Güncel

Seçim kampanyalarının dili…

Seçim sürecinde genellikle şiddet, kışkırtıcı, ayrımcı ve kutuplaşma içeren bir dil kullanıldığını öne süren gazeteciler, bunun topluma yansımasının kötü sonuçlara yol açtığını, haberlerin taraflı, yanıltıcı, manipülatif ve tek tipleştirici olduğunu savundular.

Abone Ol

Emrah Bakır- Türkiye, bir kez daha seçimlere hazırlanıyor. Geçmiş seçim dönemlerinde, gerek siyasilerin gerekse medyanın, genellikle sert ve tartışmalı dil kullandıklarına şahit olduk. Politikacılar, seçim süreçlerinde sık sık ayrımcı bir dil ve söylem geliştirirken, medya da bu söylem ve ifadelere yer yer destek verip yayınlarında dile getiriyor. Televizyon ekranlarından ve basılı yayında, tüm seçim süreci boyunca başta cinsiyetçi dil olmak üzere şiddet eksenli bir kampanya yürütüldüğünü gördük. Sadece seçim sürecinde değil, genel olarak hem politikacılar hem de medyanın dili, sürekli olarak hem şiddeti hem de ayrımcılığı barındırıyor.
Seçim süreçlerinde kullanılan dil ve söylemlerin seçmen üzerindeki etkisini gazeteciler Oktay Candemir, Selin Işık, Zerrin Sargut ve Delal Akyüz ile konuştuk.
“Amaç, propaganda yapmak değil, karşı tarafı kriminalize etmek ve itibarsız kılmak”
Genel anlamıyla siyasetçilerin söylem ve ifadelerinin, muhalefet ya da rakibi kriminalize ettiğini, bunun zamanla toplum tarafından karşılık bulup saldırılara neden olduğunu savunan  Gazeteci Oktay Candemir, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Sadece seçim süreçlerinde değil, genel anlamda siyasetçilerin kullandığı dili doğru bulmuyorum. ‘Şerefsiz, alçak, namert, terörist, hain, uşak’ gibi kavramlarla ayrıştıran, kutuplaştıran bir dil kullanılıyor. Burada amaç, propaganda yapmak değil, karşı tarafı kriminalize etmek ve itibarsız kılmak. Sevgiyi geçtim ama en azından saygının korunmasını isterdim. Çocuk yaşlarda 80’lerin ortaları ve 90’ların başında TRT’de, seçim döneminde siyasi parti liderleri bir araya gelir ve nezaketten ayrılmayan, saygı çerçevesinin dışına çıkmayan tartışmalar yaşanırdı.
Ancak uzun zamandır bunun tam tersine dönüştüğünü ve siyasetin artık küfürle yapıldığını görüyoruz. Tabii bu dil, sadece siyasetle sınırlı kalmıyor, bunun topluma yansımaları kötü sonuçlara yol açabiliyor. Geçen gün Özgür Özel’e Manisa’da yapılan saldırı, daha önce Kemal Kılıçdaroğlu’na Ankara’da, Ahmet Türk’e Samsun’da atılan yumruk bu dilin sonuçları olarak karşımıza çıkıyor. İnsan ve toplum sağlığının siyasi nüfuz elde etmek için tehdit edildiğini görüyoruz.
Medyanın da seçim süreçlerinde taraflı ve saldırgan bir dile sahip olması, ister istemez birçok durumu tetiklemektedir. Türkiye’de yaygın medyanın, medya olmaktan çıkıp, iktidarın ya da muhalefetin borazanına dönüştüğü bir açık. İktidar yanlısı medya kadar muhalefete bağlı yayın organlarının da onlardan farksız olduğunu söyleyemeyiz. Biri ülkenin çok iyi durumda olduğunu anlatırken, diğeri çök kötü durumda olduğunu söylüyor. İnanılmaz bir manipülasyon tazyiki altındayız. Bu yüzden uzun zamandır TV haberlerini izlemiyorum. Gündemi, sosyal medyadan takip etmeyi tercih ediyorum. Özellikle yandaş medyada görev yapan sunucuların tavrı beni çok rahatsız ediyor ve bir gazeteci olarak bundan utanç duyuyorum. Basın ahlak ve ilkeleri ayaklar altına alınmış durumda. Tamamen tecimsel gazetecilik yapılıyor, hiçbirinin kamuyu bilgilendirme gibi bir derdi yok. Hepsi gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor. Amaç, tamamen seçmeni etkilemek ve maalesef bunu da başarıyorlar. Ortalama eğitim düzeyi oldukça düşük olan ülkemizde insanlarımızın bu yayınlardan etkilenmemesi mümkün değil.”
Kendi çizgisinden uzak kesim, tehlikeymiş gibi lanse ediliyor
Siyasi parti liderlerinin kullandığı dilin zamanla belli bir kesim için aşağılayıcı ve hakarete doğru evirildiğini, seçim mitinglerinin amacı dışına çıktığını ileri süren Selin Işık, konuya ilişkin şunları söyledi:
