Sayıları sürekli artan mültecilerin, “birlikte yaşama kültürü”nü giderek azalttığı uyarısı yapılıyor. Mülteciler için Türkiye’nin yeterli düzeyde planlama yapmadığını belirtip bunların ucuz işgücüne dönüştüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Danış, Türkiye’nin ekonomik modeli açısından bu durumun konuşulması ve bu alanda planlama yapılması gerektiğini vurguluyor. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Demir ise mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırılarına karşı önlem alınması, toplumun bilinçlendirilmesi ve uyum politikalarının hayata geçirilmesi, Doğu Bölgesi’nde göç politikasının doğru uygulanması nüfus planlamasının yapılması gerektiğini de dikkat çekiyor
[caption id="attachment_331156" align="alignright" width="334"]
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Didem Danış[/caption]
Gülseven Özkan
Bugün 20 Haziran, “Dünya Mülteciler Günü”. Özellikle Suriye İç Savaşı, Ukrayna Savaşı, Afganistan ve Sudan’da yaşanan gelişmeler gibi dünyada yaşanan çatışmalar, şiddet, insan hakları ihlalleri gibi nedenlerle milyonlarca insan, ülkelerinden ayrılmak zorunda kalıyor. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünyada mültecilerin ülkelerinden çıkışını temsil eden veriler, aynı zamanda en fazla sayıda yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yapan ülkelerin, ekonomik imkânları veya nüfus oranlarıyla ölçüldüğünde varlıklı ülkeler değil, dünyanın düşük ve orta gelirli ülkeler olduğu uluslararası kuruluşlarca kayıt altına alınıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (United Nations High Commissioner for Refugees - UNHCR) verilerine göre, dünyada 108,4 milyon zorla yerinden edilmiş, 35,3 milyon mülteci, 62,5 milyon kendi ülkeleri içinde yerinden edilmiş insan ve 5,4 milyon sığınmacı bulunuyor. UNHCR’nin en önemli yıllık raporu olan “Zorla Yerinden Edilmeye İlişkin Küresel Eğilimler 2022 Raporu”nda yer alan bilgiler de vahim tabloyu gözler önüne seriyor. Rapora göre, 2022 yılı sonu itibarıyla savaş, zulüm, şiddet ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yerinden edilmiş kişilerin sayısı şimdiye kadarki en büyük artışı göstererek bir önceki yıla göre 19,1 milyon artışla kayıtlara geçti. Öte yandan dünya çapında tahminen 4,4 milyon kişi vatansız veya milliyeti belirlenmemiş durumda.
En fazla mülteci, Türkiye’de
Toplam küresel sayının 35,3 milyonunu güvenli bir yer bulmak için uluslararası bir sınırı geçen mülteciler oluştururken, dünya genelinde bu sayının yarısından fazlasını üç ülke vatandaşları oluşturuyor. Bunlar arasında nüfusunun 6,5 milyonu mülteci haline gelen Suriye ilk sırada. Onu 5,7 milyon kişiyle Ukrayna ve 5,7 milyon kişiyle Afganistan izliyor.
Dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olan Türkiye, 3 milyon 358 bin kayıtlı Suriyeli mültecinin yanı sıra yaklaşık 320 bin kadar diğer uyruklardan kişilere ev sahipliği yapıyor. Geçici koruma kapsamında bulunan Suriyelilerin en fazla olduğu illerin başında 531 bin rakamıyla İstanbul geliyor.
“Türk vatandaşlığı”, tepkiye neden oluyor
Türkiye’de, sayıları sürekli artan mülteciler, “birlikte yaşama kültürü”nü giderek azaltıyor. Türkiye, geri kabul anlaşmaları ve Avrupa ülkelerinin sınırlarını mültecilere kapamaları nedeni ile çok sayıda mülteci için transit geçiş ülkesi konumundan varış ülkesi konumuna gelmesi ve dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi olması nedeniyle eleştirilerin de hedefi oluyor. Resmi yetkililer tarafından açıklanan, 230 bin 998 bin Suriyelinin “Türk vatandaşı” olduğu yönündeki açıklamalar, toplumun farklı kesimlerinde tepki çekiyor. Bazı sosyal medya kullanıcıları mülteci karşıtı videolar yayınlarken, bazı siyasetçilerin kullandığı ifadelerde, “sığınmacıların yarattığı güvenlik probleminden” söz etmesi beraberinde bu kesimi hedef haline getiriyor. Bu durum, Suriyelilerin nefret saldırıları ve ayrımcılığa maruz kalacağı endişesine neden oluyor. Savaş nedeniyle ülkelerini bırakarak Türkiye’ye gelen başta Suriyeli olmak üzere Afgan ve diğer uyruktan kişilere yönelik yabancı düşmanlığına zemin hazırlıyor.
