Nursun Erel
1 Haziran 1988 Çarşamba günü… Öğleden sonra, büro toplantısındayız, ertesi gün yayınlanacak haberlerin üzerinden geçiyoruz, toplantı masasında Metin Işık da var. Bir telefon geliyor:
-Ankara Otelinde silah patladı, ölüler var…
Ankara Oteli, Tunus Caddesindeki Tercüman Gazetesi binasının arkasında, haber merkezimiz otelin havuzuna bakıyor, bize o kadar yakın yani…Metin Işık fırlayıp masadan kalkıyor, olayı izlemek, haberleştirmek için bürodan koşarak çıkıyor. Sonrası tam bir kabus. Çünkü Ankara Otelinde vurulan isimlerden biri onun ağabeyi Mevlüt Işık, Metin bu korkunç gerçekle karşılaşıyor, inanmak istemediğimiz meşum haber bize de anında ulaşıyor, çok sevdiğimiz meslektaşımız Mevlüt Işık’ın henüz kırk yaşında yaşamını yitirdiğini öğreniyoruz.
Tam 36 yıl sonra gözümün önünden o trajedinin sahneleri birer birer geçiyor, Mevlüt’ün evine gidişimiz, yaşamının baharında, 40 yaşındayken yitirdiğimiz arkadaşımızın eşi, çocukları, annesi… Herkesin gözyaşları sel olmuş, tesellisi yok bu felaketin, hele Mevlüt’ün yakın arkadaşının menfur kurşununa kurban gidişinin izahı yok… (*)
Mevlüt Işık’la Tercüman Gazetesinin Ankara Bürosunda masalarımız karşılıklıydı. Her sabah selamlaşır, şakalaşır, birbirimize çay ikram eder, ardından günlük işlerimize dalardık, çoğu kez düşünürüm:
-Onun kadar dürüst, sıcak, samimi, yardımsever dost bulunur muydu acaba?
-Çok zor…
Memleketi Kars’tan sık sık telefonla aranırdı, çünkü Mevlüt Işık herkesin derdine çare olmaya çabalardı, kimine akıl verir, kimine başvuracağı adresi söyler, hatta kimi hemşerileri akrabaları, “kızımız oldu, ne koyalım adını?” Diye soracak olurdu… Mevlüt’ün genellikle “Aybüke” deyişi hala kulağımda çınlar…
Bir ara 12 Eylül sonrasının askeri hükümeti Toprak Reformu tasarısını gündeme getirmişti, ikimiz tasarı metnini aynı günlerde ele geçirip haberleştirmiştik. Bir gün büro şefimizin haber kıskançlığından kaynaklı haksızlığına uğramıştı, Orman Bakanlığı bünyesindeki bir tesisin bahçesinde buluşup dertleşmiştik, şefe haksızlığını kabul ettirdik, Mevlüt masasına geri döndü.
Sigara içtiğinden haberim yok
Sigarayı bıraktığım günlerde herkesi sigaradan vazgeçirmeyi kendime iş edinmiştim, hedefimdeki isimlerden biri de Metin Işık’tı, Mevlüt’le konuştuk bu konuyu:
-Metin’i ben ikna ettim gibi… Sen de keşke arayıp ona destek versen, şevkini artırsan
Diyecek oldum, unutmuştum Metin’in onu baba yerine koyduğunu, aralarındaki ilişkinin gelenekten gelen, ataerkil bir tarzı olduğunu, dedi ki:
-Nursun ben onun sigara içtiğini bilmezden geliyorum, bıraksa çok sevinirim ama bunu ona söyleyemem çünkü içtiğinden haberim yok…
İşte o gün, biz çok değerli bir arkadaşı yitirdik ama Metin için ağabeyinin ölümü hiçbirimizin acısıyla kıyas kabul edilemeyecek kadar ağır bir darbe oldu. Zaman zaman dertleşirdik, ağabeyiyle geçirdiği yaşamdan anekdotlar anlatırdı, bekar yaşayan iki erkek kardeş için en kolay yemek olan yumurtanın envai çeşidini tükettiklerini, bu nedenle bir daha yaşamında yumurtanın y’sini bile duymak istemediğini söylemişti.
Ne mutlu ki Metin, bayrağı ağabeyinin bıraktığı yerden aldı, onun hayallerinin neredeyse tamamını gerçekleştirdi, hem gazetecilikte hem siyasette çok başarılı oldu.
Rüzgarlı'da geçen yıllar
Tuğrul Sarıtaş ve İlhan Kuyucu’nun birlikte hazırladıkları Rüzgarlı Gazeteciliği Belgeselinden bir alıntıda (**) Metin Işık ağabeyi Mevlüt’ü şöyle anlatıyor:
“Ben dünyaya gelince adeta gazete kağıdıyla kundak edilmiş bir çocuktum, Kars’ta yayınlanan Ekinci Gazetesi ile matbaada çıraklıkla mesleğe merhaba dedim. 1972 yılının Aralık ayı, ortaokulda talebeyim, eksi 30 derecede gazete dağıtıyorum, ağzımdan çıkan nefes buza dönüşüyor, sonra okula gidiyorum, paydos zili çalınca matbaaya geçip mürettip çıraklığı yapıyorum.
Ağabeyim, ustam ve üniversitem Mevlüt Işık’tır. Onun Ankara’ya ve Rüzgarlı Sokağa adım atması 1966 yılında olmuştur, bir yandan Ankara Belediyesinde çalışırken, bir yandan Ankara Ticaret Gazetesine yazı yazıyordu.
Merhum Betül Uncular, Nahit Duru ve Barış Kaşıkçı Türkiye’nin gazeteciliğin okulunu okumuş ilk mektepli gazetecileriydi, biz de onların yanında çırak pozisyonunda alaylı gazeteciler olduk. Benim Rüzgarlı Sokağa adım atışım 1978 yılındadır. O yıllarda ağabeyim Mevlüt Işık, Mehmet Göktürk, Beşir Ayvazoğlu, Burhanettin Özbilgin ve Mete Bayındır’ın da aralarında olduğu güçlü bir kadroyla önce Yeni İstanbul, ardından Ayrıntılı Haber’in Ankara Temsilcisi olmuştu. Rüzgarlı Sokak bizim gazetecilik eğitimi aldığımız, haber ile yorum arasındaki farkı öğrendiğimiz yer oldu. “Haber Kutsal, Yorum Hürdür” ilkesiyle yetiştik, Berat Yurdakullar, Nazmi Bilginler’den feyz alma şansına eriştik. Gazetecilik bizim için hayatın anlamı olmanın yanı sıra geçim kaynağı olmuştu…”
Aramızdan ayrılışının 36. Yılında, meslektaşım Mevlüt Işık’ı sevgi ve özlem’le anıyorum, sabah sessizliğinde büroda, daktilosunun tuşlarından çıkan ses hala kulaklarımda, bugün yaşasa kimbilir hangi manşetlere imza atacaktı, belki siyasette önemli bir pozisyonda olurdu. Umarım gittiği yerde huzurludur.