Berna Karataş
Tiyatro salonları bir sezonu daha borçla açıyor. Ekonomik krizin gölgesinde olan tiyatrolar, kapalı gişe oynansa dahi giderleri karşılayamıyor. Perde açmaya hazırlanan tiyatrolar, vergiden KDV’ye, kiradan faturalara kadar çok sayıda artan maliyetle karşı karşıya. Tiyatro emekçileri, tiyatronun yeni sezondaki sorunlarını değerlendirdi. Bu çerçevede Bambu Sahne sahibi Ozan Demircioğlu, Devinim Tiyatro kurucusu ve Tiyatro Yönetmeni Ahmet Yapar ve Tiyatro oyuncusu Yaren Yıldırım ile konuştuk.
Bambu Sahne sahibi Ozan Demircioğlu, 2008 yılından beri tiyatronun içinde... Bu sezon 13 farklı eser ile sezona “merhaba” dediklerini bildiren Demircioğlu, Pandemi döneminin birçok tiyatro sahnesini kötü etkilediğini ve bu etkilerin devam ettiğini, kimi tiyatroların kapandığını kimininse borçlanarak devam etmeye çalıştığını anlattı. Bambu Sahne’nin de pandemi döneminde açıldığına değinen Demircioğlu, şunları söyledi:
“Kötü bir salgın sürecine denk geldi. Maalesef aylarca üretim yapamadığımız gibi epey de borçlandık. Daha sonraki sezonda ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın oyunumuza sağladığı destek ile borçların bir kısmını kapattık. Ardından da belirtilen şartlara uyarak tek kişilik eserlere ağırlık vererek oyun üretmeye başladık. Bu süreçte sahnemizin yeni olmasına rağmen seyircimiz yalnız bırakmadı. Az-çok demeden oyunlarımızı sahnelemeye devam ettik. Şimdilerde ise sahne olarak yaklaşık 12-13 farklı esere ev sahipliği yapıyoruz.
Sahnelerin varlığı, sadece Kültür Bakanlığı’ndan bir oyuna verilen destek ile sağlanamaz. Bu konuda yerel yönetimlerin bulundukları konum itibariyle ilçelerinde, illerindeki sahnelere ve tiyatrolara destek olması gerekmektedir. Ancak bu süreçler ya yakın ilişkilerle sağlanıyor ya da hiç sağlanmıyor. Tabii ki bunlar da yine yeterli değil, ekonomik süreçte tiyatroların rahatlaması için vergi dilimlerinin de “kamu” hizmeti yapan bir sınıfta değerlendirilmesi elzem. Aksi halde yapılan üretimlerle ayakta kalmak çok zor. O yüzden de tiyatro yapan sanatçılar hep alternatif bir iş düşünmek zorundalar, çünkü sadece bir oyun ile varlığını bırakın korumayı sürdürmesi de mümkün değil. Bizleri şu anda var eden tek noktamız ise: Seyircimiz…”
Demircioğlu, bakanlık ve yerel yönetimlerin “destek” noktasında bir anlayışa varmaları gerektiğini vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tiyatro Yasası’nın çıkarılması, vergi indiriminin getirilmesi, tiyatroda daha çok çalışan sağlanması adına sigorta desteğinin verilmesi gibi ilk akla gelenlerin gerçekleştirilmesi lazım. Sonrasında da daha özgün ve özerk biçimde varlıklarını devam ettirilmesi için salonların yaşaması ve bu tiyatroların ülkenin kültürel ve sanatsal gelişimini rahatlıkla göğüsleyebilmesi gerekiyor. Bu süreci, sadece bakanlığa yıkmak ideolojik bir bakıştan ileriye gidemez. Çünkü bu sorunlar yeni değil ve geçmişten geliyor. Bizim ‘hocalarımız’ dediğimiz kişiler, yıllarca bu kurumların yönetimlerinde, kurullarında bulundular. Onların şartları ile bugün 100 kişilik bir salonda tiyatro yapan bir sanatçının şartlarını bir koyalım ortaya. O zaman o kurumlara ve kurullarda bulunanlara da bakışımız değişir. Ne zaman bütün sorunları tüm yönetim mekanizmasına yıkarsak o zaman hepimizin sorunu olacak. Çünkü artık yakın ilişkileri olan kişilerin belediyelere ‘oyun sarması’ gibi bir kavramın olmaması gerekiyor. Veya bir tiyatrocunun bir belediye de işe başlaması ‘tanıdıklarla’ iş yapması gibi birçok durum mevcut. Bunlar kişisel gördüklerim ki benim göremediğim ve birçok kişinin yaşadığı durum da var. Hangi yerel yönetim bölgesinde bulunan tiyatroların varlığından haberdar? Hangi yönetim kendi ilinde, ilçesinde tiyatro izliyor? Salon şartlarını biliyor veya iyileştirmeye çalışıyor? Bütün örgütler, kurumlar sorun analiz etmekten yıldı. Biz artık yaşadığımız herhangi bir sorunu gündeme getirmek istemiyoruz. Çünkü bu x salonunun kapanması sorunu değil, ya da y’nin salonunun kapanması sorunu değil. Artık tiyatrolar, yaşadığı sorunlarla boğuşarak tekrar tekrar onu konuşmaktan ziyade özgün bir şekilde oyun üretmeliler, sanatlarına odaklanmalılar.”
