Erkut Taçkın 1942 – 2020
Güle güle iyi insan…[/caption]
Erkut Taçkın
1942 – 2020
GÜLE GÜLE İYİ İNSAN…
7 Eylül 1942 tarihinde denizci bir subayın oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Babasının adı Namık Taçkın’dır. Bir abisi vardır. İlk ve ortaokulu bitirdikten sonra Heybeli adadaki Deniz Harp Okulu lisesine girdi. 1955 yılında Deniz Harp Okulu ve Lisesi “Genç Denizciler” orkestrasına katılarak müzik hayatına başladı. Genç Denizciler “Somer Soyata Orkestrası” olarak da bilinir.
Erkut Taçkın, ayrıca Silahlı Kuvvetler yüzme şampiyonu da oldu.
Deniz Harp Okulu ve Lisesi Orkestrası ve Lokal Gurubu gerçek anlamda vokal yapan ve Rock’n Roll çalan ilk müzik topluluğu olarak tarihe geçti. Orkestrada Güngör Yücel, Ersin Yüce, Erkan Gürsal, Durul Gence, solist olarak da Erkut Taçkın vardı.
İlk sahne deneyimini 14 Mart 1956 tarihinde gerçekleştirilen Askeri Tıbbiyeliler Balosu’nda yaşadı. Bu konserde Erkut Taçkın, vokalin yanı sıra grup arkadaşlarının eline tutuşturduğu trompeti de çalmaktaydı. Hareketli bir mizaca sahip olan Erkut Taçkın, bu dönemde “rock’n roll” tarzında karar kılmıştı. Okul haricinde de çalmak isteyen grup bir süre sonra grubun ismini Erkan Gürsal’ın takma ismi olan Somer Soyata olarak değiştirdi.1958 yılında kendilerini okuldan ayrıldı ve en kısa zamanda askerlik hizmetini yaptı. 1961 yılının sonunda Erkut Taçkın, Güngör Yücel ile Ankara’ya yerleşerek Durul Gence‘nin yer aldığı SSS Sextet’e katıldı.
1962 yılının yaz aylarında Erkut Taçkın Almanya‘ya işçi olarak gitmeye karar verdi. Grup, bu nedenle, son konserini de Ankara Koleji’nde verdi. Jüpiter Kenteti’nin kurucusu ve gitaristi Yurdaer Doğulu‘da bu konser için gruba katılmıştı.
Almanya’ya nişanlısı ile beraber gitti orada evlendi. İki yıl sonra boşandı.
Erkut Taçkın, Almanya’ya işçi olarak gittiğinde Ford fabrikasında sekiz ay çalıştı. Bu dönemde Münih‘teki arkadaşlarının daveti ile aralarında Alman müzisyenlerin de bulunduğu “Black Points” adlı müzik grubuna katılıp 1966 yılına kadar Münih’te müzik yaptı. Bu grup 1965 yılında Durul Gence‘nin Almanya’ya geçişi ile Erkut Taçkın ve Durul Gence 5’lisi adını aldı.
1966 yılında ülkemize gelen topluluk, vokalde Erkut Taçkın, bateride Durul Gence, orgda Tanju Öğe, ritm gitarda Sepp Federauer, solo gitarda Fritz Lutz ve basta Heinz Escher’den oluşuyordu. Grup, Türkiye’ye geldikten sonra beat müziğinin sürükleyici lokomotif gruplarından biri oldu.Grup, 1966 yılında bir kadro değişikliğine uğrayarak, Fritz Lutz, Metin Altın (saksofon, flüt), Okan Dinçer (org), Boo Suder (bas ve gitar), Durul Gence ve Erkut Taçkın’dan oluşan bir kadroya evrildi.1967 Mayıs’ında easy listening ve stüdyo orkestrası olma yönünde değişim geçiren Durul Gence 5’lisinden Okan Dinçer ile birlikte ayrılan Erkut Taçkın, Dinçer’in kurduğu “Okan Dinçer ve Kontrastlar” ile birleşti.Erkut Taçkın, bu orkestra ile 1968 yılında yaptığı “Mühür Gözlüm” adlı 45’lik plağı kariyerinde önemli mihenk taşını gerçekleştirdi. Erkut Taçkın, 1968 yılında “Okan Dinçer ve Kontrastlar” orkestrasından ayrılarak; Durul Gence ve Yurdaer Doğulu‘nun da yer aldığı Emin Fındıkoğlu‘nun kendisi için kurduğu büyük orkestra ile çalışmaya başladı1969 sonrasında ise Erkut Taçkın, kısa süreli gazino ve klüp çalışmalarında bulundu. 1975 yılında yaptığı “Beyaz Ev” adlı şarkısı hala akıllardadır.1976 yılının Şubat-Kasım ayları arasında Ayten Alpman ile sahnede bir ikili oluşturdu.
