Şener Mete
Panayırlar, genellikle küçük yerleşim yerlerinde belirli zamanlarda kurulan, sergi niteliğindeki büyük pazarlardır. Dünyanın her yerinde çeşitli amaçlarla ve türlü adlarla panayır kurulur. Ancak panayırda öncelikle uzak yerlerden gelen tüccarlar mallarını satar ve kültürel etkinlikler yapılır. Anadolu’da, Selçuklular devrinden beri çeşitli panayırlar düzenlenmektedir. İşte Perşembe Yaylasında da her yıl Temmuz ayında yayla şenlikleriyle birlikte panayır düzenleniyor. Perşembe Yaylası, Aybastı ilçesi sınırları içinde. Yayla Şenlikleri ise insanların bu yaylaya yerleşmeleriyle birlikte başlamış. Başlangıç tarihi, Türklerin Karadeniz'e girdiği yıl olan 1106 olarak belirtiliyor. Anlaşılacağı üzere Perşembe Panayırı, Kırkpınar Şenliklerinden daha eski bir tarihe sahip. Zaten tarihte bu panayır, “Anadolu’da göçebe Türkmenlerin hayvan ürünlerini satıp karşılığında muhtelif mamul maddeler satın aldıkları Sûku’l-Terâkime” olarak geçiyor. Buranın ticaret ve kültür olarak önemini, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde, Perşembe Yaylası’nda kurulan panayırdan söz etmesinden de anlayabiliyoruz.
19. Yüzyıldan itibaren gazetelerin basılmasıyla birlikte, şehirlerdeki panayırlarda güreşlerle ilgili haberler de yayınlanmaya başladı. Böylece halkın ilgisi, panayırlardaki güreşlere çekilmeye başlandı. Panayır güreşlerini genellikle belediyeler organize etti. Aybastı ilçesindeki 1500 rakımlı yayla, doğanın eşsiz güzelliğini yansıtan manzarasıyla 17 Temmuz’dan itibaren 5 gün boyunca, en uzun süreli festivali niteliğiyle 20-21 Temmuz’da, Kırkpınar’da kispet giyen pehlivanların büyük bölümünü, diğer pehlivanlarla birlikte ağırlayacak. ´Koçyiğitlerin Er Meydanında’ güreşler, at yarışları ve diğer şenliklere eşlik edecek, gazeteciler izlenimlerini yazacak.
Ülkemizde yalnızca yarışmak amacıyla değil gelenek olduğu için de güreşler yapılmış. Bunlardan biri düğünlerde yapılan güreşlerdir. Eskiden 7 gün 7 gece süren saray düğünleri olduğu gibi zenginlerin dört gün süren düğünleri de olurdu. Bu kadar uzun süre düğün yapılınca da at gösterileri ve güreşler, düğünlerin bir parçasıydı. Yenenlere damat veya babası, önceden hazırlanmış ve bez torbaya konulmuş para verirdi. Sadece köy ve kasabalarda değil, büyük şehirlerde de düğünlerde güreş karşılaşmaları olurmuş. Örneğin eskiden İstanbul’un İçerenköy semtinde düğünler eski usullere göre yapılırmış. Buraya genellikle göçmen Pomaklardan güreşçiler gelirmiş. Ev sahibi, kendi akrabası olan bir pehlivan yabancı bir güreşçiye yenilince, “Tu suratına, yumruk kadar herife yenildin, yediklerin haram olsun” diye de bağırırmış.
Bilmeyenler için ilginç gelecek bir güreş türü de Ramazan Güreşleri… Kaynaklara göre Türkiye’de ilk Ramazan güreşini Razgradlı Kara Ahmet yapmış. 1897 yılının Ramazan ayının 19. günü Direklerarası’nda bir sirkte, bir İtalyan jimnastikçiyle güreşmiş ve berabere kalmışlar. 3 yıl sonra Beyoğlu’ndaki Cambazhanede de Ramazan ayında güreş yapılmasına izin verildi. Hatta 1 Şubat 1900 günü Macar Baston ile Neşet Pehlivanın güreşeceği gazetelerde ilan edilince halk, sirki doldurdu. İkinci Meşrutiyette, haftanın iki günü Yenibahçe’de, teravihten sahura kadar süren güreş müsabakaları yapılmış. Güreşe ilgi öylesine artmış ki Ramazan’da kır bahçelerinde güreşler yapılmaya başlanmış. Bütün Meşrutiyet dönemi boyunca Koç Mehmet adlı güreşçi, gazetelerin de desteğiyle İstanbul çapında ünlenmiş. Koç Mehmet, 35 yaşında güreşi bırakmış. 1910 yılından itibaren de Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Avrupa’da kazandığı madalyalarla İstanbul’da cihan pehlivanı olarak nam salmış ve adı günümüze kadar ulaşmış. 1931 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu’nun düzenlediği turnuvaya katılan Kurtdereli, başarısının sebebi sorulduğunda şöyle der: “Her güreşte, arkamda Türk milletinin bulunduğunu ve milletime olan sevgimi düşündüm.”