UNESCO ve “kapı önü sohbetleri”
Orhan GÜRDİL İspanya’da “kapı önünde yapılan sohbetlere yani dedikodulara “AL FRESCO” deniliyormuş. 1400 nüfuslu Algar Kasabasının Belediye Başkanı Jose Sanchez kapı önle...
Orhan GÜRDİL
İspanya’da “kapı önünde yapılan sohbetlere yani dedikodulara “AL FRESCO” deniliyormuş. 1400 nüfuslu Algar Kasabasının Belediye Başkanı Jose Sanchez kapı önlerinde oturup dedikodu yapan sakinlerin bu sohbetleri alışkanlık haline getirdiğini görünce somut olmayan Kültürel Miras Listesi’ne girmesi için UNESCO’ya başvurmuştur. Gıybet Kültürel Miras sayılır mı? Diye düşünmeyi bir tarafa bırakalım. Yeri gelmişken bir anımı sizlerle paylaşayım.
Ankara Mithatpaşa caddesi üzerinde 60’lı yıllarda rahmetli olmuş bir paşanın köşkü vardı. Şimdi çok katlı bir bina oldu. Bu köşkte paşanın hanımı ile oğlu Şahap Koptagel adlı T.C. Devlet Karayollarında çalışan Zeki Müren’in en yakın arkadaşlarından hatta dostlarından birisi idi. Yaşlı anne ise benim diyen aşçıyı cebinden çıkaracak kadar çeşitli ve lezzetli yemekler yapardı. Zeki Müren Ankara konserleri sırasında vaktinin büyük bir bölümünü burada geçirirdi. Bir gün Zeki Müren, Yıldırım Önal, Zehra Eren, Tekin Akmansoy, Sevim Çağlayan, Haluk Kurtoğlu, opera sanatçısı Mesude Çağlayan, Muazzez Kurtoğlu, genç oyuncu Elif Türkan yoğun bir sohbete dalmışlardı. Sohbet ne sanat ne de müzikti. Hep bir ağız birliği içinde çeşitli birçok sanatçıyı çekiştirme yarışı içinde idiler. Zeki Müren dedikoducuları uyarır uyarmaz. Sevim Çağlayan “Zekiciğim dedikodu yağsız yemeğe benzer, bırak biraz daha çekiştirelim” diyerek dedikodunun ne kadar elzem olduğunu ortaya koymuştu. Bu arada bende burada yani gıybet yapmadan duramazdım. Sevim Çağlayan 50’li 60’lı yılların ünlü ses sanatçılarından birisi idi. Bir ara TRT mikrofonları ve görüntüleri ile kısa zamanda şöhret olmuştu. Alabildiğine şuh ve saksı görüntüsü ile dikkat çekiyordu. Ankara Gençlik Parkı içinde göl Gazinosu adı ile bir eğlence mekanı bulunuyordu. Türkiye’nin, Ortadoğu’nun hatta Balkanların en muhteşem müzikholü idi. Havaya kalkan pisti yerli yabancı sanatçı ve revilerle adete Türkiye’nin eğlence merkezi idi. Sahibi rahmetli Selahattin Utin bana Zeki Müren programını bitiriyor, uzatmıyor. İstanbul’da Maksim’de çıkacakmış. Anlaşması varmış. Yerine kimi getirmek istedimse de yaz başı olduğu için ünlü sesler kapalı gazinoda çalışmak istemiyorlar, turneler onlara daha cazip geliyor. Bir solist bulmalıyız. “Sen bu işlerden anlarsın” diye sıkıntısını bana aktardı. Sevim Çağlayan o yıllarda öyle bir gazino da sahneye çıkmak istiyordu. Çağlayan’la Kızılay’a Filango adlı pastane de buluştuk. Göl gazinosunda çalışıp çalışmayacağını sordum. Şaşırdı. Rüyalarıma giriyordu diye cevap verdi.
Sevim Çağlayan gazinolarda çalışmamıştı. Başaramazsam diye korkusu da vardı. Düşünelim ne yapabilirim diye zaman istedi. Zeki Müren bir hafta sonra programını tamamlayıp İstanbul’a dönecekti. Önümüzde vakitte azdı. Sevim Çağlayan’la birkaç kez buluştuk. Benden ilgi çekecek hatta bomba tesiri yaratacak bir buluşla sahne çalışmalarına başlayabilirim demesi üzerine. Kafamdaki düşünceyi Çağlayan’a anlattım. Transparan kumaştan yapılmış bir elbiseyi vücuduna yapılacak şekilde giyecek, sahneye ise bir istiridye kabuğu içinde çıkacaktı. Teklifimi beğendi hem de çok beğendi. Kafasında bazı acabalar vardı. Korkma, Zeki Müren’in bir lafı var. “Reklamın iyisi de kötüsü de reklamdır.”
Çağlayan’ın bu çıkış sahnesi kafasına yatmıştı. Selahattin Utin ile bir anlaşma yapan sanatçı derhal terzilere, istiridye kabuğunu yapacak olan marangozlara koştu. Bir yandan da sahne de söyleyeceği şarkıları seçiyor ve saz ekibi eşliğinde geceli gündüzlü prova yapıyordu. Bu arada Ankara’nın duvarları Sevim Çağlayan’ın resimleriyle donatılmıştı. Gala gecesi belirlenmişti. Ankara ve Ankara’nın çevre illerden pek çok meraklı rezerve yaptırmış. Gazino ağzına kadar Türk müziği severleri tarafından doldurulmuştu. Kapıdan dönenlerde vardı. Sevim Çağlayan çıplak vücuduna transparan kumaştan yapılmış ten rengi ışıltılı bir tuvalet içinde alabildiğine şuh ve göz kamaştırıyordu, sanatçı tabii bu arada kilotlu idi.
Artık Sevim Çağlayan’ın rüyası gerçek olacaktı. Işıklar söndü, istiridye kabuğu şeklindeki parlak yuva sahneye kondu, Sevim Çağlayan gelip içine girdi. Işıklar yandı. Kalabalık saz ekibi coşkulu bir müzikle Sevim Çağlayan’ın kabuğun içinden çıkışına eşlik diyordu. Herkes hayret içinde coşku ile sanatçıyı alkışlarken bazıları da hayretle çığlık atıyordu ve şarkıcıyı süzüyorlardı. Kuvvetli ışık Çağlayan’ın üzerine yansıdığı anlarda üzerinde hiçbir şey olmadığı görüntüsü ortaya çıkıyordu. Evet sonra ne oldu dersiniz anadan doğma sahneye çıktı diye sanatçı tutuklanıp, karakola götürüldü. Dedikodu hakikaten çok tatlı bir muhabbet.