Şu şeftali meselesi...
Yusuf KANLI
Kıbrıs kültürüne çok yakın olmayanlar bilmeyebilirler. Meyve ile hiç alakası olmasa da Kıbrıs kültüründe Şeftali kebabı özgün ve önemli bir yere sahiptir. Mısır’dan ithal ama adaya özgü pişirilen “Molohiya”, İngiliz sömürge idaresinden hatıra “Golokas”, kabaklı börülce ya da, ebe gümeci salataları, “ayak köftesi”, kereviz dalı turşusu, hellim gibi birkaç yemek gibi Şeftali kebabı da Kıbrıslı kimliğiyle özdeşleşmiş unsurlardır.
Kimine göre “Şef Ali köftesi” idi zamanla “Şeftali” oldu, kimisi Rumların “Şeftalya” köftesi Türkçeye öyle dönüştü iddiasında. Çok fark eder mi? Eskiden birkaç porsiyon yemeden duramadığımız ancak nüfus cüzdanı eskidikçe, kah kolesterol kaygısı, hak şeker ve sair sağlık sebepleri nedeniyle benim gibi birçok kişi çoktan yemek seçeneklerinin dışına veya en alt sıralarına ittiği bir lezzetten bahsediyorum.
Yenmeyince Kıbrıslı olunmaz mı? Bal gibi olunur, ama sağlık açısından sakıncalı olsa da arada sırada bir, hele bol ekşili börülce salatası eşliğinde, ince kıyılmış maydanoz, soğan ve sumak ile dürüm yapmak, akla zarar bir lezzet ortaya çıkarır.
Nasıl mı yapılır? Tonlarca değişik tarifi var. Özeti iyi yoğrulmuş, keyfe göre baharat eklenmiş, yumuşak olması için patates ve domates rendesi katılmış köfte harcı iyice yoğurulduktan sonra kuzu gömleğine baş parmak kalınlığında köfteler olacak şekilde sarılır. Harı azaltılmış ateşte iki turda pişirilir. Gömlek ne kadar ince ise, o kadar çıtır olur. Çıtır dış, yumuşak ve lezzetli köfte içiyle tam bir lezzet şöleni olur. Başkaları elbette değişik hazırlayabilirler. Hiç de en iyisi benim bildiğim tarif diyemem. Damak tadı ciddi bir konu.
Nereden bakılıyorsa bakılsın, hiç önemli olmayan kültürel öğeler bile bir an gelir kimlik tanımında hayati rol oynarlar veya öyle bir rol verilir onlara. Bu günlerde de birileri Şeftali kebabına öyle bir rol vermeye çalışıyor sanki.
Dünyada birkaç yer çok önemli kültürel kavşak noktalarıdır. Hatay, Antep, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Van, Beyrut, Şam, Kahire ve tabii Kudüs bu önemli kavşaklardandır. Hem kültürler arası kaynaşma noktaları hem de gastronomi laboratuvarları. Kıbrıs da öyle. Hangi yemeğin kökeninin ne olduğu, bir diğer kültüre geçerken nasıl bir evrim yaşadığı ciddi uzmanlık gerektiren bir alan. Ancak lezzet izlerinden gidersek bu coğrafyanın tümünde bir ortak damak tadının olduğunu görürüz. Nüanslar değişik kültürlere ortak tadın yansımasıdır sadece.
Birileri demiş ki “Şeftali’ye verilen önemi Korona virüs nedeniyle yaşadığımız sorunlarımıza bir türlü veremediler.” Ne kadar yüzeysel ve beylik bir genelleme. Yaşanılan bir pandemidir. Anlayamayan arkadaşlar evde oturmaktan çok alıştıkları rahat koltuklarından bir zahmet kalkıp bilgisayarlarında bir araştırma yapsınlar, olmadı artık evlerde kitaplıkları fuzuli şekilde işgal etmek haricinde bir işe yaramayan ansiklopedilere baş vursunlar. Bir önceki pandemi ne zaman yaşandı? O pandemi döneminde ne gibi önlemler alındı? Ekonomik etkileri ne oldu? Yeniden yapılanma nasıl sağlandı? Pandemi öncesi ile sonrası arasındaki global düzen nasıl değişti?
