Kastamonu'da kullanılmayan iş yerine giren yavru baykuş DKMP'ye teslim edildi Kastamonu'da kullanılmayan iş yerine giren yavru baykuş DKMP'ye teslim edildi

Dünya genelinde tarımdan inşaata, imalattan lojistiğe, madencilikten peyzaja hemen hemen her sektörde talebi her geçen yıl hızla artan mavi yaka, ülkemizde son yıllarda yasal mevzuattaki eksiklikler, uygulama alanlarının yetersizliği ve toplum nezdinde mesleki eğitime yönelik olumsuz algı nedeniyle kan kaybediyor. Teknik Eğitim Vakfı Genel Başkanı, İnsangücü ve Çıraklık Eğitimi Geliştirme Derneği Başkanı Erdoğan Özen, mesleki eğitimin önemi, usta-çırak ilişkisinde gelinen noktayı ve çağın gerektirdiği işgücü niteliğini değerlendirdi. 

NAZ AKMAN/ANKARA - 13.yüzyıldan bu yana Anadolu’nun en önemli esnaf teşkilatı olarak varlığını sürdüren ahilik geleneği, eğitimden ekonomiye, ahlaktan çalışmaya, hukuktan siyasete ve kültüre kadar hayatım tüm alanlarında etkili olmuş hatta bu özellikleriyle Avrupa’ya örnek olmuş önemli bir Türk işleyiş sistemi olarak biliniyor. Bir yaşam biçimi ve bir sistem olarak yüzyıllar boyunca uygulanan ahilik geleneği meslek eğitimi ile ahlak eğitimini bir bütün olarak ele alıyor. Bu anlamda ülkemizde özellikle mavi yakanın gelişimine önemli katkılar sunan ahilik geleneği sayesinde mavi yaka oranında gözle görülür artışlar da yaşanmıştır. Tüm dünyada hızla gelişen teknolojik gelişmeler beyaz yakanın yükselişine paralel olarak mavi yakaya olan ihtiyacı da artırdı. Nitekim teknolojiyle beraber iş dünyasına yeşil, dijital, demir dönüşüm çalışma hayatındaki yeni sınıfları tanımlayan kavramlar olarak girmeye başladı. 
Avrupa ülkeleri mavi yaka açığını göçle karşılıyor
Günümüzde Almanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi mavi yaka açığını göçle karşılamaya çalışıyor.  Peki Türkiye’de ahilikten bu yana yüzyıllardır sürdürülen geleneğin parçası olarak yetişen mavi yakanın durumu ne? Gençlerin ve ailelerin mavi yaka algısı ne yönde? Mesleki eğitim, nitelikli işgücü planlaması ülkemizde ne düzeyde? Mesleki eğitimde öğrenciler, işverenler ve ailelerin üzerine düşen roller neler? Teknik Eğitim Vakfı Genel Başkanı, İnsangücü ve Çıraklık Eğitimi Geliştirme Derneği Başkanı Erdoğan Özen, mesleki eğitimin önemi, usta-çırak ilişkisinde gelinen noktayı ve çağın gerektirdiği işgücü niteliğini değerlendirdi. 
Dünya genelinde tarımdan inşaata, imalattan lojistiğe, madencilikten peyzaja hemen hemen her sektörde talebi her geçen yıl hızla artan mavi yaka, ülkemizde son yıllarda yasal mevzuattaki eksiklikler, uygulama alanlarının yetersizliği ve toplum nezdinde mesleki eğitime yönelik olumsuz algı nedeniyle kan kaybediyor. Teknik Eğitim Vakfı Genel Başkanı, İnsangücü ve Çıraklık Eğitimi Geliştirme Derneği Başkanı Erdoğan Özen, son yıllarda iş dünyasında sıkça duyduğumuz yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm, demir dönüşüm kavramlarını irdeleyerek, ülkemizde yetişen işgücü yapısını anlattı. 
