Sevmek sorumluluktur

Bu ülkeyi seviyor isek, sorumluluk hissetmemiz gerekmez mi? Her seçim döneminde kadermiş gibi petrol, gaz yatakları keşfediliyor, herhangi bir komşu ile ya dalaşa giriyoruz ya da “eniştem beni niye öptü” sorusundaki abeslikle onyıllardır devam eden sorunların hiçbirinde ilerleme yokken “olumlu gündem” ilişkisine geçiveriyoruz, ya da başka abes bir tansiyon çıkaracak konu buluyor, çözer gibi yapıyor ve siyaseten nemalanıyoruz. Biz çok mu keriziz?

Abone Ol

Yusuf Kanlı


Sıklıkla söylerim, sorumluluk içermeyen sevgi olsa olsa gösteriştir, “miş gibi” yapma olayından başka bir şey değildir. Hayat yoldaşımızı severiz, ona karşı sorumluluk duyarız. Şanslı isek bu sorumluluk karşılıklı olur, mutlu oluruz. Mahallemizi, kentimizi, ulusumuzu severiz, beraber güzel bir hayat geçirebilme sorumluluğumuzu üstleniriz. 
Devlet en temelinden çökertilmeye çalışılıyormuş gibi çadır mahkemeleri de kuruldu, “Teröristle burun buruna da gelseniz, başınızı döndürün ateş etmeyin” de denildi bu ülkede. Normal mi? Elbette hayır. Bu ülkeyi seven, toprağına, insanına, kısaca vatana sorumluluk hisseden birileri bu işlere bulaşır mı? Elbette ki hayır. Kimlerdi bu arkadaşlar? Hepten mi unuttuk? O kadar balık hafızalı mıyız?


Hendeklerin kazılmasına göz yummak, sanki ayrı bir yönetim oluşmasına göz kırpmak da hataydı, kendi şehirlerimizin güzelim yerleşkelerini yerle yeksan edip, kültürel değerlerin prefabrik plastik makyajlanmasını “devlet hizmeti” olarak göstermek de hataydı. 
Vatan sevgisi, gerektiğinde canımızı o vatanın bekası için feda edebileceğimiz sorumluluğunu da içerir. Elbette, 40 yıldır aynı coğrafyada, aynı terör örgütüne karşı, neredeyse aynı metodlarla mücadele etmek, elbette ciddi olalım, şaka desek, şekere bulasak dünyada kimseyi ikna edemeyiz. Belli ki ya ciddiyet yok, ya imkan, daha da kötüsü sorunu giderme niyeti.


1984’den kırk yıl sonra hala daha bir haftada bu ülke dünyada açıklanan, açıklanmayan ateş düşen ocak sayısıyla adeta “düşük yoğunluklu savaş” içinde gösterilebiliyor ise bir yerlerde yanlış yapıldığı hala daha açık değil mi? 39 yıl sonra ilk mermiden, sadece iki günde, 12 vatan evladı şehit düşüyor, kimse sormuyor bu hava şartlarında, açık alanda, ne gibi bir operasyonda idi bu yavrularımız? Bu devletin hiç mi istihbaratı olamadı saldırı öncesi? Hani ayakkabı numaralarına varıncaya kadar her şeyi görebiliyordu insansız hava araçlarımız? Meğer hepsi hava civaymış, gece uçamıyor, aşırı soğukta görev yapamıyormuş bizim o müthiş imkanlar. Birisi bizi fena kerizliyor, farkına varmak durumundayız.
Yeni değil, taa rahmetli Turgut Özal döneminde de çok özel brifinglerde ordumuzun en tepesindekiler olanca açıklığıyla bu ülkede adına ne derseniz deyin bir mikro-milliyetçilik, veya makro-milliyetçilik meselesi olduğunu, köken-siyaset bağımlı politikalarla çözüm olamayacağını, Türk ulusunun köken, mezhep gibi alt kimliklerinin rahat edebileceği bir kültürel iklime taşınması gerektiğini dinleyip durduk. Ne acı ki o brifingleri verenler hep en yetkililer oldular ama icraatları tam dediklerinin tersi oldu, hep dışladılar, hep reddettiler.


