Genel

Türkiye Yüzyılı Anayasası Sivil Anayasa, Güçlü Türkiye Sempozyumu

- İstanbul 2 No'lu Baro Başkanı Yasin Şamlı: - "Türkiye'de darbecilerin yargılanması tarihi bir dönüm noktasıdır. Vesayet odakları bir bir tasfiye edilip yargı, darbecilerin tahakkümünden kurtarılarak adalet terazisi ayağa kaldırılmıştır. Bütün bu güzel gelişmeler millet iradesine dayalı, yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasa ile taçlandırılmalıdır. Böyle bir anayasa tam bağımsız Türkiye yolunda büyük bir adım olacaktır"

Abone Ol

İSTANBUL (AA) - İstanbul 2 No'lu Baro Başkanı Yasin Şamlı, Türkiye'de darbecilerin yargılanmasının tarihi bir dönüm noktası olduğunu söyleyerek, "Vesayet odakları bir bir tasfiye edilip yargı, darbecilerin tahakkümünden kurtarılarak adalet terazisi ayağa kaldırılmıştır. Bütün bu güzel gelişmeler millet iradesine dayalı, yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasa ile taçlandırılmalıdır. Böyle bir anayasa tam bağımsız Türkiye yolunda büyük bir adım olacaktır." dedi.

Şamlı, Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nda düzenlenen "Türkiye Yüzyılı Anayasası Sivil Anayasa, Güçlü Türkiye" başlıklı sempozyumun açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti'nde bugüne kadar yapılan 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarının olağanüstü zamanların anayasası olduğunu söyledi.

Bir normun meşruluğu için hukuka uygun olması gerektiğini, demokratik olabilmesi için de milletin iradesine dayanması gerektiğini kaydeden Şamlı, darbe anayasalarında çokça hukuka aykırı hükümler bulunduğunu ifade etti.

Darbe ürünü olan 1961 ve 1982 anayasalarında hakimiyetin milletten alınarak vesayet odaklarına verildiğini vurgulayan Şamlı, "1961 ve 1982 anayasaları milletin iradesinin üzerinde devamlı vesayet kurumları oluşturdular. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu, Devlet Güvenlik Mahkemelerini bu vesayet kurumlarına örnek olarak verebiliriz." diye konuştu.

Şamlı, Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değiştirilip bireysel başvuru hakkı getirilerek vesayet odağı olmaktan çıkarıldığını ancak milletin iradesine dayalı bir anayasa olmadıkça bu tehlikenin geçtiğini söylemenin mümkün olmadığını dile getirdi.

Bütün darbelerin yargı eliyle tamamlandığına dikkati çeken kaydeden Şamlı, son yıllarda 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbecilerinin yargılandığını, 2020 yılında ise Yassıada mahkemesinin verdiği bütün kararların hukuki dayanağının TBMM tarafından kaldırıldığını hatırlattı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bütün darbecilerin yargılanıp, hukuka aykırılıkların mahkeme hükmü veya kanunla ortaya konulmuş olduğunu ifade eden Şamlı, şöyle devam etti:

"Türkiye'de darbecilerin yargılanması tarihi bir dönüm noktasıdır. Vesayet odakları bir bir tasfiye edilip yargı, darbecilerin tahakkümünden kurtarılarak adalet terazisi ayağa kaldırılmıştır. Bütün bu güzel gelişmeler millet iradesine dayalı, yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasa ile taçlandırılmalıdır. Böyle bir anayasa tam bağımsız Türkiye yolunda büyük bir adım olacaktır. Aynı zamanda büyük bir mesaj da olacaktır."

- Uluslararası hukuk eleştirisi

Günümüzde yaşanan katliamlara, soykırımlara ve bunların karşısında uluslararası hukuk kurumlarının durumuna bakıldığı zaman dünyada da adalet terazisinin yerlere indirildiğini gördüklerini söyleyen Şamlı, "Günümüzün en önemli uluslararası hukuk kurumları olan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi görevlerini icra edemediklerinin bütün dünyaya yüksek sesle haykırılması, mazlumlar, mağdurlar ve bütün insanlık için çözümler üretilmesi için zorunludur. Aksi takdirde sömürüler, köleleştirmeler, katliamlar, soykırımlar devam edecektir ve maalesef devam ediyor. Dün Bosna, Srebrenitsa, bugün Gazze. Şu anda dünyaya hakim olan medeniyetten adalet ve barış beklenmesi mümkün değildir." ifadelerini kullandı.

Hukukçular olarak Gazze'de yaşanan soykırıma, insanlığa karşı suçlara kayıtsız kalamayacaklarının altını çizen Şamlı, bu konuda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine yaptıkları başvuruya değindi.

Uluslararası hukuk kurullarını harekete geçirmek için yola çıktıklarını belirten Şamlı, şunları kaydetti:

"Önümüzde her halükarda kazanacağımız iki ihtimal vardı. Birincisi, şikayet dilekçesi verdiğimiz Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, bu dilekçedeki taleplerimiz doğrultusunda soykırım ve insanlığa karşı suç işlendiğini tespit edecekti. Bu halde kazanmış olacaktık. İkinci ihtimal, bu taleplerimiz uygun bulunmayacak ve dünyanın gözü önünde işlenen soykırım görmezden gelinecekti. Bu halde de kazanmış olacaktık. Zira bu kurumlar meşruiyetlerini kendi kararlarıyla bitirmiş olacaklardır. Bu halde de insanlık, meşru uluslararası hukuk kurumları kurmak yolunda ciddi adımlar atmak zorunda kalacaktır. Böyle bir zorunluluk üzerinde olduğumuzu düşünüyorum."