Özen, “Türkiye’de çıraklık eğitimi köklü bir geçmişe dayanıyor”
Türkiye’de çıraklık eğitiminin temellerinin atıldığı 12.yüzyıl ahilik geleneğinden Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinde Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) aracılığıyla hayata geçirilen çıraklık okullarını ve 1977 yılında çıkarılan 2089 sayılı Çırak, Kalfa ve Usta Kanunu çerçevesinde atılan adımları değerlendiren Özen, “Türkiye’de çıraklık eğitimi köklü bir geçmişe dayanıyor. 12. yüzyılda ahilikten günümüze kadar gelen bir sistemden söz ediyoruz. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte toplanan ilk komisyonlarda çırak okullarının açılması karara bağlanmıştır. O dönemki adıyla Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) vasıtasıyla Eskişehir’de devlet demiryolları çıraklık okulu, Kırıkkale’de makine kimya endüstrisine bağlı çıraklık okulu, Kayseri tayyare fabrikasına bağlı çıraklık okulları açılıyor. Yani çıraklık eğitimi önce KİT’te başlatılmış ardından 1977 yılında çıkarılan 2089 Sayılı Çıraklık Ustalık Kalfalık Kanunu 9 yıl uygulamada kalmış ancak belirli pilot projelerde, belirli illerde ve belirli meslek dallarında uygulanabilmiş. O dönemki kanunun tam çalışma hayatına disiplin getirmemesi, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu ile ilgili maddelerin olmaması nedeniyle istenen hedefe ulaşamayınca 1986 yılında şu an uygulamada olan 3308 Sayılı Meslek Eğitim Kanunu uygulamaları hayata geçirildi. 37 yıldır bu kanun uygulamada. Kanunun çıktığı yıllarda Sosyal Güvenlik Kurumu ile ilgili maddelerin olması kanunun ülkemizde benimsenmesine hatta 1986-1996 arasında 50 bin olan çırak öğrenci sayısının 350-400 binlere kadar ulaşmasını sağladı” bilgisini verdi. 
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması çıraklık eğitimine darbe mi vurdu?
1997 yılında sekiz yıllık (5+3) kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesi ardından 2012 yılında geçilen 12 yıllık (4+4+4) zorunlu eğitim sisteminin ıraklık eğitiminde önemli aksamaların meydana gelmesine neden olduğunu ifade eden Özen, “1997 yılında zorunlu eğitimin önce sekiz 2012 yılında ise 12 yıla çıkarılması çıraklık eğitimine iki darbe vurmuş oldu. Çıraklık eğitimine ilkokul ve akabinde başlanıyordu. Çıraklık eğitiminin zorunlu eğitimden sayılmaması büyük bir eksiklik. Çünkü ağaç yaşken eğilir, çıraklık eğitimi 18-19 yaşına gelen biri için başlanacak bir eğitim değildir. Ayrıca çıraklık eğitimi çocuk işçiliği de değildir, devletin organlarında mesleki eğitim merkezlerinde yürütülen bir sistemden bahsediyoruz. Kayıt dışı olmayan, hakların gasp edilmediği, gözetim ve denetime tabi tutulan, çalışma şartları ve iş güvenli şartlarının uygunluğunun denetlenebildiği bir sistem. 2016 yılında 6764 sayılı kanunla çıraklık eğitimi zorunlu eğitim kapsamına alındı ama geç kalındı. Çünkü çıraklık eğitime en büyük darbe zaten söz konusu değişimin yapıldığı 1997 ve 2012 yılları arasında yapılmıştı. Bu süreçte yaşanan boşluklar nedeniyle kopuşlar zaten yaşandı. 1997’ye kadar çıraklık eğitiminde her ne kadar iyi gitsek de eğitim sistemindeki bu iki husus maalesef aksaklıklara neden oldu” dedi. 
“İşgücü doğru planlanmalı!”
Mesleki eğitim sürelerinin her meslek grubu için aynı sürelerde uygulanmasının çıraklığa yönelik ilgiyi azalttığını belirten Özen, kamuoyunda mavi yakaya yönelik algının da olumsuz yönde olması nedeniyle yeni dönemde çırakların yetişmediğini ifade etti. Özen, “Her mesleğin eğitim süresi dört yıl olmamalı. Türkiye’de her şey yaşa ve süreye bağlı. Boyacı, elektrikçi, mobilyacı veya tesisatçı dört yıl eğitimine gerek duymayabilir. Her mesleği belirli kalıba sokmak sistemde kopmalara neden oluyor ayrıca sistemin işleyişinde sorunlar da çıkıyor. Yasal mevzuattan kaynaklı sorunlar halihazırda devam ediyor, kanun 37 yıldır uygulamada ancak çağa göre değişmesi güncellenmesi gereken maddeler var. Günün şartlarına uygun kanun ve mevzuatları dünyadaki gelişmelere, iç ve dış koşullara uygun şekilde yenilemek gerekiyor. Bu anlamda bir şeyler yapabilmek için insan kaynağı gerekiyor, insan kaynağını dijital dönüşüme veya yeşil dönüşüme uygun yetiştiremez, geliştiremez, çağa ayak uyduramazsanız dönüşümü gerçekleştiremezsiniz. Ayrıca kamuoyunda mesleki eğitime karşı bakış açısı da oldukça sorunlu. Herkes çocuğunu üniversiteye göndermek istiyor, okulu zorla da bitirse önemli değil çocuklar mutlaka o liseyi veya üniversiteyi bitirmeli. Herkes çocuğunun doktor, mühendis, avukat, mimar olmasını istiyor ancak bu çocuk akademik yeterliliğe sahip mi veya o mesleği yapmak istiyor mu bu sorgulanmıyor. Ülkenin her yerinde üniversite açıldı milyonlarca diplomalı işsiz var. Kimse mavi yaka grubunda olmak istemiyor veya kendine yakıştırmıyor. Burada devletin, ailelerin, öğrencilerin, işletmelerin, işverenlerin herkes bu işte aynı sorumluluğu üstlendiğini unutmamak gerekiyor. Tüm bu taraflarla koordineli bir şekilde çalışmak işgücünü doğru planlamak gerekiyor. Mesleki eğitimin toplumda kabulü, değeri yoksa hangi düzenleme mevzuatı getirirseniz getirin teşvik edemez o alanda yol alamazsınız” diye konuştu. 