AKP iktidarının ilk dönemindeki vesayet rejiminin sona erdirilmesi edebiyatı belki de bu nedenlerle geniş destek buldu, gerçekçi ve güvenilir bulundu. Heyhat, amaç askeri vesayeti bitirmek değil, önce parti sonra Şahsım vesayetiyle ülkeyi denge ve denetlemeden yoksun, kendine özgü bir totaliter tek adam rejimine taşımakmış.
Her seçim döneminde kadermiş gibi petrol, gaz yatakları keşfediliyor, herhangi bir komşu ile ya dalaşa giriyoruz ya da “eniştem beni niye öptü” sorusundaki abeslikle onyıllardır devam eden sorunların hiçbirinde ilerleme yokken “olumlu gündem” ilişkisine geçiveriyoruz, ya da başka abes bir tansiyon çıkaracak konu buluyor, çözer gibi yapıyor ve siyaseten nemalanıyoruz. Biz çok mu keriziz?
Bu ülkeyi seviyor isek, sorumluluk hissetmemiz gerekmez mi?

* * *

Pile fiyaskosu…

Bazı arkadaşlar Pile yolunun inşasının durmasına çok şaşırmış. Olayı bu sütunda defalarca işledik, detaya girmeyeceğim. Saçma sapan, amatörce, iş bilmezlik örneği bir gerginlik, müdahale, mecburi çözüm, fiyasko durumu.
Tekrara düşmeden kısaca söyleyeyim. Kıbrıs sorunu bir işgal ve yerleşikler meselesi değildir elbette. Temeli Mart 1964’e uzanan bir hukuki geçmiş var. Adada kan dökülmesi dursun diye anayasal olarak adayı ve tüm halkını temsil edemeyecek sadece Rumlardan oluşan hükümetin, baskı ve “durum düzelince giderilecek” sözü ile Türkiye ve dönemin Kıbrıs Türk yetkililerinin kerhen adanın tek hükümeti statüsüne evet demeleri adadaki sorunu çözümsüzlüğe mahkum etmiştir. Adanın tek hükümeti olan Rum yönetimi o zamandan bu yana bu statüsünü kaybetmemek için her çözüm imkanını berhava etmiştir. Öte yandan 1974 sonrasında ara bölge “Kıbrıs Türk bölgesi” ile “Kıbrıs hükümet bölgesi” arasında kalan BM kontrolüne verilen “Kıbrıs Cumhuriyeti” toprağıdır. Ara bölgeyi ilgilendiren protokol devreden çıkarılır ise, doğal olarak “hükümet” o topraklarda egemen gücünü kullanır.


“Kandırıldık” demek sadece ayıp, “Cahildik, anlamadık, hata ettik, affedin” deseniz belki anlaşılır. Nihayette haftalar önce dediğimiz gibi asker uyarıp, ne müfrezeyi geride bırakırız, ne Kıbrıs Türk kullanımındaki hali araziyi Rumlara peşkeş çekilmesini kabul ederiz deyince, Pile yolu antantı önce buzdolabına kalktı. Çözüm arandı, bulunamadı. Şimdi Pile’ye ulaşılmaya az bir mesafe kalsa da, yol inşaatı resmen durdu.
    
* * *

İyi düşünün…

Biliyorum daha öne de paylaşmış olmalıyım, ne yapayım sevdiklerime sadakat ile bağlıyım. Dostlara gönderdiğimiz yeni yıl kutlama mesajlarında eşim Aydan ve ben çok sevdiğimiz Fransız sürrealist şair ve oyun yazarı Jacques Prévert’in küçük ama çok anlamlı bir şiiriyle yeni yılı karşılamak istedik. 2024'ün hepimize öncelikle sağlık, afiyet ve mutluluk getirmesi ve “yaşamak” denilen fiilin gereğini yerine getirebilme cesareti versin diyoruz. 

İyi Düşünün...
Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? 
 Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? 
 Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? 
 Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? 
 Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? 
 Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? 
 Ve siz onu hiç kokladınız mı? 
 Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı? 
 Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? 
 Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? 
 Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? 
 Çimlere uzandığınız oldu mu? 
 Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? 
 Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl? 
 Kaç kez kuşlara yem attınız? 
 Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? 
 Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? 
 Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? 
 Kaç kez mektup aldınız bu yıl? 
 Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? 
 Kimseyle barıştınız mı bu yıl? 
 Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl? 
 İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye" bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl? 
 Yayılın çimenlerin üzerine... Acele edin...
 Er veya geç… 
 Çimenler, yayılacak üzerinize…

Not: Değerli okurlarım, seyahatte olacağımdan maalesef yazılarıma bir hafta ara vereceğim. Ondan sonraki hafta tekrar buluşmak üzere hepinize sağlıklı, mutlu bir yıl diliyorum.