1978 yılında müziği bırakacağını açıkladı. 1980 yılının hemen başında Güney’de bir otel satın alan Taçkın’ın profesyonel müzik hayatı böylelikle sona ermiş oldu. Rock’n’Roll kralı Erkut Taçkın, profesyonel müziği bırakıp Kalkan’da bir otel satın aldı. Böylelikle Taçkın müziği bırakmamakla birlikte sahneye ara vermiş oldu.
1990’ların ikinci yarısında Bolluca Çocuk Köyü yararına yaptıkları konserler ile yeniden toparlanan Durul Gence ekibinin solisti olarak sahne aldı.
2000’li yılların ikinci yarısından itibaren müzik çalışmalarına devam etti.
Erkut Taçkın, 1962 yılında ilk evliliğini yaptı. 2 yıl sonra boşandı. İkinci eşinden olan oğlu Namık Buğra Taçkın, 17 Ağustos 1989 tarihinde bir trafik kazasında 21 yaşındayken öldü. Erkut Taçkın bugüne kadar iki kere evlenmiş, boşandı.
1967 yılında Ertem Eğilmez yönetmenliğinde “Ömre Bedel Kız “ adlı filmde Kartal Tibet ve Fatma Girik ile birlikte oynadı. Yine 1967 yılında “Devlerin İntikamı” adlı filmde Fikret Hakan ve Tanju Gürsu ile birlikte oldu.
Erkut Taçkın ile yurt içinde ve yurt dışında uzun yıllar birlikte olan birlikte çalışan değerli müzik insanı Durul Gence geçmişte gerçekleştirilen bir röportajda arkadayşının topluluğa katılışını ve rock’n’roll’a gönül düşürmelerini şöyle dile getirmişti:
“1957 yılında ‘Rock Around the Clock’ filmi Türkiye’de gösterildi. Müziği radyodan ve plaklardan duymuştuk ama görsel olarak ne ifade ediyor, bilmiyorduk. Filmi gördük, çarpıldık! O sıralarda Erkan Abi, çok sevdiği Platters’ın etkisiyle grubu genişletmenin yollarını arıyordu. Bana ısrar etmeye başladı: ‘Senin sınıfında yetenekli arkadaşlar yok mu? Şu grubu genişletelim, büyük bir vokal grubu oluşturalım ve çoksesli müzik yapalım…’ Aklıma Erkut (Taçkın) geldi. Hem eski arkadaşım, hem çok iyi bir kulağı var, hem de ritmik yeteneği fazla olduğu için güzel dans ediyor… İyi kulağı olduğunu çaldığı ıslıktan anlamıştım.”
45’LİK PLAKLARI:
1966 – Johnny Guitar / Pretty Woman
1966 – Hang On Sloppy / Come On And Say
1966 – Cadillac / Ann Louise
1966 – Time Is On My Side / Blue Bayon
1968 – Mühür Gözlüm / Özlem
1970 – Son Gece / Komşu Kızı
1975 – Erkek Olana / Gitmek Düştü Bana
1975 – Beyaz Ev / Seni Görünce
1978 – Sevgi Çağı Çocuğu /Sorsam Ki
ALBÜMLERİ:
1975 – Doğa ve İnsan
2005 – Bir Zamanlar
FİLMLERİ:
1967 – Ömre Bedel Kız
1967 – Devlerin İntikamı
NOT: Bu yazı ‘Biyografi net'ten alıntıdır…
İş Sanat’ta müzik kesintisiz sürüyor
SEMPLİCE Quartet Alman besteci Ludwig van Beethoven’ın 250. doğum yılı için hazırladığı “İyi ki Doğdun Beethoven” başlıklı konseri ile klasik müzik severlerin karşısına çıktı. Murat Anıl Erginol (keman), Deniz Toygür Conus (keman), Pınar Dinçer (viyola) ve Burak Ayrancı’dan (viyolonsel) oluşan Semplice Quartet, bestecinin erken ve geç dönemlerinde yaylı dörtlü için bestelediği iki eserini seslendirdi. Konser, Beethoven’ın doğum günü olan 17 Aralık akşamı saat 20.30’dan itibaren İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarından ve internet sitesinden ücretsiz yayımlandı. Etkinlik sezon sonuna kadar izlenebilecek.
