Cengiz Aldemir / Ankara

Tarım sektörü, dünyada gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin en önemli bir parçası durumunda. Ayrıca bu ülkeler, tarım ve tarımsal ürün ihracatı alanında en büyük paya sahip.

Ülkemizde sayıları 100 bini bulan mevsimlik tarım işçileri, tarım ekonomisine büyük katkı sağlamalarına rağmen çalışma koşullarının kötü olması, sosyal hak kayıpları bakımından çalışma hayatının en dezavantajlı grubu olarak büyük sorunlar yaşıyor. Özellikle hasat döneminin başlamasıyla birlikte tarım işçileri, olumsuz yaşam koşullarıyla gündeme geliyor. “Mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüs devrildi”, “Mevsimlik tarım işçilerine ırkçı saldırı”, “Tarım işçilerinin çadırlarını su bastı”, “Tarım işçisi çocuklar eğitimden uzaklaşıyor” gibi haberler, sık sık kamuoyuna yansıyor. 

Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı hijyensiz ortamlar, başta sağlık olmak üzere birçok sorununu beraberinde getiriyor. Çadırlarda yaşama, tarım işçisi kadınlar açısından daha fazla iş yükü anlamına geliyor. Günlük 9 saatin altına düşmeyen çalışmadan sonra da işleri bitmeyen kadınlar, yemek, çamaşır, bulaşık, çocuk bakımı ve daha birçok iş yükünü üstlenmek zorunda kalıyor. Tuvalet ve banyolar ortak kullanım alanı olduğu için kadınlar hijyenik olmayan kısıtlı koşullarda kendi temizlik ihtiyaçlarını gidermekte zorlanıyor.

Genelgeye rağmen değişen bir şey yok

Olumsuz çalışma ve yaşam koşulları sözde çözülür gibi yapılıp hiçbir adım atılmayan Tarım işçilerinin durumlarının iyileştirilmesi için her yıl genelge yayınlanmasına rağmen alanda değişen bir şey yok.

Sosyal güvenlikten yoksun mevsimlik tarım işçilerinin sorunları derinleşerek artarken “Mevsimlik Tarım İşçileriyle ilgili 2024/5 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi”, Nisan sonunda Resmi Gazete’de yayınlanmıştı. Genelge ile tarım işçisi olarak çalışmak için bulundukları illerden başka illere gidenlerin ve ailelerinin bu süreçte yaşadığı sorunların giderilmesine yönelik yapılacak çalışmaların usul ve esasları 13 maddede sıralandı. Buna göre, “Valiliklerce mevsimlik tarım işçilerinin yoğun olarak çalıştığı yerlerde, eğitim ve sosyal faaliyetleri ile işçilerin temel ihtiyaçlarını giderebilecekleri, ortak kullanım alanları olan, iklim şartlarına uyumlu, emniyetli, ekonomik, estetik ve fonksiyonel, prefabrik, betonarme ya da çelik iskeletli, yeterli büyüklükte geçici ortak kullanım merkezi ile elektrik, su ve kanalizasyon alt ve üstyapısı bulunan ‘geçici yerleşim alanları’ oluşturulacak.” Genelge kapsamında, “Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüklerince sosyal hizmetler kapsamında mevsimlik tarım işçileri ve ailelerinin bilgilendirilmesi” ile “Bu kişiler, kadın, çocuk, engelli ve yaşlılar için sunulan hizmetlerden yararlanacak” bilgisine yer verilmişti. 

Prof. Dr. Bülent Gülçubuk24 Saat Gazetesi’ne konuşan tarım işçileri yaşadıkları yoksulluk ve çaresizliği dile getirirken, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk, tarım işçilerinin ilkel koşullarda yaşam mücadelesi vermesinin kader olmadığını belirtip sorumluluk üstlenmiş bütün kesimlere “Devreye girin” çağrısı yaptı.

“Bu sorun bir kader olmaktan çıkmalı”

Prof. Dr. Gülçubuk, mevsimlik tarım işçilerine yönelik 13 maddeden oluşan Cumhurbaşkanlığı Genelgesini anımsatıp “Genelgeler hemen her yıl tekrarlanıyor ve vurgulanıyor. Ama mevsimlik tarım işçileri yine yollarda, yine sorunları ve kaderleri ile baş başalar. Yüzbinlerce mevsimlik tarım işçisinin, kadın-erkek, çoluk-çocuk sorunları devam ediyor. Sosyal güvenceden, insana yakışır iş ortamından uzak biçimde yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlar” dedi. 

