Kültür-Sanat

Tunahan Kurt: “Bir hikâye 2 hafta boyunca kafamın içinde dönüyorsa, o hikâye yazılmalıdır”

Polis memurluğundan film yönetmenliğine uzanan bir hayat hikayesine sahip olan Tunahan Kurt, ilk uzun metrajlı filmi “Karganın Uykusu” ile birçok festivalden ödülle ayrıldı. Filmde uyurgezer bir adam ve oğlunun öyküsünü izleyiciye sunan Kurt, yönetmenlik serüvenini ve “Karganın Uykusu”na dair merak edilenleri anlattı.

Abone Ol

Haber: Deniz Ali Tatar

Polis memurluğundan ödüllü yönetmenliğe uzanan bir hayat yolculuğuna sahip olan Tunahan Kurt, yönetmenliğini üstlendiği üç kısa filmi “Sükut”, “Kar Kirazı” ve “Tahtakurusu” ile birçok festivalde ödüllere uzandı. Bu kez ilk uzun metrajlı filmi "Karganın Uykusu" ile izleyicilerinin karşısına çıkan Kurt, sinemaya başladığı Adana şehrinde düzenlenen 30. Altın Koza Film Festivali’nde prömiyer yaptı.  

Festival yolculuğuna devam eden "Karganın Uykusu", karısının ölümüne neden olan Nasip isimli uyurgezer bir adamın hikayesini anlatıyor: Yaşadığı trajedinin ardından Nasip, oğlunun da aynı kaderi yaşamasını engellemek için elinden geleni yapmaya çabalar.

Altın Koza’dan 6 ödülle ayrılan film, 34. Ankara Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülü ve 13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde “Öğrenci Jürisi Ödülü” ile sürecine devam ediyor. Tunahan Kurt, polis memurluğundan yönetmenliğine geçiş sürecini, “Karganın Uykusu” filmini ve sinema yolculuğunu 24 Saat’e anlattı.

“Ortak hayallerle ilerleyen bir sinema mücadelesi”

Polis memuru olduğu süreçte de hep film yapma motivasyonu taşıdığını söyleyen Kurt, meslek hayatında sadece daha özgür bir şekilde harcama yapabildiğini söyledi. Sinema macerasının başlangıcına değinen Kurt sözlerine şöyle devam etti: 

“Öğrenmek ve deneyimlemek için; kameralar, lensler, ses ve ışık malzemeleri alarak kendimizce küçük bir ekipman topluluğu kurduk. Böylece ilk filmlerimi üretmeye başladım. Tabi bu süreçte yönetmen Nuri Cihan Özdoğan ile arkadaş olmamız ve ikimizin de ortak bir hayalinin olması, benim sürecimi çok daha hızlandırdı. Kısa filmlerle belli bir başarı yakaladıktan sonra, artık elimizde malzemelerle değil de bu işi daha profesyonelleştirme sürecimizin hızlanması gerektiğini fark ettik. Son kısa filmlerimiz için sinema kameraları ve ekipler kurmaya başladık. Bu süreç yavaş ilerleyen, ancak hedefe doğru giden yoldan gitmemizi sağlayan bir yapı içerisindeydi. Hikayelerim artık uzun bir senaryo haline geldiğinde, vaktimin de geldiğini anladım ve bu motivasyon ile çalışmalarıma devam ettim.”

Kısa film sektöründe çok başarılı çalışmalar yapıldığının altını çizen Kurt, “Gelişen teknoloji, kısa filmlere de bir uzun metraj filmi seti gibi gelişim yolculuğu sağladı. En son çektiğim kısa filmimin 4-5 günlük bir set süreci olmuştu. Karganın Uykusu ise 21 günde çekildi. Aslında ekip ve çalışma süreleri olarak arasındaki fark, sadece gün sayısı. Kısa film ya da uzun film içinde öncesinde uzun bir hazırlık süreci geçiriyorsunuz.  Yazım, ön hazırlık ve set. Aralarında değişkenlik gösteren tek şeyler günler. Ancak bir yönetmen için asıl mesele, anlatmak istediği hikayede uzun dakikalar boyunca belli bir ritim kurabilme ve karakterlerinin hikaye içindeki gelişimlerinde doğru aksiyonları verebilmesidir. Çalışması gereken asıl yer burası diye düşünüyorum” dedi.

