Ahmet Çağatay Bayraktar

Türkiye’de ocak ayının ilk haftası "Verem Eğitimi ve Farkındalık Haftası" olarak verem hastalığına karşı bilinçlendirme etkinlikleri ile geçiyor. Verem, yaygın olduğu 20. yüzyılın ilk yarısından günümüze ölümcül olmaktan çıkarak önlenebilir ve kolay tespit edilebilir bir hastalığa dönüştü.

Türkiye'de 1940'lı yıllarda her bin kişiden 3'ünün ölüm nedeni olan bu hastalık, devletin kamucu sağlık politikaları ve yürütülen yoğun mücadelelerle yok olmaya yüz tuttu. Günümüzde birçok ilde Verem Savaşı Dernekleri ve vereme karşı önemli sağlık merkezleri olan dispanserler faaliyetleri sürdürmeye devam ederken verem hastalığı toplum tarafından bir tehdit olarak görülmemeye başladı. Fakat verem, bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanan ölüm sebepleri arasında COVID-19 hastalığından sonra dünyada ikinci sırada yer almaya devam ediyor. 

"Verem Eğitimi ve Farkındalık Haftası" nedeniyle 24 Saat'e konuşan İstanbul Verem Savaşı Derneği Başkanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, hastalığın azalmasına rağmen tedbirin elden bırakılmaması gerektiğini söyleyerek, "Veremle savaş zayıflarsa ikinci bir pandemi kaçınılmaz" dedi.

Zeki KılıçaslanProf. Dr. Zeki Kılıçaslan verem hastalığının önlenmesinde derneklerin önemine dikkat çekti

Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, dünyada her yıl 10 milyon insanın verem mikrobundan enfekte olduğuna dikkat çekerek, hastalığa karşı tedbirin elden bırakılmaması gerektiğini işaret etti. Veremin virüs yoluyla bulaşsa da ölümlere neden olan temel etkenin ekonomik şartlar olduğuna işaret eden Kılıçaslan, “Veremin diğer bulaşıcı hastalıklara nazaran ucuz bir tedavisi var. Dünya Sağlık Örgütü’nün de işaret ettiği gibi en büyük sorun yetersiz beslenme, ekonomik şartların zayıflığı. İkinci neden ise sigara. Türkiye’de veremi tetikleyen etkenlerin başında da sigara geliyor. Şeker hastalığı, silikoz hastalığı ve bağışıklığı baskılayan hastalıklar da veremin nedenleri arasında. Bir diğer neden ise alkol tüketimi. Fakat dünyaya baktığımızda açlığın devam etmesi birinci neden olarak görülüyor” dedi.

Temel neden sosyal adaletsizlik

Veremin yüzyılın ilk yarısında “açların hastalığı” olarak tanımlandığını anımsatan Kılıçaslan, “Yetersiz beslenmeyi ortadan kaldırmak adına sosyal yardımlar yapılırdı. Fakat ilaçların gelişmesiyle sadece ilacın bu hastalığı ortadan kaldıracağı inancı yaygınlaşarak yetersiz beslenme ikinci plana bırakıldı. Ama bugün görüyoruz ki yetersiz beslenme varsa en ileri tedavi yöntemleri işe yaramıyor. Yani hastalığın temel nedeni aslında sosyal adaletsizlik” şeklinde anlattı.

Zengin ülkeler gereken desteği vermiyor

Verem tedavisinde kullanılan aşıların artık güncellenmesi gerektiğini belirten Kılıçaslan, “Mevcut aşı çok eski bir teknolojiye dayanıyor. Bu aşı da Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında doğumdan sonra iki ayını dolduran bebeklere ücretsiz olarak yapılıyor ve yüzde 80 koruyuculuk oranı var. Bilim dünyası COVID-19 salgını sonrasında kısa sürede aşıyı yapabildi. Verem için, Biontech aşısı gibi moleküler teknolojiye etkili bir aşı yapılması gerekiyor. Son 5 yıl içinde Dünya Sağlık Örgütü devlet başkanları düzeyinde sadece 2 kez tüberküloz gündemiyle toplandı. Güncel bir aşının geliştirilmesi için 20 milyar dolar gerektiği tespit edildi. Fakat sadece 5 milyar dolar toplandı. Zengin ülkeler için oldukça makul bir meblağ. Fakat dediğim gibi verem daha çok fakir ülkeleri olumsuz etkilediği için zengin ülkeler bundan etkilenmeyeceğini düşünüyor” dedi.