Nisan ayı itibarıyla mevsimlik tarım işçilerinin on yıllardır devam eden göçünün başladığına işaret eden Prof. Dr. Gülçubuk, kadın ve çocuk işçilerin en dezavantajlı ve zor koşullarda çalışanların başında geldiğinin altını çizerek şunları söyledi:

“Bu işçiler, yılın en az 5-6 ayını sosyal güvenceden ve birçok temel gereksinimden yoksun bir biçimde ilkel koşullarda gidermek yoluyla yaşam mücadelesine atılıyor. Mevsimlik tarım işçiliği, emek yoğun bir işgücü kullanımıdır. Ülkemizde en az 50 ilde, az/çok mevsimlik tarım işçiliğine rastlanmakta. Kendilerine özgü bir çalışma yasası olmayan mevsimlik tarım işçileri başta ‘İnsana yakışır iş koşulları’ olmak üzere, çalışmaya dayalı birçok evrensel haktan mahrumdurlar. Ne yazık ki Türkiye’de henüz mevsimlik tarım işçilerinin sayısına ilişkin resmi anlamda sağlıklı bir veri de yok. Bunların sayısı yüzbinlerle ifade edilir. Son 10-15 yıldır bu işçilerin arasına bir de yabancı uyruklu tarım işçileri katılmıştır. 

Tamamına yakını, kayıt dışı ve sosyal güvenlikten yoksun çalışan ve yaşayan mevsimlik tarım işçileri,  ülkenin en dezavantajlı gruplarının ön sıralarında geliyor. Çünkü bu nüfus; barınma, altyapı hizmetlerinden (elektrik, su, kanalizasyon, iletişim, vd.) yoksun. Sağlık, çalışma, ücret, sağlıklı beslenme ve yemek yeme koşulları zordur. Bu kesim, sosyal güvenceden yoksun olmak, çocukların okulu yarıda bırakmaları, trafik ve iş kazaları, kadınların ev içi ve ev dışı rollerinin ağırlığı-zorluğu, sahipsizlik gibi nedenlerle özel bir ilgi alanını oluşturmaktadır.” 

Mevsimlik tarım işçilerinin kaderleri ile baş başa bırakılmaması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Gülçubuk, genelgede yer alan; tarımsal üretim sezonunun başladığı günlerde, hem gıda güvencesi hem de insan hakkı temelinde mevsimlik tarım işçilerine yönelik özel politika alanlarının geliştirilerek, uygulanması zorunluluğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Gülçubuk, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: 

Sinop'ta deniz çekilmesi havadan görüntülendi Sinop'ta deniz çekilmesi havadan görüntülendi

“Yasal düzenlemeler; eğitimde fırsat eşitliği; toplumsal farkındalığın artırılması; beslenme ve gıdaya erişimin sağlanması; işverenlerin ve tarım aracılarının, yasal ve insani sorumluluklarını yerine getirmeleri; ferdi kaza ve hayat sigortalarının yapılması; iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması; denetim mekanizmalarının etkin işlev görmesi; tarım dışında iş ve istihdam olanaklarının oluşturulması başta çocuklar olmak üzere mevsimlik tarım işçilerinin geleceği için hayati önemdedir.  Ayrıca, bulundukları yerlerden başka illere çalışmaya giden yerli ve yabancı işçilere yönelik özel izinler, özel taşıma araçları, korunaklı ve sağlıklı ulaşım olanağı, gittikleri yerde insana yakışır yaşam, barınma ve iş ortamının mutlaka oluşturulması, rutin sağlık kontrollerinin yapılması, 15 yaşından küçük çocuklar için özel eğitim ve yaşam programlarının geliştirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir; genelge yayınlamakla sorunlar çözülmüyor. Genelgede yer alan usul ve esasların takibi için izleme ve denetim birimlerinin oluşturulması ve etkin bir biçimde alanda yer alması gerekir. Gerekirse bu işçilerin sorunlarına müdahale için özel bir çağrı merkezi ve iletişim hattı da devreye konulmalı ve yoğun işçiliğin yaşandığı illerde özel yardım masaları oluşturulmalıdır. Artık bu sorun bir kader olmaktan çıkmalıdır.” 

