Taşlara çizilmiş hikâyeler

Sloganı, “Demokrasi, karanlıkta ölür” olan The Washington Post Gazetesi, 2 ay önce Nature Dergisi’ne dayanarak, 51 bin 200 yıllık bir çizim yayımladı. Sanatta hikâye anlatımının en erken örneği olduğu düşünülen resim, Endonezya'nın Sulawesi adasındaki bir mağarada çekilmiş.

Abone Ol

Şener Mete

İnsan benzeri üç figür ve bir domuzu tasvir eden resim, bir brifing ile tanıtılmış. Brifingde yapılan sunumda, "Hikâye anlatıcılığı insan evriminin çok önemli bir parçasıdır” denilerek, erken mağara sanatında, bir anlatıma ilk kez rastlandığı belirtilmiş. Bir bufalonun önüne kümelenmiş ve elleriyle hayvanı tutan figürlerin de bir anlatı olduğu kaydediliyor.
51 bin yıl önce günümüz insan türü olan homo sapiens, Asya ve Avrupa’da yoktu. Neandertal adı verilen uzun yüzlü, küçük çeneli, iri dişli, çok kalın kaşlı bir insan türüne aitti iki kıta. 40 bin yıl öncesine kadar yaşayan bu tür ile sanatın yan yana gelmesi düşünülmese bile kanıtlar, bunun tersini gösteriyor. Uzaya çıkan modern insanın yani homo sapiens’in, neardertallerle aynı noktadan başladığını düşünecek olursak, onların gelişiminin bizden çok daha uzun sürdüğü akla gelebilir. Nitekim BBC’de yer alan bir araştırmaya göre Afrika dışında yaşayan insanların genlerinin yaklaşık yüzde 2'sinin Neandertal genlerinden geldiği anlaşılmış. Şimdilik kesin olan husus, o insanların yüzbinlerce yıl boyunca iletişimlerini kurarken harf kullanmamış olmalarıdır. Dili nasıl kullandıklarına ilişkin bir kanıt da ortaya çıkmış değildir. Bu arada ilk insanların konuşmaktan çok, mağara resimleri çizerek anlaştıklarını söyleyenler dahi olmuştur. 
Bir dilin varlığını yazı gösterir. Yazı olmasa da dil gene de vardır elbette. İşaret dili, beden dili, haykırma, ıslık, çeşitli sesleri çıkarma gibi iletişim yollarıyla da insanlar anlaşır. Yazının icadı ise sadece 5.200 yıl önceye dayanır ama ondan önceki on bin yıllar boyunca iletişim nasıldı? Konuşma dilinin olmaması mümkün değil elbette. Ne var ki o sesler ve sözler, yazı olmayınca uçmuştur.

Dünyanın muhtelif yerlerinde birbirlerinden habersizce küçük topluluklar halinde yaşayan insanların iletişim bakımından tek ortak noktasının resim olduğunu görüyoruz. Genellikle yaşadıkları, bazen de buluştukları mağaraların duvarlarında bıraktıkları izler, kendilerinden sonra geleceklere birer mesaj niteliği taşıyor. 30 yıl önce Fransa’da, buzul çağından kalma bozulmamış tarih öncesi duvar resimleri bulunan bir dizi mağara keşfedilmişti. Durağan halde çizilen resimlere aykırı olarak bu resimlerde atlar koşuyor, gergedanlar boynuzlarını çarpıştırıyordu. Arkeologlar, bunun büyük bir keşif olduğunu belirtmişlerdi. Mağara resimlerine dikkatle bakarsanız, çizimlerin çoğunun kırmızı renkte olduğunu görürsünüz. Ancak siyah çizimler de vardır ve ister renkli ister siyah olsun, bu resimler mağara duvarlarında on bin veya elli bin yıldır durmaktadır.

1972 yılında Arkın Yayınevi, fasiküller halinde Cumhuriyet Ansiklopedisi basıyordu. Her fasikülün arka kapağı, resim sanatına damga vurmuş bir esere ayrılmıştı. Biriktirdiğim fasiküllerdeki bu örnekleri, Resim Sanatı adıyla ayrıca ciltlettirmiştim. O kitaptaki ilk resmin, Fransa’nın Dardogne bölgesinde iki çocuk tarafından rastlantıyla 1940 yılında ortaya çıkarılan hayvan çizimlerinden biri olduğunu, bu metni hazırlarken hatırladım. Sığırlar Mağarası’nda bulunan 3,5 metre boyundaki siyah renkle çizilmiş sığır resminin detayında, başka hayvanlar ve bir de çocuk yer alıyor. Aradan geçen 84 yıl içinde, resimlerin bulunduğu Lascoux Mağarası’ndaki 6 bin çizim kopyalandı ve orijinalinin korunması için mağara kapatıldı.