PROGRAMDA ŞU ESERLER SESLENDİRİLİYOR:
L. v. Beethoven String Quartet No.2 Op. 18
I. Allegro
II. Adagio cantabile – Allegro – Tempo I
III. Scherzo: Allegro
IV. Allegro molto, quasi presto
L. v. Beethoven String Quartet No.11 Op. 95 “Serioso”
I. Allegro con brio
II. Allegretto ma non troppo
III. Allegro assai vivace ma serioso – Più allegro
IV. Larghetto espressivo– Allegretto agitato
Metroda bir kemancı
SOĞUK bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca 6 Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider...
Kemancı çalmaya başladıktan ancak 3 dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
[caption id="attachment_200343" align="alignright" width="296"]
Metroda[/caption]
Kemancı ilk 1 dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise 3 yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
[caption id="attachment_200344" align="alignright" width="271"]
Sahnede[/caption]
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konserin biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler şunlardı: Sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?
Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise; dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa başka neleri kaçırıyoruz acaba?
NOT: Bir Sosyal Medya paylaşımından alıntıdır…
“Müzikte, Sinemada ve Edebiyatta 2000 Sonrası Arabesk Yeniden”
NotaBene Yayınlarından çıkan derlemede 17 yazar; 2000'li yıllarda arabeskin edebiyat, sinema ve müzikte nasıl yenilendiğini ve mevcut ekonomik / politik iklimden nasıl beslendiğini ele alıyor. Çalışmada “İsyanın dili arabesk mi? Arabesk, rap müzikle nerede tanıştı? Nostalji arabesksiz yapamıyor mu? Müslüm filminin üstünü çizmeden altını çizmek mümkün mü? Neden edebiyatın sokaklarında ‘Bangır Bangır Ferdi Çalıyor?' Behzat Ç. çilekeş mi, çaresiz mi, Che mi?” gibi sorulara yanıt aranıyor.
“Sıradanlaşan Yaşamın Restorasyonu: Arabesk!” başlığında Z. Tül Akbal Süalp, Aydın Çubukçu, Yasemin Yazıcı;
“Kenardan Merkeze: Popüler Müziğin Kalbinde Yaşayan Arabesk” başlığında Naim Dilmener, Uğur Küçükkaplan, Yetgül Karaçelik, Anıl Sayan, İrem Elbir, Onur Serdan Çarboğa;
“Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına” başlığında F. Serkan Acar, Oya Yağcı, Pınar Fontini;
“Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk” başlığında Nil Sakman, Sibel Öz, Hakan Güngör, İsmail Afacan ve Arzu Eylem,
arabeskin kendini hangi yüzlerde ve biçimlerde güncellediğine dair makaleleriyle, arabeskin bugününü tartışıyor.
Çalışmayı hazırlayan Sibel Öz ve İsmail Afacan, “Güncel planda arabesk konusuyla ilgili akla gelen soruların ideolojik, siyasal, kültürel yanıtlarını aramak kadar, yeni formlarla yeniden yükselen değer haline getirilen arabeskin müziğe, sinemaya ve edebiyata yansımalarını tartışmak ve özellikle hayatın kılcal damarlarındaki izlerini sürmek de önemli. Arabesk üzerine geçmiş yıllarda yapılan çalışmalar, 2000 sonrasını ele alan tarihsel ve sosyolojik arka plan araştırmalarıyla sürmek ve güncellenmek zorunda. O zaman sorumuzu yineleyelim: Arabesk Yeniden... Neden?” diyor.
KÜNYE
Müzikte, Sinemada ve Edebiyatta 2000 Sonrası Arabesk Yeniden
Basım Yılı: Aralık 2020, Hazırlayan: Sibel Öz, İsmail Afacan, NotaBene Yayınları, 224 sayfa