Ahmet Çağatay Bayraktar

Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) üye ülkelerde fırsat eşitliği temasıyla yürüttüğü araştırma başarı için iyi bir şekilde çalışmak mı, yoksa aile ve şansın mı etkili olduğuna dair toplumsal görüşü ortaya koydu. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 27 ülkede yürütülen araştırma sonucu her üç katılımcıdan ikisi toplumda fırsat eşitliğinin sağlanması için daha çok adım atılması gerektiğini düşüyor. Araştırmaya katılanların yüzde 60’ı sıkı çalışmanın başarılı olmak için en önemli etken olduğunu düşünürken yüzde 43’ü sosyo-ekonomik ve kültürel olarak başarılı ebeveynlerin bireylerin başarısında büyük rol oynadığını savundu.

Araştırmada ülkelerdeki toplumsal eşitliğe dair çarpıcı tespitler de yer aldı. Eşitsizliğin daha az olduğu ülkelerde hayatta başarılı olmak için çaba göstermeye daha çok önem verilirken, araştırmaya katılan 27 ülkede cinsiyet eşitliğinde kat edilen ilerlemeye rağmen kadınlar bazı sosyal ve ekonomik alanlarda erkeklerin gerisinde kaldı.

Çok çalışmak başarıyı getirir inancı azaldı

Araştırmanın Türkiye ayağında ise elde edilen bulgularda sıkı çalışmanın başarılı olmak için tek başına yeterli olmayacağı, aile faktörünün de önem taşıdığına dair bir veri elde edilirken “başarılı olmak için sadece sıkı çalışmak yeterlidir” diyenlerin oranı sadece yüzde 3 olarak kayıtlara geçti. 27 ülkenin ortalamasında ise çalışkan olmanın yeterli olduğu inancı yüzde 11 oranında. Başarılı olmak için çok çalışmanın yanında ayrıcalıklı bir konuma ve aileye sahip olmanın şart olduğunu düşünenler yüzde 58, çok çalışmanın “gereksiz olduğunu” başarılı olmak için diğer etkenlerin önemli olduğunu söyleyenler ise yüzde 28’lik bir kesimi oluşturuyor. Bu durum içinde bulunulan ekonomik şartların çalışmaya olan inancı olumsuz etkilemesinden mi kaynaklı, yoksa kolay para kazanma isteği toplumda her zaman var mıydı? İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de üniversiteli işsizliğini odağına alan “Bayağı Kalabalığız” başta olmak üzere çalışma hayatının toplumsal yönüne odaklanan araştırmaları bulunan sosyolog Esra Kaya Erdoğan, araştırmanın Türkiye yansımasını 24 Saat için değerlendirdi.

Türkiye’de aile kökeninin ve sınıfsal konumun akademik ve yaşam başarılarında yeni olmadığını söyleyen Esra Kaya Erdoğan, geçmişte uçurumun daha keskin olduğunu söyledi: “Eski kuşak akademisyenlerin birçoğunun özgeçmişlerine baktığınızda sadece iyi bir üniversiteden değil yabancı menşeli köklü kolejlerden mezun olduklarını ve ailelerinin siyasi-bürokratik elitlerden oluştuğunu görüyoruz. Bu durum 20. yüzyılın ortalarından sonra Türkiye’deki eğitime yönelik bazı hamlelerle gevşedi. Anadolu liselerinin kuruluşu, yabancı dilde eğitim veren devlet üniversitelerinin açılması gibi girişimlerle lise ve yükseköğrenimde “başarılı” öğrencilerin iyi eğitime erişerek nisbi olarak çalışma yaşamına da aktardıkları iyi eğitim sermayelerine erişimlerinin önü açıldı.”

Eğitimde özelleşme eşitsizliği artırdı

Eğitim fırsatları içinde toplumun en yoksullarının geçmişte de bugün de eğitim olanaklarından kısıtlı ölçüde yararlanabildiğini söyleyen Erdoğan, başarılı öğrenci yetiştirmeyi amaçlayan devlet okullarında daha çok memur, işçi, büro çalışanları gibi düzenli, güvenceli ve ücretli çalışanların çocuklarının okuyabildiğini belirtti. İçinde bulunduğumuz koşullarda özel okul ve kurs merkezlerinin artmasının eğitimde özelleştirmeyi getirdiğini ekleyen Erdoğan bu durumun akademide ve hayatta başarılı olmak için sınıfsal koşulların daha çok ön plana çıktığını vurguladı. Erdoğan bu ayrımın ilkokuldan hatta ana sınıfından itibaren başladığını şu sözlerle anlattı: “Geçmişte iyi üniversite ya da en fazla iyi lise düzeyinde ayrışan eğitsel eşitsizler ve bu eşitsizliklerin tahvil edildiği 'yaşam döngüleri' bugün iyi ilkokul ve hatta iyi anaokulu düzeyinde ayrışıyor. Son olarak da özel eğitim kurumlarının ve bireysel çabaların insafına terk edilmiş bir eğitim sisteminde çocukların ve gençlerin eğitimleri ebeveynleri tarafından sağlanıyor ve bu yüzden ebeveynlerinizin bu olanaklara erişim düzeyleri çocuk ve gençlerin nasıl yoğrulduklarını ve sonrasındaki yaşam yordamlarını belirliyor.”

