Şükrü Karaman
Ocak 2024’de toplam 16 milyon 395 bin 275 işçiden 2 milyon 495 bin 423’ü sendikalı idi. Sendikalaşma oranı da yüzde 15.22 düzeyindeydi. Temmuz 2023’de işçi sayısı 16 milyon 413 bin 359, sendikalaşma oranı yüzde 14.76’dıydı.
Verilerden de anlaşılacağı üzere işçi sayısında artışa karşın emekçinin olmazsa olmazı sendikalaşma hala Avrupa ülkelerinin oldukça gerisinde. Emekçilerin çoğunluğu sendikalı değil. Sendikalı işçilerin de salt yüzde 7’si toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabiliyor. Sendikalaşma oranı AB ülkelerinde ortalama yüzde 25, OECD ülkelerinde ortalama yüzde 20. Japonya’da yüzde 30’u aşkın oranda.
Sendikalaşma ülkelere göre değişkenlik gösterebiliyor. İsveç, Danimarka, Finlandiya’da oran yüzde 80’lere ulaşırken, Fransa ve Almanya’da daha düşük.
Türkiye’de sendikalı işçilerin çoğunluğunu kamuda, belediyelerde ve marka olmuş büyük özel sektör işyerlerinde çalışan emekçiler oluşturuyor. Küçük işyerlerinde sendikalaşma patronların baskısından ötürü yok gibi. Sendikalı işçilerinden salt yüzde 7’sinin toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanabilmesi tablonun diğer olumsuz yanı.
İstihdama yeni katılan emekçilerin çekingen davranması ve patronların baskısından ötürü sendikalaşmada beklenen artış sağlanamıyor. Özellikle özel sektörde küçük işyerlerinde yüz binlerce emekçinin ücreti ve geleceği patronun iki dudağı arasında. Patronlar sendikayı öcü gibi görüyor. Oysa çalışma barışı ve daha fazla üretim için sendikalaşma bir işyerinin temel taşı. Patronlar sendikadan çekinmemeli. Üreten, alın teri akıtan emekçinin sosyal ve maddi hakkını toplu iş sözleşmesi ile güvence altına almalı. Hem kendi hem emekçi hem ekonomi kazanır.
İşe yeni başlayanlar işten atılma korkusundan olacak ki hemen sendikalara üye olmuyor, çekingen davranıyor. Taşeron işçilik ile esnek çalışma modelleri sendikasızlaşmada önemli olumsuz etken.
İşsizlerin yanıla yakıla iş aradığı ortamda aslanın midesindeki işi kapabilenler ”işten atılma” kaygısıyla sendikalaşmaya soğuk bakıyor. Küçük işyerlerinde, özel sektörde çalışanlar daha çok bu kaygıyı taşıyor. İşten atılma korkusu Demokles’in kılıcı gibi emekçinin başında sallanıyor.
Sendikaya üye olması, ücret ve sosyal haklarının toplu iş sözleşmesi ile belirlenmesi çalışanın en doğal demokratik hakkı. İşverenin ön yargısından ürken, etkilenen emekçiler anayasal ve yasal hakkı istediği şekilde özgürce kullanamıyor. Oysa anayasanın 51. maddesi hem çalışanlara hem patronlara ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak için sendika kurmalarını hak olarak tanımlıyor.
Sendikal örgütlenmenin bu denli düşük olmasının bir diğer nedeni işkolu ve işyeri barajı. Bir sendikanın bir işyerinde toplu iş sözleşmesi yapabilme yetkisi alabilmesi için işkolunda yüzde 1 barajını aşması, örgütlendiği işyerinde de yüzde 50’den fazla, birden fazla işyerini kapsayan işletmede yüzde 40 ve üzerinde üye sayısının bulunması gerekiyor. Barajlar sendikalaşmayı engelliyor.
Emekçinin anayasal hakkı olan sendikalara üye olmasını sağlamak, engelleri ve baskıları ortadan kaldıracak özgürlükçü yasaların, örgütsüzlüğü engelleyenlere yönelik yaptırımların yaşama geçirilmesiyle olası. Bu amaçla 6356 sayılı sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasasında değişiklik yapılması gerekiyor.
12 Eylül yönetimi tarafından hayata geçirilen ,sendikaların elini kolunu bağlayan çok yakınılan 2821 ve 2822 sayılı sendikalar, toplu iş sözleşmesi,, grev ve lokavt yasaları 18 Ekim 2012’de kaldırıldı. Yerine daha özgürlükçü olduğu savlanan 6356 sayılı yasa getirildi. Lakin sendikalaşmanın Avrupa ülkelerinin gerisinde kalması, bu yasanın da sendikal hak ve özgürlüklerin sağlanmasında yeterli olmadığını kanıtlıyor. O nedenle yeni yasaya gereksinim var. Sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması demokrasinin olmazsa olmazı ve emekçinin en büyük beklentisi.