“Entegrasyon sürecinde katedilen yol heba oluyor”
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Didem Danış, konuya ilişkin önemli tespitlerde bulunuyor. Doç. Dr. Danış, Suriyelilere yönelik özellikle deprem döneminde “Suriyelilerin yağmacılık yaptığı” yönündeki iddialar ve yapılan yorumların Suriyelilerde duygusal kopuşa neden olduğunu belirtiyor. Doç. Dr. Danış, “Bu durum, entegrasyon sürecinde katledilen yolun heba olmasına ve başa dönülmesine sebep oluyor. Türk vatandaşı olanlar bile Türkiye’den ayrılmaya çalışıyor. Vatandaşlık alanlar üzerinden yapılan ‘dışlayıcı söylemler’, bu kişilerin Türkiye’deki gelecek tahayyüllerine zarar veriyor ve Avrupa’da yeniden bir hayat kurmak istemelerine yol açıyor. Suriyelilerin büyük bölümü gitmek istiyor. Çünkü nefret söylemi ve ayrımcılığın farkındalar. Mevcut koşullar, Suriyeli olarak damgalanmaları ve onların dışlanmaları sonucunu doğuruyor” açıklamasını yapıyor.
Kahramanmaraş depremi sonrasında çıkan söylentilerden dolayı Suriyelilerin toplumda görünmez olmaya çalıştıklarına işaret eden Doç. Dr. Danış, o dönemde yapılan yardımları bile sessizce kabul ettiklerini anlatıyor. Seçim döneminde mülteci ve sığınmacıların, özellikle muhalefet tarafından hedef gösterilmelerinin Türk toplumundan kopmalarına neden olduğunu dile getiren Doç. Dr. Danış, söz konusu kişilerin Suriye’ye gönüllü dönmelerinin de bölgedeki güvenlik, ekonomik koşullar gibi şartlar nedeniyle kolay olmayacağına dikkat çekiyor.
“Daha eğitimli kesim Türkiye’de kendilerine gelecek kuramayacaklarının farkında olarak özellikle Avrupa’ya gitmek istiyor” diyen Doç. Dr. Danış, Türkiye’nin mülteciler için yeterli düzeyde planlama yapmadığını ifade edip bu kesimin ülkede ucuz işgücüne dönüştüğünün altını çiziyor. Doç. Dr. Danış, Türkiye’nin ekonomik modeli açısından bu durumun konuşulması gerektiği ve bu alanda planlama yapılmasının önemini vurguluyor.
[caption id="attachment_331157" align="alignright" width="433"]
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir[/caption]
Göç politikası ve nüfus planlaması doğru uygulanmalı…
Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Abdullah Resul Demir ise, Türkiye’de tartışılan kayıt altına alınmayan Suriyelilerin sayısının 100 bini geçmediğini bildiriyor. Afganlılar için bu verilerin daha yüksek olabileceğini dile getiren Demir, Suriyelilerin siyasi malzeme yapıldığını söylüyor.
Sosyal güvencesi olmadan çalışan mülteci olmaması gerektiğine dikkat çeken Demir, özellikle Suriyeli mültecilerin, eğitimli veya eğitimsiz, yoksul veya zengin fark etmeden, bir bütün olarak Türkiye’ye geldiğini anlatıyor. Gelenler arasında kirasını ödeyemeyecek durumda olanların da bulunduğunu söyleyen Demir, yaptıkları saha çalışmalarında Suriyeli mültecilerin yüzde 50’sinin yoksul olduğunu bildiriyor. Orta gelir sahibi insanların yanında akil insanların da geldiğini anımsatan Demir, “Herkesten rahat yaşıyorlar” iddiasının doğru olmadığını savunuyor.
“Mülteciler, nefret söylemine biraz alıştılar; ama nereye kadar gider bilmiyoruz. Bu insanlar ötekileştirildiğinde bu durum, Türk vatandaşlarına yönelik nefret söylemine de dönüşebilir” uyarısı yapan Demir, bir gün savaşın biteceğini ve mültecilerin ülkelerine döneceğini belirtiyor.
Mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırılarına karşı önlem alınması, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Demir, uyum politikalarının hayata geçirilmesinin önemini vurguluyor. Demir, Türkiye’nin Doğu Bölgesi’nde göç politikasının doğru uygulanması ve nüfus planlamasının yapılması gerektiğini de dikkat çekiyor.