“Herkes taşın altına elini koymalı” 

Sorunların çözümü ile ilgili kamu ve özel sektör kuruluşları, üniversiteler, siyaset kurumu ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) devreye girmesi gerektiğini belirten Gülçubuk şu önerilerde bulundu: 

  • Kamu birimleri: eğitim-eşitlik-fırsatlara erişim, mesleklendirme, gelir-geçim kaynakları yaratma, insana yakışır iş ortamının hazırlama, sağlıklı-güncel veriler oluşturma, ulaşım güvenliği, çalışma güvenliği, sosyal koruma, yasaları izleme, yasaları ödünsüz uygulama, vd. konularda daha etkin devreye girebilirler. 
  • Siyaset kurumu: sorunların çözümü için yasal düzenlemelerin yapımı ve takibi, konunun sürekli gündemde tutulması, yerel yönetimlerin hassasiyetlerinin artırma konusunda sorumluluk üstlenme konularında somut eylemler içinde olabilirler. 
  • Sivil toplum kuruluşları: savunuculuk, farkındalık, kamuoyu yaratma, paylaşımcılık, eğitim-geleceğe hazırlama-kök sorunlara ilişkin araştırma-gözlem yapabilirler ve sonuçlarının kamuoyu ile paylaşabilirler. 
  • Özel sektör: hassasiyet, destek, katkı, önceliklendirme, adil ve etik tüketim, adil çalışma, insana yakışır iş koşullarının oluşmasına katkı verebilirler. 
  • Üniversiteler: alan çalışmaları-araştırmaları, sorun çözme yaklaşımı, çözümün paylaşımı, yol göstericilik yapma konularında daha fazla devreye girebilirler. Kısacası, herkesin taşın altına elini koyması gerekiyor.”

“Devlet, tarlada çalışan ailelerin çocuklarına eğitim katkısı sağlayabilmeli”

Mevsimlik tarım işçilerinin arasında okulunu terk edenlerin yanı sıra üniversite mezunu olan gençlerin sayısı da oldukça yüksek. Bankacılık lisans mezunu Şanlıurfalı genç tarım işçisi A. G. şunları anlattı:  

“Ailem yıllardır tarım işçiliği yapıyor. Ben Antalya’da tarlada doğmuşum. Zor şartlarda Bankacılık Sigortacılık okudum. Bitirdikten sonra birçok yere başvurdum ama şimdiye kadar herhangi bir yere giremedim. Çünkü bizim gibileri mülakatlarda eliyorlar. Üniversite bitirmekle hemen iş bulamıyoruz. Malum birilerini tanımak gerekiyor. Umudumu yitirmedim halen başvurular yapıyorum ama bulamazsam bu işe devam edeceğim çaresiz. Kalabalık bir aileyiz, bu işten aldığımız parayla ancak günü kurtarıyoruz. Öyle tasarruf falan imkânsız. Bu güneş altında ve kötü koşullarda çalışmak tabii ki çok zor. İşten, çalışmaktan asla rahatsız değilim ama kendi okuduğum alanda yani bankacılık sektöründe çalışmak isterim. Benim gibi üniversite mezunu olan ve bu şekilde çalışan oldukça çok genç insan var bunu da biliyorum. En büyük sorunumuz barınma koşulları, eğitim, sağlık, hijyen ve temizlik diyebilirim.”

Diğer bir tarım işçisi Mehmet Yaprak ise şunları söyledi:

“Gördüğünüz gibi halimiz perişan. Aldığımız ücretler düşük, güvenliğimiz yok, konaklama ve barınmamız, derme çatma çadırlardan ibaret. Yağmur yağdığında sel ve çamur içinde kalıyoruz. Hiç sağlıklı bir ortam değil. Çocuklarımız eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanamıyor. Ulaşım zorluğumuz var. Bütün tarım işçilerinin sorunu olan yoksulluk yüzünden, karnımızı doyurmak için mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Kim istemez insanca yaşamayı. Çalışmayı seviyoruz fakat karşılığı bu olmamalı. En azından devlet bizim gibi tarlada çalışan ailelerin çocuklarına eğitim katkısı sağlayabilmeli. Yaşadığımız sorunları çözmeli.”

Editör: Orhan Karadağ