CHP Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, "Yükseköğretim Buluşması" düzenledi.  Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı’nda gerçekleştirilen etkinlikte CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce, CHP Eskişehir İl Başkanı Talat Yalaz açılış konuşmalarını yaptı.

Daha sonra kürsüye çıkan Özgür Özel, şunları söyledi:

"Kayyumların hedef aldığı çok kıymetli akademisyenler var"

"Maalesef ülkemiz bir adalet ve demokrasi krizi yaşıyor. Böyle bir günde aslında adaleti öğretenler, hukuku öğretenler, demokrasiyi öğretenler, eşitliği öğretenler, yerel yönetimleri öğretenler, güvenlik politikalarını öğretenler, savunma sanayi öğretenler, iletişim öğretenler, yönetişim öğretenle, bütün ülke modern ve çağdaş bir şekilde yönetilsin diye bunu yapması gerekenleri yetiştirenler, eğitenler ve ömürleri boyunca bu alana hizmet verenler bugün bizimle birlikte. Çok önemli isimler var. Kıymetli rektörlerimiz var. Türkiye’de akademik özerkliğin askıya alınmasının, kayyumların hedef aldığı çok kıymetli akademisyenler var. Hukuki kazanımlarına rağmen bunun yerine getirilmediği çok sayıda akademisyen burada bizimle birlikte.

43 yıl önce bugün 6 Kasım 1981’de YÖK kuruldu. YÖK, bir askeri darbe ürünü. 1980 darbesinden önce Türkiye’de örneğin dört işçiden üçü toplu sözleşmeli, grevli, sendikal haklara sahip. Özerk üniversiteler, üniversitelerde özgür tartışma ortamları var. Öyle bir sürecin sonunda gelip de siyaseti tanklarıyla ezen, paletlerinin altında ezan, örgütlenmenin her türünü ortadan kaldıran ve düşüncenin her türünü baskı altına alıp her türlü fikrin ortaya çıkmasını bir askeri disiplin altında sindirmeye çalışan anlayış; bu anlayışının gereği olarak ve gelecek tahayyülünün bir organı, mekanizması olarak Yüksek Öğretim Kurumu’nu kurdu.

"22 yıl sonra hala daha YÖK’ü kaldırmayan ve Kenan Evren’in kendisi için tanımladığı yetkileri kullanan birisi yönetiyor bugün ülkeyi"

Yüksek Öğretim Kurumu solu, sosyal demokrasi, sosyalizmi, düşünceyi, demokrasiyi yok edip farklı düşüncelere tahammülü tamamen askıya almış olan tek tip bir düşünce sistemini hedefleyenlerin üniversite tasarımının üst kurulu olarak kuruldu. Kurulduğu andan itibaren ülkemizde temel hedef aldığı akademinin özerkliği idi. Attıkları her adımda bunu kalıcılaştırmayı, kurumsallaştırmayı, her bir üniversitenin özerkliğini yukarıda güya onları koordine edecekmiş gibi olup üzerlerinde bir vesayet makamı olarak hem idari, hem akademik yönden bulunduran anlayışın ürünüydü. Tabii YÖK‘le birlikte rektör, dekan, bölüm, anabilim dalı başkanlarının seçimle değil atamayla saptanmaya başlandığı bir dönem başladı. Tabii ki baktığınızda kendi içinde tutarlı. Sabahleyin kalkıp ülkenin cumhurbaşkanını, başbakanını, milletvekillerini gözaltına alan, tutuklayan, yargılayan, Meclis'in yerine kendi yapısını kuran, apoletleriyle birlikte yürütmenin başına geçen birisinin rektörleri de anabilim dalı başkanlarını da dekanlarını da 'Biz atayacağız' demesi kadar tutarlı bir mesele yok. Ama sonra adım adım demokrasiye geçildi güya. Ama hiç şüphe yok ki askerlerden daha demokratik yönetimlere geçildi. Seçimler yapıldı, her seçimde birçok siyasi parti YÖK’ü kaldırmayı vaat etti. Sonra iktidara gelince YÖK’ün bunca yetkilerle birlikte üniversiteler üzerindeki etkisinden ve siyaseten buralara direktif verme etkisinden vazgeçmek istemedi hiçbirisi. Bunlardan bir tanesi de 22 yıl önce kurulan, erdemliler hareketi diye kurulan, yasaklarla ve yoksullukla ve yoksullukla 3Y ile mücadele etmek için geldiklerini söyleyen hele ilk beş yıllarında liberallerden de  o zaman bizim anlamlandıramadığımız iflah olmaz bir iyimserlikle kredi alan, bu krediyi tepe tepe kullanan bir parti daha ilk seçim bildirgesine de yazmıştı. Yola çıktıklarında ilk 500 günde ne yapacaklarını anlatırken de söylüyorlardı. Güya YÖK’ü kaldıracaklardı. Kenan Evren'den, darbeci Kenan Evren'den yıllar sonra gelen ve 1980’den 20 yıl sonra milenyumu, ondan iki yıl sonra iktidarı gören ve ondan 22 yıl sonra hala daha YÖK’ü kaldırmayan ve Kenan Evren’in kendisi için tanımladığı yetkileri kullanan birisi yönetiyor maalesef bugün ülkeyi.