Devinim Tiyatro Kurucusu ve Tiyatro Yönetmeni Ahmet Yapar, 14 yıldır sanatını sürdürüyor. Yeni bir sezonun heyecanını yaşadığını kaydeden Yapar, yeni ve özgün oyunlarla seyirciyi karşılayacaklarını duyurdu. Yüksek maddi sorunlarla karşılaşsalar da işini sevdiğini belirten Yapar, şunları anlattı:
“Bu sezon, 5 farklı tür oyunla sahnede olacağız. Tabi her oyunun farklı bir temposu, prodüksiyon ve yapım çalışması oluyor. Her oyunda farklı öyküleri anlatma, farklı karakterleri canlandırma, o kişileştirme, psikolojik özellikleri arama çabası hem yıpratıcı hem de oldukça bizi diri tutan bir durum. Bu heyecan olmazsa bu işi yapmayız. Ne kadar küssek, ne kadar maddi sorunlarla karşılaşsak da işimizi seviyoruz. Seyirci salona alınırken ki çıkan uğultu bizi dinamik kılıyor.
“Haliyle prodüksiyon, yapım giderleri de öz sermayeden karşılandığı için belli gider gruplarının kalemi daha da kalabalıklaşıyor. Verilen ödeneklerin bir şeyi karşılamasından öte o ödeneği almak için vergi, SSK / Bağkur gibi borçların olmaması gerekiyor. Oysa tiyatroların belini büken en büyük kalemler bunlar. Bunları kapatmazsanız ödenek alma şansınız pek yok. Alınan ödenek prodüksiyona kısmen yardımcı olsa da vergi ödemeleri noktasında yeniden borçlanmaya yöneltiyor kurumları. Bu anlamda yapılan ödenekler, devletin sağ cebinden alıp sol cebine konmasından başka bir şey olmuyor. Bunun yanı sıra pek çok salon kira – fatura giderleriyle de uğraşıyor. Dolayısıyla bu giderler arttıkça salon tahsis ücretleri de haliyle yüksek rakamlara varabiliyor.
