Türkiye'nin kırmızı çizgileri
Yusuf KANLI
Kıbrıs sorununa ne Metaxas (1974’den bu yana Eleftheria) meydanındaki ne de Dikilitaş’ın bulunduğu Sarayönü meydanındaki hissiyata bakarak çözüm bulmak mümkün değildir. Elbette o meydanlarda ne konuşulduğu, gerek Kıbrıs Türk halkı gerekse Rum halkı ne düşünürler, ne isterler önemlidir ama tek başına herhangi bir karara temel teşkil edemez.
Kimse kaşını kaldırıp, kızgınlıkla ileri geri laf etmesin, hayatın gerçeği bu. Elbette ki Kıbrıs Türk halkı da, Rum halkı da ve Maroniti, Ermenisi ve Romanıyla tüm azınlıklar önemlidir, ama ne Kıbrıs onlardan, ne de Doğu Akdeniz sadece Kıbrıs’tan müteşekkil. Hani Annan planı döneminde Kıbrıs Türk tatlı su solcuları Kıbrıs’ın artık stratejik önemi kalmadığını, gelişen silah sistemleri sayesinde ne Türkiye’nin ne de başka ülkelerin Kıbrıs’a stratejik olarak ihtiyaçlarının kalmadığını falan söylüyorlardı ya, cahilliklerinden değilse kötü niyetlerinden öyle diyorlardı. Yoksa o zamanki liderleri de kendileri de iyi biliyorlardı saçma sapan konuştuklarını.
Sadece Süveyş kanalı değil, ezelden beri Kıbrıs dünya ticareti açısından önemlidir. Doğu-Batı ticaretinde Kıbrıs’ın önemini arkeolojiye biraz meraklı, ya da biraz gezerken görebilmeyi beceren arkadaşlar gömüş olmalıdırlar. Bilmem kaçınız gitmiştir, görmüştür. Girne kalesindeki batık gemi müzesi canlı şahittir adanın her daim ne önemde olduğuna. Bakmayın çarpık, bana neci, ihmalkar ve düpedüz cahil turizm ve kültür yönetimi sayesinde altının on yıldan fazladır paspas kovası, temizlik malzemesi deposuna dönüşmesini, batık gemi tarihin şahididir.
Yine aynı martaval diyeniniz çıkacaktır muhakkak, ama ne yapayım gerçek bu. İngiltere’nin Kıbrıs’ta işi ne? Londra ile Lefkoşa arasında kaç kilometre var? Peki Fransa? Hadi İngiliz eski sömürge falan filen sebeple iki egemen askeri üs karşılığı adaya bağımsızlığını verdi, özel statüye sahip oldu. Ya Fransa? Peki Rusya? Veya ABD? Hele Fransa… Adanın üç garantörü de olmayan ama emperyalist halüsinasyonları devam eden Fransız devleti Kıbrıs Rumlarıyla, silah tedarikini de içeren, deniz ve hava üssü imkanları olan bir anlaşma yapabiliyor. Garanti anlaşmasına aykırı ve Türkiye’nin müdahale edebilme imkanı doğan, edecek demiyorum, bir durum.
1792 kilometre uzunluğundaki Akdeniz kıyısına sahip olması, ortalama 30 milyar dolar turizm geliri elde ettiği, Ceyhan ve sair önemli hidrokarbon depolama ve liman imkanlarıyla dünya açısından önemli Akdeniz bölgesinin güvenliği açısından bile Türkiye Doğu Akdeniz’den koparılmayı muhakkak ki savaş sebebi (casus belli) sayma hakkına sahiptir. Ne Türk ana karasından bir taş atımı mesafedeki Meis ne Kıbrıs Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetme hezeyanlarında kullanılabilecek meşru enstrümanlar değildir.
Libya operasyonunu ve imzalanan deniz çıkar alanları paylaşımı mutabakatını – ki Mavi Vatan’ın sınırını tespit etmiştir – Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmek operasyonuna “Hayır asla” başkaldırısı olduğunu görmek gerekir. Türkiye’nin Libya’da ne işi var diyenlerin biraz da konuya “strateji” ve “Türkiye’nin ulusal çıkarları” pencerelerinden bakmalarında yarar var.
