Kültür-Sanat

“Ölümün Tersi Arzudur” oyunu Ekim ayında prömiyer yapacak

Abone Ol
Haber Merkezi - Türk Tiyatrusu’nun usta isimlerinden Engin Alkan’ın, Tennessee Williams’ın ülkemizde de “Arzu Tramvayı” ya da “İhtiras Tramvayı” adıyla sahnelenen “A Streetcar Named Desire” adlı oyunundan yola çıkarak kaleme alığı, yönettiği ve aynı zamanda sahne aldığı yeni tiyatro oyunu “Ölümün Tersi Arzudur” 3 Ekim Salı günü saat 20.30’da Moda Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Meslek hayatı boyunca dizi ve filmin yanı sıra birçok tiyatro oyununda oyunculuk sergileyen ve aynı zamanda yazımını ve yönetmenliğini üstlenen Engin Alkan’ın yeni tiyatro oyunu; Almanya’da Alternatif bir Macbeth sergilemek için provalarına devam eden bir tiyatro ekibinin Berlin Kreuzberg’de yaşadıkları olaylar çerçevesinde gelişiyor. Üçüncü nesil göçmen bireylerden oluşan ekip Foucault felsefesi üzerinden iktidar, erk ve ötekileştirme kavramlarını tartışırlarken bir anda İstanbul’dan gelip kapıya dikilen sürpriz bir akrabanın bütün düzenlerini alt üst etmesiyle ayrımcılık ve ötekileştirme kavramları üzerinden derin yüzleşmeler yaşamak durumunda kalırlar. 3 Ekim’de prömiyer yapacak olan “Ölümün Tersi Arzudur” tiyatro oyununun oyuncu kadrosunda ise Engin Alkan, Pınar Yıldırım, Murat Göçmez ve Sinan Çatıkkaş yer alıyor. Ölümün Tersi Arzudur oyunu Tennessee Williams’ın ülkemizde de “Arzu Tramvayı” ya da “İhtiras Tramvayı” adıyla sıklıkla sahnelenen “A Streetcar Named Desire” oyunundan yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Oyun günümüz Berlin’inde genellikle Türkiye’den göçenlerin yaşadığı Kreuzberg’de Türkçe tiyatro yapan bir ekibin prova salonu olarak da kullandıkları evlerinde geçer. Alternatif bir Macbeth sergilemek için provalarına devam eden ekip bir yandan Foucault felsefesi üzerinden iktidar, erk ve ötekileştirme kavramlarını tartışırlarken bir anda İstanbul’dan gelip kapıya dikilen sürpriz bir akraba bütün düzenlerini alt üst eder. Berlin’e temelli yerleşmek için gelen bu akraba istemeden de olsa artık ortak hayatlarının bir parçası olacaktır. Aynı ortak alanda yaşamak zorunda kalan karakterlerimizin her an daha da derinleşen farklılıkları birbirleriyle çatışmalarına yol açar. Oysa her ne kadar farklı gibi görünseler de “Öteki” olmanın ortak paydasında ortak deneyimlere sahiptirler. Hal böyleyken, kültürel, sınıfsal, etnik ya da cinsiyet kimlikleri üzerinden yaşadıkları çatışkılarda bir uzlaşma sağlayabilecekler midir, yoksa onları prova ettikleri Macbeth’teki gibi kanlı bir son mu beklemektedir?