyonunun büyük şehirlerde memnun olmadıkları sonuçları karşısında “organize usulsüzlük” iddiasında bulunmaları oldu. Seçim güvenliğinden kim sorumlu? Görevi dolan YSK üyelerinin görev süreleri teamüller aksine kim uzatıp, bu üst mahkemeyi şaibeli duruma soktu?
Aklıma Nasrettin Hoca’nın kaz hikayesi geldi.
Timurlenk Nasrettin Hoca’dan dört kaz istemiş. Hoca Timur’a üç kaz getirmiş.
Timur ne kadar “Bunlar eksik, ben dört dedim burada üç tane var” demişse de Hoca o üç kazın dört kaz olduğunda ısrarlıymış. Mesele matematiğin ispat denen çözüm yoluna gelmiş dayanmış.
Timur dört muhafız çıkarıp “Burada kaç adam var?” diye sormuş. Hoca “Dört adam var” deyince Timur adamların hepsine birer kaz yakalamasını emretmiş. Adamlar birer tane yakalayınca sonuncusunun eli boş kalmış. Timur “Hoca, hani dört kaz vardı? Bak dört adamdan birinin eli boş kaldı” deyince Hoca durur mu, cevabı yapıştırmış “O da elini çabuk tutsaydı o da bir tane tutardı!”
Bakalım kaçıncı tur sayımda dördüncü kaz bulunacak…
Kadı efendi, adaletinle bin yaşa…
Hazır kazları saymaya başlamışken, aklıma bir de ördek fıkrası geliverdi. Rahmetli Süleyman Demirel anlatmıştı bir zamanlar adaletin terazisinin ayarının bozulduğundan kelam ederken…
Osmanlı döneminde, yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor. Karakuşi Kadı, fırıncıya “Ben bunu aldım” demiş.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: “Hani bizim ördek?” diye sormuş.
Fırıncı boynunu büküp “Uçtu” deyince, iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.
Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar.
Ördeğin sahibi, “Bu adam ördeğimi çaldı” diye şikâyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: “Ne yaptın bu adamın ördeğini?”
Fırıncı “Uçtu” demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış: “Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil” diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: “Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslüman’ın tek gözü çıkarıla...”
Karakuşi Kadı, “Şimdi fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız. Şikayetinde ısrar ediyor musun?” demiş
Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş.
Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da Karakuşi Kadı, “Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak” diye hüküm kesmiş. Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış.
Kadı Yahudi›ye sormuş: “Senin şikayetin ne?” Yahudi ellerini açmış, “Ne diyeyim kadı efendi” demiş, “Şikayetci değilim, adaletinle bin yaşa sen, e mi!”
Bu fıkrayı niye anlattım? Varın onu da siz bulun sevgili okurlarım.