"Gücünü anayasadan alan Anayasa Mahkemesi, 'OHAL KHK’larının içine bakmam' dedi"

Şöyle hatırlatmak isterim ki aslında Kenan Evren'in rektör atayan yönetim anlayışı zaman içinde yapılan iyileştirmelerle farklı bir noktaya evrilmişti. O süreçte ilk önce 1992'de kanuni değişiklikle seçimler geri geldi. Öğretim üyeleri tarafından yapılan seçimde en yüksek oyu alan altı aday ismin YÖK’e bildirilmesi, o altı isimden YÖK’ün üçünü seçmesi, o üç ismin cumhurbaşkanına yollanması, cumhurbaşkanının da bu üçünden birini seçmesi kanunlaştı. Tabii bir öncekine göre bir kazanım ama demokratik bir yarıştan çıkan altı kişiden öyle ilk üçünü falan değil istediği üçünü seçen YÖK, istemediği üçünü veto ediyor aslında. Sonra da cumhurbaşkanı o üçünden birini seçiyor. Tabii geçmiş cumhurbaşkanları o günden sonra bu üçünden ilk başlarda özellikle birinci seçileni, önerilenler içinde en çok oyu alanı atar ama bazen de atamazdı. Örneğin Ahmet Necdet Sezer en çok oyu alan ikinciyi atayınca da kıyametler kopardı. Denirdi ki; 'Kararınız siyasidir, kendi dünya görüşünüze göre atama yaptınız.' Sonra bu iktidarın Cumhurbaşkanları geldi. Onlar en yüksek oyu alana baktılar, kendilerinden değilse bir sonrakine baktılar, o da değilse bir sonrakine baktılar. Ve bunu kalıcılaştırdılar. Böyle yapılan seçimlerle de yetinmediler ve 2016 yılında Fetullahçı terör örgütünün yani aslında zamanında etle tırnak gibi oldukları, ne istedilerse verdikleri, 'Aynı menzile farklı hedeflerden yürüyoruz' diye bir ortak yürüyüş tarif ettikleri kişilerin kendi altlarına verdikleri tanklarla, altlarına verdikleri F-16’larla Meclis’i vurmaları, milleti ezmelerinden sonra güya 'Bu yapıyla mücadele edeceğiz' diye tüm itirazlarımıza rağmen ilan ettikleri olağanüstü halle, o OHAL’deki bir kanun hükmündeki kararname ile rektör atama yetkisini tek başına cumhurbaşkanına verdiler. Biz bunu itiraz ettik, süresi için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Anayasayı koruması gereken, gücü anayasadan alan ve varlığını anayasaya borçlu olan, anayasanın en güçlü kurumlarından bir tanesi Anayasa Mahkemesi altı yıl bekledi. Sadece bunu değil tek adam rejimini KHK’larla, OHAL KHK’larıyla, OHAL’de yapılan bir referandumla örneğin Brezilya’da yapamazsınız, dünyanın pek çok ülkesinde OHAL varsa anayasa değiştiremezsiniz, çünkü özgürlük ortamı yoktur toplum sözleşmesini değiştireceğiniz sırada. Ve akademi konuşamıyorken, sivil toplum konuşamıyorken, siyaset baskı altındayken, hak arama yolları kapalıyken anayasa değişmez diyorlar çok doğru. Pek çok ülkede bu anayasaya konularak korunmuş bir kaygı durumu. Birçok ülkede de hiç yazmıyor ama kimse de yapmıyor böyle şeyleri. Maalesef bu ülkeyi yönetenler, bu ülkeyi OHAL şartlarında bir anayasa değişikliğine, referanduma, o referandumla OHAL şartlarında bir baskın seçime ve OHAL’de aldıkları KHK yetkisi ile bu ülkenin gelecekte nasıl yönetecekleri ile ilgili her şeyi kanun hükmünde kararnamelerle yapmaya yeltendiler, tenezzül ettiler. Gücünü anayasadan alan Anayasa Mahkemesi, önce 'OHAL KHK’larının içine bakmam' dedi. 'İçine ne yazdığınıza bakmam, OHAL KHK’sıysa incelemem' dedi. Oysa şöyle yapması gerekiyordu; OHAL yetkileri ile ilgili kullanılan OHAL KHK’larına bakmamalıydı ama istismarcı OHAL KHK’larına, bunun bu yetki ile o olağanüstü hal ilan etmenizle ilgisi yoktur diyeceğine açık çek verdi.