Kayırmacılık sıradan hale geldi

Bu duruma ek olarak akademi başta olmak üzere “adamcılık ve kayırmacılığın” artışına dikkat çeken Erdoğan, öğrencilerin de bu durumu görerek gelecek yaşamlarını kurarken akademik başarıyı değil ilişkileri ön plana koymaya başladığını ifade etti: “Üniversitelerde bazı kurumsal geleneklerin korunmasının şeklen dahi olsa beklesek de kayırmacılık eğitim kurumlarında da görülüyor. Eskiden de bu durum söz konusuydu. Ama günümüzdeki durum 'adam kayırmanın' standart hale gelmesi, sıradanlaşması. Bir kuşak bu absürtlüklere tanık olarak kendi eğitim ve yaşam serüvenlerini kurmaya çalışıyor. Bu tablo içinde ailenizin ve o aileye ait sosyal, siyasal ve ekonomik bağlantıların kimler olduğu elbette ki sizin emeğinizden ya da gayretinizden daha kritik bir belirleyen oluyor."

Kolay yoldan para kazanma isteği arttı

1980 Darbesi sonrasında Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde yüksek faiz, yüksek enflasyon politikalarıyla “kolay yoldan para kazanma” isteğinin günümüz koşullarına benzediğini söyleyen Erdoğan, “1980’lerde finans sermayesini çağrıştıracak bankerlik, borsa araçları ile zenginliğe erişmeye çalışılırken günümüzde sosyal medya ve dijital para gibi araçlar üzerinden para kazanma isteği var. Bu da derin ve kayıt dışı özelliği olan uluslararası yapılarla ilişkili bir durum. Sosyal medyada insanların yarattığı ikinci kişilikler aracılığıyla bedensel performans göstererek para kazanabiliyor. Ve bu durum, sosyal medyadan para kazanmayanları da buradan para kazanmaya yönlendirecek bir durum yaratabiliyor. Bunların dışında kalanlar ise küçük borsa yatırımları, Bitcoin gibi dijital paralara yönelme, halka arz fonları alan, maaşını kısa süreli faize koyan, döviz üzerinden e-ticaret denemeleriyle uğraşanlar söz konusu. Bu kişiler de sistem içinden küçük paylar 'tırtıklamaya' ve biraz birikim oluşturmaya çalışıyor."

Ekonomik kriz değil paylaşım savaşı

Araştırmada Türkiye’den sosyo-ekonomik olarak daha düşük olan OECD ülkelerinde çalışmaya olan inancın daha yüksek olduğunu görülüyor. Çalışmaya olan inancın tek başına ülkenin ekonomik koşullarına bağlı olmadığını söyleyen Erdoğan, “Bugün birçok genç hak ettiğini düşündüğü ve ancak yaşamadığı koşullara erişememesinin nedeni olarak ülkedeki ekonomik krize doğrudan işaret etmiyor. Böyle olsaydı kendi yolu ve yöntemiyle ekonomik kriz sonrasına bir hazırlıkları olabilirdi. Yaşanan ekonomik zenginlikten öte bir bölüşüm ve paylaşım meselesi. Bu bölüşümde çalışanların ve hatta çok çalışanların paylarının düşük olacağı inancı yerleşik hale geliyor. Bu açıdan da mesele ekonomiden ziyade toplumsal adalete bağlanıyor" dedi.

Gençlere ‘çok çalışın’ demek ne kadar anlamlı?

Sadece çalışarak başarılı olmaya olan inancı artırmak için şeffaf, açık ve adil bir sistem tek başına yeterli mi? Erdoğan şu şekilde yanıtladı: "Bu kadar keskin ve radikal eşitsizliklerin olduğu bir ortamda eşitliği sağlamak da adaleti beraberinde getirir mi?  Daha eşitlikçi politikalar ve uygulamalara geçmek ile gerçekten adaleti tesis edebilir miyiz? Yine bu kadar eşitsiz bir paylaşım ortamında, bu ortamın sonuçları ortada dururken yeniden topluma bilhassa gençlere ‘çok çalışın başarılı olacaksınız’ demenin de hakkımız olup olmadığını bilmiyorum.”

"Kazananlar" da sonuçları hissedecek

Çalışmaya inancın azalmasıyla toplumsal huzursuzlukların artacağına işaret eden Erdoğan bu ortam içinde ayakta kalamayanların adeta “kaybedenler topluluğunun üyesi” haline geleceğini savunarak toplumun farklı kesimlerinin bu durumun sonuçlarıyla yüzleşeceğini vurguladı: “Toplum irili ufaklı olarak bu durumun sonuçlarına maruz kalır ve önceleri kendisini ilgilendirmediğini sandığı bu yeni atmosferden kaçamaz. Sonuçta kazananlar grubunda yer alanların hiç umurunda olmayan üniversite mezunu o garson ya da özel güvenlik görevlisi ile sistemin kazananlar tarafında duranlar bir gün kaçınılmaz olarak aynı havayı soluyacaklar.”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları'ndan 'kayyım' çağrısı DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları'ndan 'kayyım' çağrısı

Editör: Ahmet Çağatay Bayraktar