Alkım Aktaş İnam
Saygıdeğer okurlarım,
Geçtiğimiz günlerde birçok orman yangını ile karşı karşıya kaldık. Hatta Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından verilen bilgilere göre, 4 gün içerisinde 306 yangına müdahale etmeye çalıştık ve ağustos ayı içerisinde yanan ormanlarımızın toplam sayısı çok daha fazla. Özellikle iklim değişikliği sonucu hava sıcaklıklarının artması, kasıtlı veya ihmali insan hareketleri dolayısıyla ülkemiz derin bir acıya gömüldü. Bugün müsaadenizle bir idare hukukçusu gözüyle bu konuda ufak bir değerlendirme yapmak istiyorum. İdare hukukunda kamu hizmeti ismiyle bildiğimiz, kamu yararına yönelik tüm etkinlikleri kapsayan bir kavram bulunmakta ve bu kavramın içeriği toplumun ihtiyaçlarına göre sürekli değişmek, çağa ayak uydurmak zorunda. Bir başka ifade ile, idare çağın gerekliliklerini dikkate alıp, tüm teknolojik gelişmeleri takip ederek kamu hizmetlerini sunmakla yükümlü. Peki biz her sene özellikle sıcaklıkların arttığı yaz mevsiminde sayısı çoğalan orman yangınları ile mücadelede olması gereken seviyede miyiz?
Saygıdeğer okurlarım işin özünü söylemek isterim. İyi idare ilkesi der ki, idarenin varlığı fark edilmediğinde yükümlülükler olması gerektiği gibi yerine getirilmiştir. Yani aslında bir ihtiyacımıza tam zamanında ulaşamadığımızda idareyi anmaya başlarız, tıpkı beklenilen ambulansın geç gelmesinde olduğu gibi. Peki son haftalarda idareyi hissetmeye başladık mı? Bir soru işareti olarak kalsın…
Bildiğimiz üzere orman yangınlarında zaman aleyhimize işlemekte ve acil müdahale ekipmanlarının en ileri seviyede olması önem arz etmektedir. Orman yangınları ile mücadelenin verimli yürütülmesi ve en az can kaybı ile sonlandırılabilmesi için son teknolojiye ulaşmamız ve bütçeyi buna göre ayırmamız çok kıymetli. İyi idare olarak yangınlar henüz başlamadan insansız hava araçları, uydular gibi altyapılarımızı bir adım daha öne taşıyarak sürekli takiplerde bulunmalıyız. Yine insan ve orman etkileşimini azaltmak, ormanlarımızı insanların oluşturduğu tehditten korumalıyız. Böylece orman yangınlarının oluşmasının önüne geçilebilecektir. Orman yangını başladığı takdirde de hava ve kara ekipmanlarımızın hem niteliklerini hem de sayılarını arttırarak, müdahale edecek görevlilerin eğitimini ve sayısını kuvvetlendirerek, gelişmiş ülkelerdeki ekipmanları değerlendirerek mücadelemizi olumlu sonuçlandırabiliriz. Ancak pek tabiidir ki mücadeleyi kuvvetlendirmek için en başta atmamız gereken bir adım daha bulunmakta: Bütçe… Orman yangınları ile mücadelemizi olması gereken seviyeye getirmek istiyorsak bütçeden yeterli payı ayırmamız gerekmekte. Söz konusu pay ayırılırken risk değerlendirmesinin hataya pay vermeden yapılması önem arz etmekte. Ancak risk değerlendirmesi olumluyu kaynak alarak değil en olumsuz duruma göre yapılmalı. Yani demem o ki, mücadelemizin iyi bir şekilde yürütülebilmesi için idare, bir adım önde olacak şekilde en kötü senaryoyu öngörerek bütçe belirlemesi yapmalı…
Tüm bunlar ormanların sesine kulak veren duyarlı idarenin varlığını ortaya koyacaktır. Aksi durumda kamunun ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmak idarenin kusurlu olarak sorumluluğuna sebep olmayacak mıdır? Bu da bir soru işareti olarak kalsın soru işaretlerinin cevaba ulaştırmadaki önemi ile birlikte…
Sözlerime son vermeden Yaşar Kemal’in kıymetli sözlerine yer vermek isterim saygıdeğer okurlarım.
“Hiç orman yangını gören var mı? Yanarken ağaçlar da insanlar gibi çığlık çığlığa ağlarlar.”
Tüm orman yangınlarında can kaybımızın sayısız olduğunu ve tek bir can kaybının dahi telafisinin olmadığını ifade ederek, nefeslerimizin yok olmadığı, ağaçların ve hayvanların sessiz çığlıklarına hiç şahit olmadığımız günlere ulaşmak temennisiyle…