Zor sorular sordum değil mi?
Belki bu soruları boş verip Şeftalinin özelliklerini konuşmaya devam etmeliyiz.
Bir önceki bu ölçekteki pandemi ister adına “İspanyol Gribi” deyin, isterseniz Domuz Gribi 1” deyin dünyayı yıllarca ve çeşitli dalgalarla vurdu, altı milyondan fazla insan öldürdü, 1928 resesyonunun sebepleri arasında görüldü.
Gerek KKTC gerekse Rum komşularımız pandemiden çıkış planlarını uygulama aşamasına geldi. İlk ve orta eğitim 15 Martta başlasın, dükkanlar açılsın, hayat birkaç günde “normale dönsün” talebinde bazıları. Tur şirketleri, otelci arkadaşlar şimdiden turist getirme, otelleri, kumarhaneleri, kerhaneleri doldurma hesaplarına girdiler. Dükkan sahipleri “Yarın çok geç, bugün açılmalı dükkanlar” iddiasında. Zararlarını minimize etme derdinde iş dünyası. Doğaldır.
Ancak, ikinci dalgayı hiç mi düşünmüyoruz? Birçok hatırı sayılır analizde, bu arada Dünya Sağlık Örgütü de bu görüşte, Kasım ayı gibi ikinci bir dalganın geleceği, 2021’de de gücü azalsa da en az iki dalga daha salgın yaşanabileceği uyarısında bulunuluyor. Hiç mi ciddiye almayalım?
Efendim insan yapısı mı, doğal genetik evrimle mi ortaya çıktı bu virüs? Bu da yarının konusu. Bugün virüse karşı tedbirler alınma, en az zayiatla bu süreci atlatmaya odaklanmalıyız. KKTC son iki haftadan beridir yeni vaka görmedi. Bu çok iyi ve ümit veren bir durum. Yurt dışındaki akrabaların getirilmesi, hele kaybedilen vatandaşlarımızın vatan toprağına definleri insani ve meşru bir taleptir. Önlem ve karantina süreci dikkate alınarak yapılmalıdır. Tabii ki son kumarhanecinin oğluna yapıldığı gibi özel muameleden de kaçınarak bu işler yapılmalıdır.
Diğer yandan erken dışa açılıp uçaklar dolusu – ki yapılabileceğine de inanmıyorum – turisti adaya taşımak hem ekonomik hem de insani planlı cinayet olacaktır. Gerek devlet dairelerinin, gerekse dükkanların yeni normale dönmeleri, izolasyon ve diğer yeni normal unsurlarının tanımlaması yapıldıktan sonra olmalıdır.
Keşke Şeftali kebabının faziletlerinde kalsaydık, ancak bazı konularda susmak da yanlış olacaktır. Susulmaması gereken bir konu da Diyalog TV’nin uğradığı “susturma” operasyonudur. Diyalog TV programında veya yayınlarında ne denildiği veya denilmediği şikayet veya dava konusu yapılabilir, konum değil. Ancak edilen bir söz veya beğenilmeyen bir yorum nedeniyle bir televizyonun uydu iletimine son verilmesi kabul edilemeyecek bir sansür olayıdır.
Sayın başbakanın ve hükümetin uydu sözleşmesi hükümlerini vs gösterip yapacak bir şey yok açıklamaları utanç vericidir. Yapılması gereken konunun Türkiye ile uygun seviyede ele alıp egemenlik hakkına saygı beklendiğini iletmektir. RTÜK ciddi yanlış yapmıştır. Belki bir protokol ile bu konu çözülmeli, ileride tekrarı da bu gibi konularda Yayın Üst Kurulu yetkilendirilerek engellenmelidir.