Isparta'da yük treninin çarptığı otomobilin sürücüsü yaralandı Isparta'da yük treninin çarptığı otomobilin sürücüsü yaralandı

Berna Karataş
Dünya Sağlık Örgütü, kadına yönelik şiddeti, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulaması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış olarak tanımlıyor. Kadına yönelik şiddet, yaşamın her alanında karşımıza çıktığı gibi medyanın kullandığı dil ve görseller de bu şiddete doğrudan olmasa da dolaylı yoldan ortak olabiliyor. 
Medyanın kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri üzerindeki etkisini değerlendiren Feminist Avukat Gamze Şen, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin azımsanamayacak şekilde artması ve bunların medyaya daha fazla yansımasını, “medyanın yönlendirici etkisine” bağladı. 
Dünya ve Türkiye’deki kadın cinayeti olgusu ve medya ilişkisinin sosyolojik olarak farklı boyutlarıyla irdelendiğini belirten Avukat Şen, kadın cinayetlerini sıradan, normal ve sansasyonel haberlere dönüştüren medyanın cinsiyetçi söyleminin uzun yıllardır tartışıldığını anımsattı. 
Fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik, sosyal vb. yönlerden, aile ve toplum içinde yapılan, kadında her türlü travmaya sebep olabilecek cinsiyete dayalı tutum davranış ve eylemlerin “şiddet” olduğunu belirten Avukat Şen, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) verilerine işaret etti. Bu verilere göre, 2023 yılında 315 kadın katledildi ve bunların yüzde 65’i evlerinde öldürüldü.  Avukat Şen, “Bu verilerden anlıyoruz ki, en güvenli olan alanımız olan evlerimiz kadınlar için en güvensiz alanlara dönüşmüş durumda ne yazık ki” dedi. 
Medyanın kadınları “ataerkil roller” içine sıkıştırdığına dikkat çeken Avukat Şen, “Feminist ve eleştirel medya çalışmalarında temel vurgu, kadın imgesinin cinsellikle ve bedenle eş değer tutularak, cinsiyetçi, ataerkil ve hegemonik değerlerin medya aracılığıyla ve erkek egemen bakış açısıyla yeniden üretildiğine ilişkindir. Medyanın, haber ve yorumlar aracılığıyla toplumsal önyargıları yeniden ürettiği, geleneksel kadın imgesini pekiştirdiği, ya kadını görmezden geldiği ya kadınları az ve eksik yansıttığı ya da onları belirli roller içinde sunduğu yadsınamaz bir gerçekliktir” diye konuştu. 
A V“Gerek ölme ve gerekse öldürme eylemlerinin kaçınılmazlığı vurgulanıyor”
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri haberlerinde kullanılan dilin niteliği ve söylemin üreticisinin cinsiyetinin, toplumsal cinsiyet analizi açısından önemli olduğunun altını çizen Şen, şunları söyledi:  
“Bu analiz, aynı zamanda haberin hangi bakış açısıyla yazıldığını da belirlemektedir. Kadın cinayeti haberlerinin neredeyse tamamının yazarı ve haber kaynakları da çoğunlukla erkeklerden oluşmaktadır. Haberlerin içeriğinde kullanılan görsellerde ve ifadelerde olaya ilişkin bilginin ya yakın komşulardan ya da yakın çevredeki erkeklerden alındığı görülmektedir. Benzer biçimde, adli vakalarda da özellikle erkek polislerin raporlaştırdığı bilgilerden yararlanılmaktadır. Aslında, olayların haberleştirilmesinde basın organlarının tarafsız ve özgün olması gerekir. Ancak, kadın haberleri söz konusu olduğunda basının bu işlevini tam olarak yerine getirdiği çok da söylenemez. 
Kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinde atılan haber başlıklarının çoğunluğunda, kadınların nasıl öldürüldüğüne dair bilgi vermek yerine, failin eylemine yani ‘şiddeti uygulamasına’ ya da ‘nasıl öldürdüğüne’ dair vurgu yapılıyor. Bu yönde atılan haber başlıkları, kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerini kavramsallaştırdı. Haber başlıklarının yüzde 18’inde ‘töre’ kavramına yer veriliyor. Ancak töre kavramıyla verilen başlıklarda ve haber metinlerinde ikili bir tutum da söz konusu. Bir yandan törenin hem kadınları, hem de erkekleri nasıl etkilediği anlatılıyor, öte yandan her iki cins de kurbanlaştırılıyor. Böylelikle, bu metinlerde gerek ölme ve gerekse öldürme eylemlerinin kaçınılmazlığı da vurgulanıyor. Benzer biçimde, haber başlıklarının yüzde 15’inde de kadın cinayetleri ‘öldürüldü’ kavramı başlığı ile birlikte duyuruluyor. Dolayısıyla, cinayete kurban edilen kadınların, ölüm karşısında pasifliğine ve çaresizliğine dikkat çekiliyor.”  
Eril bakış açısı…
Bu haberlerde çoğunlukla medyanın faillerin akrabalık kimliklerini öne çıkarttığını vurgulayan Şen, sözlerini şöyle sürdürdü: 
“Medya bu tür durumlarda eril bakış açısını iki türlü yansıtıyor. İlk olarak, failin akrabalık statüsüne hem haber başlığında, hem de içerikte yer vererek aile içi cinsiyet rolüne dikkat çekiyor. Birçok haberde, failin eş ve eski eş, nişanlı ya da eski nişanlı, yani faillerin kadının en yakınındaki erkekler olduğu bilgisi veriliyor. Ancak failleri tanımlayıcı bilgiler, meslekleri ya da diğer toplumsal rol ve kimlikleri göz ardı ediliyor. Kadın cinayeti haberlerinde öldürülen kadının aile içi ve toplumsal statüsü ise ikilemli bir rol dizgesiyle anlatılıyor. Haberlerde, özellikle kadınların eğitimli olmalarına ve kamusal alanda saygınlık gören statülerine yer verilse dahi bu statünün, anne olmanın önüne geçmesi durumunda kadının öldürülebileceği iletisi vurgulanıyor.”
Şen, feminist medya çalışmaları aracılığıyla medyada kadın temsili sorunsalının farklı boyutlarıyla gündeme geldiğini işaret ederek değerlendirmelerini şöyle tamamladı: 
“Kadını ve erkeği eşit görmeyen, rol hiyerarşisi temelinde kadını ikincilleştiren bakış açısı cinsiyetçi ve ataerkildir. Bu cinsiyetler hiyerarşisi, ailede oluşarak diğer toplumsal kurumlar ve medya aracılığıyla yeniden üretiliyor. Bu anlayış, 1970’li yıllarla birlikte kadın örgütlerinin çabalarıyla değişmeye başladı. Bu doğrultuda, medyada da kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi olan, kadınların kadın olmaları nedeniyle öldürülmelerini ifade eden kadın cinayeti olgusu. Faillerin büyük çoğunlukla akraba erkeklerden olmasının, ailedeki geleneksel rolleri, bunları üreten, sürdüren, pekiştiren süreçlerin ve mekanizmaların sorgulanmaya açılması konularını da beraberinde getirdi.” 

Editör: Ramazan Atabey