“Uyurgezer hikayesi, içimi kemirmeye ve uykusuz bırakmaya başladı”

Yönetmenlerin bazen kendi hikayelerine âşık olduğunu ve yıllarca onu hayata geçirmek için bir mücadelenin içine girebildiğinden bahseden Kurt, böyle bir serüvenle “Karganın Uykusu” filminin hikayesinin ortaya çıktığını söyledi. Hikaye oluşturma sürecine değinen Kurt, “Yaşadığım bu uzun serüvenin ardından, artık bu hikayeden vazgeçmem gerektiğini anladım. Uzun süre yazdığı “Cennetin Köpekleri” ile vedaşlamalı ve yeni bir hikayenin peşine düşmeliydim. Bu hikaye daha çekilebilir olmalıydı. Hikaye arayış ve yazma sürecinde, kuzenimle Adana’da yaz aylarında damda yattığımız bir gece geldi aklıma. Teyzem uyurgezer olan kuzenimin ayağını bağlıyordu her gece. Bu hatıra bir anda bu konuya doğru beni süreklemeye başladı. Biraz araştırma yaptım. Bu durumun içimi kemirmesine ve beni uykusuz bırakmasına izin verdim. Benim kendimle şöyle bir çalışmam var. Bir hikâye 2 hafta boyunca kafamın içinde dönüp dolanmaya devam ediyorsa, artık o hikayenin yazılması gereklidir. Yoksa bir yük olur ruhunuza. O anda karar verdim ve bir uyurgezer hikayesi anlatacaktım. Birçok farklı denemeden sonra izlediğiniz versiyonun hikayesine ulaştım." dedi.

Hikâyenin merkezindeki Nasip karakterinin kötü bir insan olmadığını söyleyen Kurt, “Nasip’in yaşadığı şey bir hastalık. Tedavi olmayı denemiş ancak bir türlü çare bulamamış ve oğluna karşı aslında mahcup. Uykusunda işlediği bir cinayeti gizlemiş ve oğlunu da öldürmemek için direnen bir baba. Belki hayatta en mutlu anda yaşadığı uyku terörü ile tüm iç dünyası parçalanmış birisi. Ben izleyicinin Nasip’i köydeki ya da petrol istasyonunda çalışan birisi kadar tanımasını istedim. Çözmeye çalışsın merak etsin tam bir bütünlükte kuramasın ama dağın arkasındaki adam da olsun istemedim. Sonuçta bir anti kahraman hikayesi izletiyorum seyirciye. Nasip, hayattan mutluluk alacaklısı. Şöyle bir söz vardı: Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar; ya bir insan yolculuğa çıkar yada şehre bir yabancı gelir. Hayatta böyle değil mi aslında. Hiç beklemediğimiz bir zamanda ya da yerde, hayatımıza giren insanların yaşamlarımızı bambaşka bir düzleme doğru sürükleyebiliyor. Leyla da Nasip ve İsmail’in hayatına hiç beklemediği bir zamanda dahil oluyor. Onun gelişi ve Nasip’in gidişi de, hikayeyi bir finale götürüyor” dedi.

Filmin başrolü Ahmet Ağgün ile daha önce tanıştıklarından bahseden Kurt, cast sürecini ise şu şekilde anlattı: “Ahmet ile çalışmayı çok istiyordum, hatta bu konuda onu biraz da saklamış olabilirim. İlk benim filmimde olmasını istiyordum, çünkü çok yetenekli bir oyuncu ve muhteşem bir aurası var. Nesrin Yari ile beni Nihan Okutucu tanıştırmıştı. Ben de bir auditon istedim. Nesrin’in yüzü çok sinematikti ve rolü de çok iyi okumuştu. Yani açıkcası çok bir tereddüt içinde değildim. Küçük oyuncumuz Alperen benim kuzenim onunla da çalışmak istiyordum. Çok yetenekli ve ilerde çok daha büyük işlerde olacağına inanıyorum, hatta şuan uzun metraj bir sinema film teklifi aldı onun hazırlıkları içerinde. Eser ile ilk defa çalışma fırsatı buldum. Eser kendisini oyunculuğa adamış bir ruh. Ruh diyorum çünkü işi ruhu ile yapıyor. Yapmak istediği işin peşinde azimle giden birisi. Eser den deneme çekimlerini kendim aldım. Akşam izlemeleri yapıp yavaş yavaş kadroyu kurmam gerekiyordu. Eser, rol yapmıyor karakteri yaşıyordu. Eser, o petroldeki adamdı. İfadelerini göstermek için yüzünde ve bedeninde büyük hareketler içine girmiyordu. Onu da kafamda netlemiştim. Benim oyuncu seçimlerinde ilk baktığım şey hislerim. Hislerim genelde beni hiç yanıltmadı. Oyuncu ile tanıştıktan sonraki bir kaç saatlik gözlemlerin genelde beni doğru noktaya ulaştırıyor. Elbette devamında oyuncunun role bakışı meslek ile olan bağları vb durumlarda durumu şekillendiriyor ancak ben hala ilk hislerin çok kuvvetli olduğuna inanıyorum.”

