Öngörülebilir miydi?
Utku ŞENSOY İster söylenildiği gibi metrekareye 300 kg yağış düşmüş, hatta 400 metre olması gereken dere yatağı 15-20 metreye düşürülmüş olsun, ister dere yatakları imara...
Utku ŞENSOY
İster söylenildiği gibi metrekareye 300 kg yağış düşmüş, hatta 400 metre olması gereken dere yatağı 15-20 metreye düşürülmüş olsun, ister dere yatakları imara açılmış, çok katlı binalar dikilmiş olsun. Ya da dere yatağına depolanan tomrukların sele kapılıp zaten alçak yapılmış olan köprü ağızlarını tıkamış, veya binaları devasa burçlar gibi dövüp yıkmış, hatta HES kapakları açılıp sular yerleşim yerlerini yerle bir etmiş olsun. Sebep hangisi olursa olsun, tüm bu iddiaların ortak yanı, “öngörülmesi gereken” ama yetkililerin, ilgililerin, hepimizin ortak “öngörüsüzlüğümüzün” sonucudur bu yaşananlar…
Tüm bu olayların ardından olup bitene “doğal afet” diyerek suçu doğaya yükleyip sorumluluktan sıyrılmak ne derece doğrudur bunun tartışılması lazım.
Afet nedir?
Afet tsunamidir, yanardağ patlamasıdır, lavdır, hortumdur, yağıştır, seldir, depremdir… İnsanoğlunun tüm bu afetleri en az hasarla atlatması mümkün mü?
Tabii ki de! Artık ileri teknoloji ile fay hatlarında bile depreme uygun mühendislik harikası yapılar inşa ederek depremin üstesinden gelip asgari kayıpla çözüm üretilebiliyor.
Ancak bu ileri ülkelerde olduğu gibi bilimle olur, deneyimle olur, tarihi iyi gözlemlemekle geçmişten ders almakla olur, liyakat sahibi kadrolarla olur, malzemeden çalmamakla olur, akıllı merkez ve yerel yönetimlerin koordinasyonuyla olur. Alınacak karalar, atılacak adımlar ve yatırımlarla gerekli önlemler hassasiyetle alınır, tüm bunların ardından eğer bir doğal afet yaşanırsa işte o zaman “takdiriilahi” denebilir. Bizde ise, hatalar zinciri sonrası, yaşananlara vurulan afet damgasıyla Allah’ın takdiri kolaycılığına kaçıverip, sorumluluk hızla doğanın üzerine atılıverir. Yaşadıklarımızın sorumlusu, “İklim Değişikliği” ya da “Küresel Isınma” da değildir. Öncelikli suçlu insanoğludur. Yapan da, denetleyen de, sorgulamayan da hesap sormayan da bu ülkenin insanı! Demek hepimiz bu sucun bir parçasıyız. İster rant gözümüzü kör etti deyin, ister siyasilerin, yerellerin hatası. Aslında yaşanan tüm bu felaketlerin suçlusu hepimiziz, suçlu sistemin ta kendisidir!
Ne yazık ki göz göre göre geldi bu felaket. Can pazarında canını kurtaran sağ salim kurtulduğuna mı şükretsin, yok olup sulara kapılan evine mi yansın, telef olan hayvanına mı, heba olan ekmeğini kazandığı işyerine mi?
Kastamonu, Sinop ve Bartın'da “öngörüsüzlük nedeniyle”, “adam sendecilik” ile geldi bu felaket, aynı Antalya ve Muğla’da göz göre göre cayır, cayır yanan ormanlarımızda olduğu gibi…
***
KAFAMDA DELİ SORULAR
Brüksel’deki NATO Zirvesi sonrası Türkiye’nin, Afganistan’da Kabil Havalimanı’nın korunmasını üstlenmesi konusu gündeme geldiğinde, akla ilk gelen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu yüksek riskli bölgede “muharip göreve” sürüklenebileceğiydi, nitekim akabinde bu konu tartışılmaya başlandı. Muhalefet de ister istemez, TBMM’nden yeni bir tezkere ile onay alınmasının gerektiğini gündeme getirdi. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Mehmetçiğin, “şartların oluşması halinde” bu görevi üstlenip, ek kuvvet göndermeden oradaki mevcut kuvvetin Afganistan’da kalabileceği yolundaki açıklamalarına rağmen, bölgeden gelen Afganların sayısındaki artış kamu vicdanını rahatlatmaya yetmedi, akla farklı senaryolar gelmeye başladı.
Her ne kadar Afganistan’ın Ankara Büyükelçisi Amir Muhammed Ramin, “Türkiye'ye gelen genç Afgan erkekler Taliban safında savaşmak istemeyenler” olduğuna vurgu yapsa da, Birleşmiş Milletlerin, “Afganistan’da durum kontrolden çıktı” açıklaması hepimizi doğal olarak kaygılandırdı. Taliban’ın ilerleyerek başkent Kabil’e dayanması, Taliban güçlerinin, 1994 yılında Afganistan’a TRT Muhabiri olarak görevli gittiğimde Mezar-ı Şerif’te karşılaştığım, Türkiye ile yakın bağlantısı olan Raşit Dostum’ un evini ele geçirdiği yolundaki haberler kaygılarımızı daha da arttırdı. Amerikan güçlerinin pılı pırtıyı toplayıp Afganistan’ı terk etmesi, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in, “Taliban'ın ülkeyi ele geçirmesi halinde uluslararası toplum tarafından tanınmayacağı” yolundaki açıklaması sonrası, Ankara’nın Taliban yönetimiyle temas ısrarı neden diye sormadan edemiyor insan. Öyle ya çeyrek milyondan fazla Afgan genci kendi ülkesini terk edip ülkemize akın ederken, “muharip güç olmasa da” Kabil Hava alanı görevinin neden Mehmetçiğe verildiğini sorgulamak yanlış mı?
Sonuç olarak, Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’ya Orta Doğu’ya üç kıtada Somali'den Arnavutluk'a, Katar'dan Lübnan'a Afganistan'a kadar 15 den fazla ülkede 50 binin üzerinde asker bulunduran Türkiye, ülke çıkarlarının olduğu her yerde Mehmetçikle bayrağımızı dalgalandırmalıdır. Bu hepimize gurur verir. Ancak burada söz konusu olan, Büyük Britanya, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri gibi emperyalist güçlerin tarih boyunca ortalığı karıştırdıktan sonra, “ne haliniz varsa görün” diyerek kaçarcasına çekip gittiği Afganistan! O cadı kazanında hem de Taliban’ın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde hesapları iyice yapmadan kalıp, bir parmak bal için arı kovanına çomak sokmanın bir bedeli olacağını unutmayalım.