Resmin üç temel ögesi olan yüzey, derinlik ve hareket, mağara resimlerinde bulunuyorsa büyük bir sanat zenginliği sayılmaktadır. Yine Fransa’da Avignon yakınlarında keşfedilen 300 buz devri mağara resminden birinde, bir ayının bir panterin üzerinde durmasının çok önemli bir sanatsal mesaj olduğu belirtilmektedir ve bu eserler neandertallere aittir. History kanalındaki videolarda, en eski mağara resimlerinin, İspanya'daki üç mağarada keşfedildiği yer alıyor. Arkeologlar, bu mağaralarda merdivene benzer çizgiler, boyanmış el izleri ve topraktan elde edilen kırmızı aşı boyasıyla süslenmiş sarkıt yapı çizimleri keşfettiler. Uzmanlar, bunların bir dil becerisi olduğunu da söylüyor. Bir Japon profesör, mağara resimlerinin bulunduğu alanların ve akustiğinin, insanların belirli bir noktada çıkarabileceği veya duyabileceği seslerle ilgisi olup olmadığını araştırıyor.

The Guardian Gazetesi, mağaralarda yer alan sembolleri biraraya getirmiş. Bu sembollerde üçgenler, kareler, daireler, yarım daireler, açılar, çarpılar ve nokta grupları bulunuyor. Tekrar tekrar kullanılan işaretlerin sayısı, 26. Yorumcular bu durumun, kavramların sembollerle temsil edilmeye başlandığı bir döneme geçilmesi olabileceğini söylüyor. Örneğin, bir atın sırtını tasvir etmek için kullanılan dalgalı bir çizgi, farklı resim setlerinde tüm atı temsil etmeye başlamış. Veri tabanı, birçok sembolün farklı mağaralarda tekrarlanan kümeler halinde düzenlendiğini ortaya koyuyor. Mağaralarda Roma rakamlarına benzer sembollerin, 15 bin yıl önce ölmüş bir kadının kolyesinde bulunması, bunların sıradan karalamalar olmadığını gösteriyor. İşin ilginç olan yanı; Fransa’da bir mağarada yer alan daireler, açık bırakılmış açılar ve çapraz çizgilerin çoğu, Afrika'daki çok daha eski eserlerde de bulunuyor.

Amerika’da da 7 bin yıllık mağara ve kaya resimleri bulunmuştur. Yontma Taş Devri’nin bu resimlerini çizenlerin, Amerika kıtasına ne zaman geldiği bilinmese de Sibirya üzerinden Kuzey Amerika’ya geçtikleri tahmin ediliyor. 
Yontma Taş Devri içindeki Paleolitik ve daha yeni olan Neolitik dönemlerden kalma mağara çizimlerine Türkiye’de de rastlanmıştır. Balıkesir Dursunbey ve Mersin’de bulunan mağaralarda taş devrinden kalma duvar resimleri vardır ama bunların bilimsel olarak ciddi bir incelemesini ne yazık ki bilmiyoruz. Anadolu’daki kaya ve mağara resimleri içinde, Kağızman’ın Camuşlu Köyü dikkat çekicidir. Atatürk Üniversitesi’nde yazılan bir makalede, 1956 yılında bölgede görev yapan Mustafa Turan adlı öğretmenin bu köydeki kaya resimlerinin fotoğrafını çekerek Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu’na gönderdiği belirtilmektedir. Fotoğrafları gören Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten, burada bir çalışma başlatır. Yazılıkaya denilen yerde yüzlerce hayvan figürü bulunmaktadır. Ancak bunların bir kısmının üzeri kazınmış, bir bölümünün üzerinden de tükenmez kalemle geçilmiştir. Makalede, kaya resimlerinin 14.000 bin yıl öncesine tarihlendiği belirtilmektedir. “8 Ocak 1966 günü, hayatını Türkiye’nin tarih öncesi arkeolojisine adamış Ankara Üniversitesi’nden Kılıç Kökten, o zamanın zor koşulları altında at sırtında karlı bir günde geldiği bölgede ‘’Ferahladım, Prehistorya’nın hazinesi bunlar” demiştir.” 

İstanbul’daki Yarımburgaz mağarasının da Yontma Taş Döneminden kalma olduğu anlaşıldı. Bu mağara, Palolitik çağın Anadolu’daki en eski mağarasıdır. Duvarda gemi resmi vardı ancak mağaranın içinde çekilen bir televizyon filminde, bir havuz, sahne gereği dinamitle patlatıldı. Çatalhöyük, Truva, Öküzini, İnkaya, gibi birçok mağaramızdaki resimler ve figürler üzerinde çok az çalışma yapılmıştır. 15-20 bin yıl önce mağaralara resimler çizerek geçmişi günümüze aktaran yetenekler, gün gelip oradan bir aşığın geçeceğini ve duvara, içinden ok geçen kalp ve iki harf kazımakla ya da o resimlerin üzerine basınçlı boya püskürtmekle neyi amaçlamış olabileceğini akıllarına bile getirmemişlerdir.