Azıcık ödenek almak için fişlenmemek, kara listeye girmemek adına ses çıkarmayanlar var. Ama pandemi ile beraber örgütlenme kelimesini daha çok duymaya başladık. Hatta devlet kurumları, ‘Çatı örgütler oluşturun, öyle toplantı alıp kararlar verebiliriz’ demişlerdi. Nitekim o örgütler, pek çok tiyatronun katılımıyla kuruldu. Ama sürekli devlet yardımı, kurum yardımı vs. gibi talepler yaratıldı. Ben sürekli bu beklenti içinde olmaya karşıyım. Ağza bir parmak bal çalmakla olacak iş değil bu. Şimdiye kadar hiçbir sanat örgütü beni dinlemedi mesela. Ben hiç konuşmadım. Anadolu’daki tiyatrolar da öyle. E, o zaman kimin sorununu dile getiriyorsunuz? Her şey İstanbul’dan ibaret değil. İstanbul’dan göründüğü gibi de değil. Sermaye sevicilik… Çok koltuk kapasiteli lüks salon sahiplerinin ve ünlü / popüler tiyatroların derdinden ibaretse bu mesele herkese kolay gelsin! Bugün hâlâ devlet yardımı noktasında belli bir kriter yok. Kime neye göre verildiği şeffaf bir şekilde ortaya çıkmış değil. Hangi tiyatronun, hangi gerekçeyle kara listeye alınıp cezalandırılmaya çalışıldığı belli değil. Devlet Tiyatroları’nın indirimli salon tahsisini sıklıkla alan tiyatrolar kimin arkadaşı, kimin yandaşı olarak alıyor belli değil. Anadolu’daki salonlar yetersizlikten yıkılmış durumunda. Sadece yıllık üç beş kuruş sadakayı almak için mi örgütleniliyor? Kaç oyuncu işsiz? Geçenlerde bu nedenle intihar edenler oldu. Sosyal medya hesaplarından ölüm haberleri paylaşarak, üzüntü dile getirilerek olmuyor bu işler. Daha radikal ve keskin bir yol haritası çıkarmak lazım. Özeleştiriden kaçmamak gerekiyor. Elbette her tiyatronun sanat anlayışı, dünya görüşü, ideolojisi farklı, farklı da olmak zorunda. Ama bir noktada buluşulacaksa bu hem kurumsal bir değer hem de uluslararası bir vizyon ve güçte olmalı. Ve meselenin adını daha geniş yelpazelerde tartışıp daha çok kurum, sanatçı ile değerlendirip neticelendirilmeli. Bizim coğrafyada şu an bu çok mümkün görünmüyor. Dediğim gibi, toplum örgütlü değilse sanat da örgütlü değildir! Bu iktidar sürecinde diğer türlüsü boşa kürek çekmek gibi geliyor bana. Sanat anlayışına hâkim olmayan adamların koltuk sahibi olduğu bir yerde yürek tüketmek, onlara laf anlatmak oldukça yorucu.
Muhattap olacağımız kişi bu işlerin temelinden gelmeli. Şu an öyle bir kadro varsa bile bir elin parmak sayısını geçmez. Bu ülkedeki tiyatro sorunu, sadece tiyatroyu meslek edinenlerin değil, herkesin sorunu olmalı. Tüm ailelerin çocukları için gelecek sorunu olmalı, medeniyet sorunu olmalı. İşte bu nedenle önce toplumsal örgütlenme şart beraberinde gelişecek pratikler sayesinde sanatta bu örgütlenmeyi gerçekleştirecektir. Bunun örnekleri yakın tarihimizde mevcut. 1970’ler ve 1980’ ler buna örnek olabilir. Kurumdan önce seyirciyi, toplumu kendi yanına alan bir pratik üzerine daha çok düşülmeli.”
Sahneleri hep birlikte korumalıyız
3 yıldır Tiyatro oyunculuğu yapan Yaren Yıldırım, yeni bir oyunun maliyetinin sezondan çıkartılmadığını, Pandemiden bugüne tiyatroların hâlâ belini doğrultamadığını bildirerek şöyle konuştu:
“Dekor, kostüm, tasarım maliyeti binlerce lira ediyor. Bu paranın maliyeti, o sezonda oynanan oyunlardan çıkmıyor. Haliyle bu fiyatlar, bir şekilde biletlere yansıyor. Fakat bugün insanlar, kendi temel ihtiyaçlarını karşılayamazken bir tiyatro oyununa 250-300 lira vermeye çekiniyor. Yerel yönetimlerin, kültür ve sanata ciddi bir katkı sağlaması gerekiyor. Sahnelerin hepsi bizim, burası bizim hem ekmek teknemiz hem de yaşamlarımızın birçoğu burada geçtiği için ‘ikinci evimiz’. Seyircilerin ve tiyatroların bu sahnelere ihtiyacı var. Onları hep birlikte korumalıyız.”
Tiyatrolar sorunlarla boğuşuyor
Borçlu olan, giderleri karşılayamayan tiyatrolar, ayakta kalmaya çalışıyor. Sahnelerin varlığını, sadece Kültür Bakanlığı’ndan verilen destekle sağlanamayacağına dikkat çeken ilgililer, yerel yönetimlerin de kültür ve sanata ciddi bir katkı vermesini, Tiyatro Yasası’nın çıkarılmasını ve vergi indiriminin sağlanmasını bekliyor
Bunlar da ilginizi çekebilir