Döndü dedi ki yürütmeye, 'OHAL KHK'sı diye önüme ne getirirsen bakmıyorum. Ben görmeden ne yaparsan yap' dedi. Onlar da o kadar şımardılar ki kar lastiği ile ilgili düzenlemeyi bile OHAL KHK’sının içine koydular. Ama tabi bu ülkenin demokrasisinin, üniversitelerin özerkliğinin canını okuyan ne kadar uygulama varsa hepsini o süreçte yaptılar. Anayasa Mahkemesi, 'Benim önüme üstünde OHAL KHK’sı yazıyorsa bakmıyorum' diyerek attığı açık çeki, en acımasız şekilde kullandılar. Ve o Anayasa Mahkemesi bizim OHAL KHK’ları Meclis’te apar topar görüşülüp, yasalaşmasıyla ve Anayasa Mahkemesi’ne gitme hakkımızın ortaya çıkmasıyla birlikte 60 gün içinde yaptığımız yüzlerce başvuruyu ne önem sırasına bakarak ne geçmişte yaptığı ayıplı durumun yarattığı vehameti görerek altı yılda inceledi. Altı yıl hiçbir şeyi ellemedi, altı yıldır rektör atattırdı örneğin. Altı yıl sonra dedi ki 'CHP haklı, bunların neredeyse yüzde 70’i Anayasa’ya aykırı, yapılan düzenlemelerin.' Süre verdi düzeltin diye, o sürenin içindeyiz, güya düzeltecekler. Ama eminim onlara kalırsa her zaman olduğu gibi mahkeme kararının arkasında dolanıp, birkaç yıl daha kazanacaklar. Çünkü memlekette Anayasa’yı içselleştirmeyen, Anayasa’ya uymayı bir araç olarak gören, Anayasa’nın kendisiyle ilgili sayfalarına inanan, diğer kurumların, kurulların ve diğer kazanımların olduğu sayfaların işine gelenini yırtıp atan, işine gelenine yandan bakan, flu gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Ne kadar hazindir ki bu şımarıklığa, bu küstahlığa, bu Anayasa tanımazlığa geçit veren Anayasa Mahkemesi bu anlayışın dönüp dolaşıp kendisini de yok saymasına, hatta kapatmaya karar vermesine kadar gelen bu süreçte kendi sorumluluğunu hiç tartışmadı.

Bakanlık'tan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne 3 milyon TL 'çevre' cezası Bakanlık'tan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne 3 milyon TL 'çevre' cezası

Editör: Erva Gün