Hekimler'den Yenidoğan Davası'nda açıklama Hekimler'den Yenidoğan Davası'nda açıklama

"Önlemlerin azaltılmaması gerekiyor"

Türkiye’de durumun geçmiş yıllarda atılan temellerin sağlam olması nedeniyle dünyaya göre oldukça olumlu olduğunu ifade eden Kılıçaslan, “2023’te dünyada 100 binde 134 kişide hastalık görülüyordu. Türkiye’de ise 100 binde 11. Oldukça önemli bir kazanım bu. Dünya Sağlık Örgütü’nün orta ve az gelişmiş ülkeler için önerdiği önlemleri Türkiye kırk yılı aşkın süredir yapıyor. Fakat bu duruma güvenerek tedbirin elden bırakılmaması gerekiyor. Örneğin ABD’de Reagan döneminde verem hastalarına yönelik özel sağlık programı kaldırılmasının ardından New York hasta sayısında bazı Afrika ülkelerine yaklaştı. Sonrasında sosyal yardım uygulamaları tekrar uygulamaya girince hastalığın yayılmasının önüne geçildi” bilgisini verdi.

Her zaman risk var 

Türkiye’de düzensiz göç ile verem ilişkisini değerlendiren Kılıçaslan, “Türkiye’de ortalama yüz hastanın on beşi göçmen. İstanbul’da ise yüz hastanın yirmi beşi. Ama sanıldığı gibi ağırlık Suriyelilerden oluşmuyor. Çünkü orada savaş öncesinde tüberküloz sorunu yoktu. Düzensiz göçmen hastaların yüzde 20’si Suriyeli. Gerisi ise Afrika ve Avrasya göçmeni. Türkiye’de toplam 9 bine yakın tüberküloz hastası var. Toplam nüfusa bakıldığında az bir miktar. Fakat keşif uygulanmazsa, tedavi yapılmazsa sağlıklı bireye bulaşma ihtimali artıyor. Bu yüzden de veremle mücadele etkin bir şekilde sürdürülmeli. Zira dünyanın yüzde 25’inde verem mikrobu var. Ama hasta değiller. Vücut bağışıklığı düştüğünde ise bu hastalık bir anda patlak verebilir” şeklinde konuştu.

"Türkiye'de mesleki ve akademik çalışmalar artırılmalı"

Türkiye’de var olan dispanserlerin Sağlık Bakanlığı tarafından işletildiğini, İstanbul’da dispanserlerden sekizinin Verem Savaşı Derneği bünyesinde çalıştırıldığını söyleyen Kılıçaslan, “Türkiye’de de dünyada da verem hastaları genellikle toplumdan dışlanan insanlar. Alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı olanlar, göçmenler ve yoksullar. Biz dernek olarak hastaların ilaçlarını alması, tedavi görmesi için özel takip sistemi oluşturuyoruz. Verem hastalığında ilaç alındıktan sonra ilk 15 gün birey iyileştiğini düşünerek ilaçları bırakıyor. Bu da mikrobun ilaçlara karşı direncini artırıyor. Dispanserlerde ise bakanlık tarafından görevlendirilen doktorlar atamalarla başka hastanelerde göreve başlıyor. Bu da bizim deneyimli doktor sayımızda azalmaya neden oluyor. Bu yüzden dispanserlerde çalışan doktorların özel statüde kalıcı sağlık personeli olarak tanımlanması gerekiyor. Geçmişte aşı geliştirme çalışmalarının yürütüldüğü Hıfzıssıhha’nın verem için moleküler teknolojiye dayanan bir aşı üretmesi çok önemli. Şu anda Türkiye’de veremle savaşta hem bilimsel araştırma yürüten hem de mesleki uygulama yapan öğretim üyesi sayısı bir elin parmağını geçmez. Bu yüzden veremle savaşı akademik çerçevede de değerlendirmek önem kazanıyor” dedi.

Muhabir: Ahmet Çağatay Bayraktar