“Nicelikten ziyade niteliğe ihtiyaç var”
Küresel çaplı ihtiyaç olan mavi yakanın ülkemizde de en çok aranan grup olduğunu belirten Özen, “Avrupa’da ve dünya genelinde mavi yaka açığı var. Bu şekilde devam etmez. Eğitimde veya istihdamda yer almayanların oranı da oldukça yüksek, neredeyse 4 milyona yakın kadın ne eğitim ne de istihdamda yer almıyor. 12 yıllık eğitimin ardından 4-5 yıl yüksekokul okuyan gençlerin işsizlik oranı da oldukça yüksek. Maalesef Türkiye’nin insan gücü planlaması yok. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra Devlet Planlama Teşkilatı ortadan kalktı, cumhurbaşkanlığı uhdesinde yapılmaya çalışılıyor. Dünya değişiyor, teknoloji gelişiyor bazı meslekler ölüyor yerine yenileri geliyor. Tüm bunların ilgili paydaşlar tarafından masaya yatırılması gerekiyor. Hem üniversiteler hem de mesleki teknik okullarda artık teorik eğitime dayalı bir meslek eğitimine ihtiyaç yok. Meslek eğitimi mutlaka pratikle uygulamaya dahil olmalı. Eli çekiç, tornavida tutanların sayısı artmalı. Kağıt üzerinde teknisyenim demek yerine uygulamaya da hakim olmak lazım. Nicelikten ziyade niteliğe ihtiyacımız var, bunun için laboratuvarlar atölyeler çağa uygun teknolojiyle donatılmalı, bunlar birbiriyle bağlantılı şeyler” dedi.
“Tarım ve hayvancılık için kasabalara, köylere dönüş yapılmalı”
Özen son olarak pandemide önemi daha fazla anlaşılan tarım hayvancılık sektöründe köyden kente göçle beraber derinleşen eksikliğin öncelikli kapatılması gerekilen alan olduğunu ifade ederek, “1990’lı 2000’li yıllara kadar insanların belirli seviyeye gelmesi için üniversite mezunu olma zorunluluğu vardı, çünkü ülkenin beyaz yakaya ihtiyacı vardı. Fakat gelişen çağa uygun mavi yakalı, yeşil yakalı, demir yakalı personele de ihtiyaç var. İnsanın potansiyelini makinelerin aldığı bir ortamda mutlaka bu meslek eğitim sistemini, yüksek öğrenim yapısını değiştirmedikçe çağa uygun yeterliliğe kavuşturamadığınız sürece bu devam edecek. Tarım, hayvancılık gıda alanında ülkemiz kendi kendine yeten ülke konumunda olmalıdır. Kasabalara köylere dönüş yapılmalı, bunun için de kasabaları köyleri cazip hale getirmek gerekiyor. Meyve sebze yetiştiriciliği, çiçekçilik, arıcılık, kanatlı hayvancılık, bağcılık, mantar yetiştiriciliği, bahçıvanlık, sera, meslek dallarına daha fazla ağırlık verilmeli, çıraklık eğitimi bu alanlarda da artmalı. Genç beyinlerimizin göçünü, ekonomi, eğitim ve toplumsal göçü durdurmalıyız” görüşlerine yer verdi. 

Editör: Ramazan Atabey