“Adana bir sinema şehri”

Adana’nın bir sinema şehri olduğunu söyleyen Kurt, birçok dizi ve filmin Adana’da çekildiğini ve çekilmeye devam ettiğini söyledi. Kurt: “Adanalı sinemacıların, Adana’nın bir film kenti olmasındaki katkısı çok büyük. Hikâye konusunda çok verimli topraklar ve gün ışığından uzun süre faydalanabiliyorsunuz. Şehrin doğal bir atmosferi var. Ayrıca Adana halkı da sinemayı çok seviyor. Elbette zorlukları da var ancak her şehirde olduğu kadar” dedi. “Karganın Uykusu” filminin çekim sürecinin bir hayli maceralı detaylarla dolu olduğunu söyleyen Kurt, “Her filmde yaşanabilecek birçok aksilik ve mucize, bizim filmimizde de oldu. Ancak bizi en çok zorlayan süreç hazırlıktaydı. Sürekli bir sorun ile boğuşuyorduk. Umarım bir sonraki setlerimizde daha minimal maceralar içinde kalırız” dedi.

Filminin 30. Adana Altın Koza Film Festivali’nde prömiyer yapmasının bir Adanalı yönetmen için büyük gurur olduğunu söyleyen Kurt, “Adana’da kendinizi ev sahibi gibi hissediyorsunuz. Seyirci yönetmenine ayrıca sahip çıkıyor. Avrupa şampiyonu bir sporcunun, havalimanında karşılanması gibi bir heyecan ve gurur yaşıyor şehrin insanı. Festival sürecinde izlenen ulusal ve dünya sinemaları, workshoplar ile şehir de sinemada eğitim ve öğretim sürecine giriyor. Film yapmayı düşündüğümüz yıllarda tüm etkinliklere katılmaya çalıştığımız zamanlar geldi aklıma. Kimden ne öğrenebiliriz, hangi filmi izleyebilirim diye bir koşturmanın içine giriyorsun ve bu hayali yönetmenlik olan birisini çok besliyor. Ben de bu beslenmelerden geçtim. Adana Film Festivali her zaman daha da güçlenerek sinema ve izleyiciye hizmet etmeyi sürdüreceğine emin” dedi.

“Ocak ayında, Avrupa prömiyerimizi yapacağız”

Filmlerin ödüller almasının çok önemli olduğunu söyleyen Kurt, “Ben her ne kadar ödüllerin, filmin değerini tam olarak yansıttığını düşünmesem de, ödüller önemli. Yönetmen ve yapımcıyı bir sonraki proje için cesaretlendiren, motive eden ve filmin görünürlüğünü artıran en büyük etkendir ödül. Bizim sürecimizde devam ediyor. Ocak ayında Avrupa prömiyerimizi yapacağız. Cannes’da ‘shortlist’e  kaldık, ancak son filmler arasına giremedik. Bu heyecanı yaşamak benim için unutulmaz zamanlardı. Mayıs ya da Haziran aylarında vizyonda olacağız hemen arkasına bir dijital platform da film seyircisi ile buluşmaya devam edecek.” diyerek filmin izleyiciyle buluşmasının devam edeceğini müjdeledi.

Şu anda ikinci uzun metraj filminin hazırlıkları içerisinde olduğunu söyleyen Kurt, “İkinci filmin süreci biraz uzun olacak, ancak çekmecemde bulunan kısa hikayelerim var. Onları ilerde yapmak istiyorum. Şu an bilemiyorum ama bir anda yeni bir kısa film de çekebilirim, bilemiyorum. Biraz dinlenmem ve hikayelerimi demlemem lazım diye düşünüyorum” dedi.