Milliyet gazetesine verdiği çok önemli ve ender mülakatta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın “Türkiye bir ana karaya hapsedilemeyecek kadar büyüktür. Türkiye nefesi kesilemeyecek kadar büyüktür, geniştir. Biri onu denemeye kalkarsa kendi nefesi kesilir. Kendisi nefes alamaz hale gelir. Dolayısıyla Akdeniz bizim mavi vatanımızdır, mavi vatanımızda bizim kırmızı çizgimizdir. Kırmızı çizgilere baktığımızda Kıbrıs vardır” sözleri kadar, devamında kullandığı “Özellikle Kıbrıs Türk toplumunun olduğu siyasi ve egemen eşitlik temeline dayanmayan hiçbir çözümün ve aynı şekilde doğal zenginlikler olarak kabul edebileceğiniz olası keşfedilen zenginliklerin adil paylaşımı bizim orada kırmızı çizgimizdir. Ve Türkiye KKTC üzerinden orayla yapmış olduğu anlaşmalar çerçevesinden elde ettiği hakları sonuna kadar kullanması kırmızı çizgimizdir. Bir diğer kırmızı çizgimizde Libya ile yaptığımız münhasır ekonomik bölgeye dair anlaşma. Ve orada oluşturduğumuz hat kırmızı çizgimizdir. Onun ihlaline de asla ve asla müsaade etmeyiz” beyanı kararlı bir siyasetin ve o duruşun gerektirdiği diplomatik ve askeri hareket kararlılığını sergilemektedir.
Tabii bazı arkadaşlar TC Dışişleri Bakanlığı üzerinden bazı kafa karıştırıcı politikaların da seslendirildiğini, Dışişleri ile Cumhurbaşkanlığı ve hatta askeri cenahın tam bir eşgüdüm içerisinde olmadıklarını söyleyebilirler. Doğrudur. Özellikle “Mavi Vatan” konsepti açısından Dışişleri içerisinde “çekingen” ve “diplomasi ağırlıklı” bir ekibin varlığı görülse de mevcut durumda “Mavi vatan” hususunun milli politika haline geldiği açıkça ortadadır.
Diplomasi cephesinde maalesef ne bu günün adaların statüsünün değiştirilmesi, işgali ve silahlandırılması ne dünün Girit soykırımı gibi Türksüzleştirilmesi kampanyalarına ya tümden sessiz kalma ya da “zamanı geldiğinde diplomatik cevap verme” bir opsiyon gibi görünse de, Türkiye realpolitiği, biraz da dış politikanın iç politika haline dönüştürülmesiyle, proaktif bir çizgiye evirilmiştir.
“Maraş açılır mı?” gibi abes bir soru oldukça uzun bir süredir tartışılmakta. Doğrudur, Maraş ile ilgili özel bir BM kararı da vardır ve “orijinal sahiplerine” geri verilmesini öngörmektedir. KKTC Maraş’ı açtığı takdirde elbette ki hem orijinal sahiplerine hem de son kullanıcılarına karar verme hakkı tanıyacaktır. Sahipleri arzu eder ise ya tamir karşılığı haklarının iadesi ve yapılandırılması, ya tazmin hakkını kullanabileceklerdir. Son sahipler açısından ise, ister 1974’de ayrıldıkları kullanımlarındaki yapı veya arazı bir Ruma veya Türk vakfına sahip olsun, öncelikli kullanma hakkına saygı gösterilecektir. Ancak, bölgenin KKTC toprağı olduğu tartışma konusu değildir.
Tüm bu tartışma içerisinde arkadaşın birisi Türkiye’nin Kıbrıs siyasetini bir partinin çıkarına bağlama gayretkeşliği ve basitliği içerisine girdi geçenlerde. Gelinen aşamada Kıbrıs’ta teslimiyetçi, Ruma şakşak yapmayı beceri sayan, “federasyon isteriz” ayağına çözümsüzlüğü ve teslimiyeti siyasi marifet sayan, Rum sosyalist AKEL partisiyle ilişki içerisinde olanları KKTC devletinin başından uzaklaştırmak, yaklaştırmamak şart olmuştur.
Geçmiş bayramınız kutlu olsun
Tüm okurlarımın geçmiş bayramını kutlar esenlikler dilerim.