Siyaset ve politikacı
Utku ŞENSOY [caption id="attachment_289902" align="alignright" width="441"]
Utku ŞENSOY
[caption id="attachment_289902" align="alignright" width="441"] Bigalı Mehmet Çavuş[/caption]
Siyaset ya da Politika genel tanımlamayla; “Devlet işlerini düzenleme, yürütme ve devlet yönetme sanatıdır”. Siyaset aynı zamanda; “Toplumda çatışma halinde olan düşüncelerin uzlaştırılması faaliyetidir”. Bizde ise siyaset, düşüncelerin uzlaştırılmasından ziyade “çatıştırılması” şeklinde cereyan eder. Uzlaşı sanatı olan siyaseti, bizde bir tür Uzakdoğu sporu olarak kabul edenler de var! Çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz 1946 seçimlerinden bu yana, muhabirliğim sırasında tanıma fırsatı bulduğum, aklıma ilk gelenlerden, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Erdal İnönü, Hüsamettin Cindoruk, Recep Yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci ve gibi pek çok saygın devlet adamına karşın, bazı politikacıların genel anlamıyla siyaseti de siyasi üslubu da yeterince özümseyip, gereklerini yerine getirebildiği söylenemez.
Seçim dönemlerinde siyasi partilerin oy toplayabilmek için kıyasıya mücadelesine, siyasilerin de mesnetsiz atıp tutmalarına alışkındır yurdum insanı. Bu dönemlerde hızını alamayan bazı politikacıların, kendilerini ve siyasi hareketlerini vazgeçilmez olarak göstermesi ve bol keseden vaatlerde bulunması bu coğrafyada bir şekilde karşılık bulur, siyasi maharet olarak kabul edilir. Sovyet devlet adamı Nikita Kruşçev, (1894-1971) “Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler” derken, siyasetçilerin desteksiz atışlarının sınırının olmadığına dikkat çekmişti.
[caption id="attachment_289903" align="alignright" width="440"] Pazar günü sandık başındayız[/caption]
Anadolu insanı, vaatlere, içi boş söylemlere 50’li yıllardan beri aşinadır, alışamadığı şey ise üslup bozukluğudur, ahlak yoksunluğudur! Bazı politikacılar liderin gözüne gireceğim diye vatan, millet hamasetinde kantarın topuzunu öylesine kaçırırlar ki, liderleri ve partileri olmazsa vatanın elden gideceğini filan dahi söyleyebilirler. Bu tür politikacılar, siyasi hareketlerini vatanın birlik ve beraberliği için olmazsa olmaz, rakiplerinin ikbalini ise büyük bir beka meselesi olarak görürler. Oysaki hemen her toplumda ve ülkede olduğu gibi, bazı çıkarcı, kötü niyetli ve ahlak yoksunu dışında kalanların dürüst, haysiyetli Anadolu insanı olduğunu unutmayalım. Bu güzel insanların bekçiliğindeki vatan, her tür tehdit karşısında emin ellerdedir. Güç ve koltuğun birilerinin altından gitmesi ya da el değiştirmesi demokrasinin gereğidir.
Seçimlerin son haftasında, “ekonomik kriz” ve “beka” söylemleri arasında, siyasi üslup, karşılıklı atışma ve suçlamalarda çıta hayli yükseldi. Bu ortamda bazı siyasetçilerin tutum ve tavırları, giderek daha da sertleşti. Aslında ötekileştirme ve nefret söylemleri toplumda tam olarak karşılığını bulmasa da safları sıklaştırdığını düşünenler de var. Gerçek anlamda vatanseverleri, pek çok dürüst siyasetçiyi tenzih ederiz ama politikayı meslek edinen bazıları, varsa yoksa kendi çıkarları ve kendi hareketlerinin başarısına odaklandıklarından gözleri koltuktan başka bir şeyi görmez. Tek hedef, siyasi hareketlerinin başında kalmak ve oy toplayıp iktidarı ele geçirmektir.
Siyasi partiler ve siyasetçiler demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Farklılıklar zenginliğimizdir, farklı görüşler ülkemizin ilerlemesine katkı sağlayacak önemli etkenlerdir. İktidara, koltuğa odaklı davranış bazen siyasetçiye “ana hedefin ülkeye, millete hizmet” olduğunu unutturabilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Avrupa’da birliğin sağlanması için çaba gösteren Fransız iktisatçı ve maliyeci Jean Monnet (1888-1979); “Bir politikacının amacı sürekli iktidar olmaktır. Bu çaba ona çoğu zaman sorun çözme görevini unutturur” sözleriyle, tam da vurgulamak istediğimiz, siyasetçinin koltuk, makam ve iktidar hırsının gözleri kör edebildiğine dikkat çekmiştir. Kanımızca, Fransız asker ve siyasetçi, Charles de Gaulle’ün (1890 – 1970); “Politika, politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir meseledir” sözleri hislerimize tercüman olmaktadır.
Siyasi tansiyonun yükselip fazlasıyla elektriklendiği bu dönemde, çoğu zaman atalarımızın bu topraklarda ne büyük mücadeleler verdiği, yedi düvele baş kaldırıp vatanımıza nasıl sahip çıktığı, bağımsızlığını kanıyla, canıyla kazandığı unutuluyor. Seddülbahir Kalesi önünde gösterdiği kahramanlıkla efsaneleşen Bigalı Mehmet Çavuş’un (1878-1964) Çanakkale’de savaşın yoğun günlerine ilişkin aktardıklarını anımsayalım.
"Gecenin bir yarısı devriye atıyordum. Susadım. Zifiri karanlıkta matarama uzandım. Baktım su kalmamış. Şırıl şırıl bir derenin sesi geliyordu. Yaklaştım dereye. Göremediğim halde mataramı doldurdum, ağzıma diktim. Tuhaf bir tat geldi. İçemedim. Kamp yerime gittim. Ateşin ışığında mataramı boşalttım. Bir de baktım, kıpkırmızı kan doldurmuşum. Dereler kan olmuş akıyor"
Atalarımız, bu vatanı kanlarıyla, canlarıyla işte böylesine zorlu koşullarda savundu. Destanlara imza atan bu toprakların insanlarının sığlaşıp koltuk kavgasına düşmesini içimize sindiremiyoruz. Bu kayıkçı kavgasının arkasındaki sebebin ne olduğunu, koltuk sevdasının nasıl bir şey olduğunu sıradan yurttaşlar olarak anlayabilmek mümkün değil. Kimse vazgeçilmez değildir, biri gider öbürü gelir, 85 milyonluk koskoca bir ülkeyiz, aramızdan onlarca lider, yüzlerce yönetici, binlerce namuslu devlet adamı çıkacağından şüphemiz yok. Cumhuriyetimizi ikinci yüzyıla taşıyacak kadroların seçimi için 5 gün sonra; “Dil, din, ırk farklılıklarımızı özümseyip, kimseyi ötekileştirmeden birlik ve beraberlik içinde sandık başında olalım”.
Oy namustur, Oyumuza sahip çıkalım.