“Kutuplaşmanın güçlü olduğu siyasi konjonktürde kullanılan dil ve söylemlerin de, kutuplaştırıcı, kışkırtıcı, gerçeklikten ve hedefinden uzak olduğunu görüyorum. Bu süreçlerde, halkı oy vermeye ikna etmek ve birinci şahıs olarak doğrudan temas etmek amacıyla yapılan mitingler, artık amacından sapmış, Çiçek Abbas ve Şakir atışmalarına dönmüş vaziyette. Halkın, kendinden olmayanı yok sayarcasına değil ayırmadan benimsenmesi gerekirken çoğu siyasi tarafından, kendi çizgisinden uzak kesim artık bir tehlikeymiş gibi lanse ediliyor. Hatta öyle bir boyuta geliyor ki halkı kışkırtacak vaziyette söylemlerde bulunmanın yanı sıra ayrıştırdıkları bu kesimleri, kendilerine muhalif partilere ve parti mensuplarına hakaret niteliğinde kullanıyorlar.
Yapılan yayınlar ve haberler, en başta ait olduğu sahiplik yapısına, yayın politikasına göre icra edilme eğilimdeler. Bu durum da kurum adına gazeteciliğin temel ilkelerindeki tarafsızlığın uygulanmasındaki ‘zorluklara’ işaret ediyor. Medya tarafsızlığı önemli olsa da bazı durumlarda, belirli görüş ve politikalara eğilim göstermek kaçınılmaz oluyor. Bu yapılan yayın ve haberlerin sonunda da kamuoyu bu duruma ne kadar eleştirel baktığını düşünse de, seçim sandığına gidince durum asla düşünülen gibi olmuyor. Bu seçim sürecinde, en çok halkı kutuplaştıran başlıklar; lgbti+’lar, mülteciler, ekonomi ve hukuk sistemi oldu. Hatta bu seçim sürecinde siyasiler en çok mülteci başlığı altında milliyetçi duygulardan nemalandı. Örneğin geçtiğimiz seçim süreci için konuşacak olursam, hayat görüşü Ümit Özdağ ile zerre uyuşmayan bir seçmen, sadece mülteci karşıtlığı sebebiyle, medyanın ve siyasilerin de açık yarasına tuz basmasıyla sandıkta Zafer Partisi’ne oy verebiliyor. Bu söylemlerin, gerçeklikle ve en önemlisi vicdani duygularla ne kadar örtüştüğüne bakılmadan insanlar anlık duyguların rehavetine çok çabuk katıldı.”
Sunulan haberler, taraflı, yanıltıcı ve tek tipleştirici…
Gerek kitle iletişim araçları ve gerekse sunulan haberlerin seçim dönemlerinde, normal günlere göre daha çok bir siyasi partinin yayını gibi hareket ettiğini ve bu durumun taraflı, yanıltıcı ve manipülasyon olduğunu savunan  Zerrin Sargut, şöyle konuştu:  
“Televizyon ve radyo kitle iletişim araçları, en yaygın bir o kadar da yanıltıcı propaganda araçlarıdır. Seçim süreçlerinde de seçim sonuçlarının açıklandığı ya da seçim reklamlarının televizyonlara sunulduğu zamanlar dahil özellikle orta yaş aralığındakilere hitap eder şekilde hazırlanması o yaş aralığındaki birey, televizyonu kendine güvenilir bir kaynak olarak görür ve kendine göre yorumlar analiz eder. Fakat seçim süreçlerinde sunulan haberler, taraflı, yanıltıcı ve tek tipleştirici oluyor. Televizyon kanalı ya da kanalda çıkan herhangi bir program içi propaganda dolu bir sunumdan öteye gitmemekte. Hayatın günlük akışında da her yayın organı, siyasi bir alana hizmet ediyor bu bilinen bir durum. Fakat seçim süreçlerinde bu daha fazla görünür kılınmaktadır. Ciddi bir propaganda, manipülasyon durumu baskın oluyor.”  
İktidarın seçtiği dil tesadüf değil…
Yeniden seçim sürecine girdiğimiz bu günlerde, tarafsız olması gereken medya kanalları başta olmak üzere TRT’nin de iktidarın politikalarına hizmet ettiğini, muhalif kanalların dar bir alana hapsolduğunu ileri süren Delal Akyüz ise şunları söyledi:
“Ülkemizde yaşanan her seçim döneminde siyasi parti temsilcileri, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı ve kimi zaman hakaretlere varan söylemlerde bulunabiliyorlar. Özelikle iktidarın yanındaki medya araçları ile kullandığı her cümle, toplum içerisinde çokça yayılabiliyor. Hem bir gazeteci hem de oy kullanan bir yurttaş olarak siyasetçilerin kullandığı etik dışı söylemlerini kabul etmek mümkün değil. Evet, seçim süreçlerinde medya, en çok kullanılan araç olarak göze çarpıyor. Güçlü medya araçlarını tekeline alan iktidarın propagandası sürekli olarak yapılıyor. Özellikle tarafız bir şekilde yayıncılık yapması gereken TRT gibi devlete ait olan yayın kuruluşunun sürekli olarak iktidar yanlısı habercilik yaptığını görmekteyiz. Her alanda sesi kısılan muhalefet partileri ancak muhalif yayın yapan yayın kuruluşlarında kendilerini gösterebiliyor. Bu da ebetteki partilerin çalışmalarının görünürlüğüne dolayısıyla oylarına yansımaktadır. Bu noktada iktidarın seçtiği dil elbette ki tesadüf değildir. Bir yandan tekeline aldığı medya kuruluşları ile kendi propagandasını yaparken diğer yandan muhaliflerin medya alanında görünürlüğün azaltılması seçim sonuçlarına yansımaktadır.”