Deniz Berk
Türkiye’de bireysel borçluluk rekor seviyelere ulaştı. Son bir yılda kişi başına düşen kredi ve kredi kartı borçları hızla yükselirken artan borç yükü, ekonomik zorlukların yanı sıra toplumsal ve psikolojik sorunlara da yol açıyor.
2024 yılında kredi borcu bulunan kişi sayısı 2,1 milyon artarak 41 milyon 376 bine ulaştı. Kişi başına düşen ortalama bireysel kredi borcu ise bir yıl içinde 63 bin 675 liradan 88 bin 155 liraya yükseldi.
Bireysel kredi kartı borcu olanların sayısı ise yıllık bazda 2,2 milyon kişi artarak 37,3 milyon oldu. Kişi başına düşen ortalama kredi kartı borcu ise bir yılda yüzde 58 artarak 28 bin 289 liradan 44 bin 681 liraya çıktı.
Son 12 ayda yüzde 151 artış
Kredili mevduat hesabı (KMH) kullanan kişi sayısı bir yılda 1,6 milyon kişi artarak 29,7 milyona ulaştı. Kişi başına düşen ortalama borç ise bir yılda 5 bin 498 liradan 13 bin 62 liraya çıktı. Toplam KMH borcu, son 12 ayda yüzde 151 artarak 154,7 milyar liradan 388,3 milyar liraya yükseldi.
Cambridge Üniversitesi Sidney Sussex Koleji Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özge Öner, borçlanmadaki artışın yaşam koşulları üzerindeki etkilerini ve bu durumun ekonomik sürdürülebilirliğe tehdit oluşturan boyutlarını 24 Saat'e değerlendirdi.
Borç döngüsünden çıkış yok
Borçluluk artışının çok katmanlı nedenleri olduğuna dikkat çeken Öner, iktidarın popülist politikaları ve ucuz kredi bağımlılığı sebebiyle vatandaşların borca bağımlı bir tüketim modeline hapsedildiğini belirtti. Öner borçlarının artışındaki temel nedenleri şöyle açıkladı:
“Türkiye’de bireyler, gelirleri ile harcamaları arasındaki uçurumu kapatabilmek için krediye yönelmek zorunda kalıyor. Enflasyonun hızla yükselmesi, maaşların ise bu artışı geriden takip etmesi, bireyleri borçlanmaya itiyor. Bu noktada borçlanma, yalnızca büyük harcamalar için değil, günlük ihtiyaçların karşılanması için de kullanılan bir araç haline geldi. Artık insanlar, market alışverişinden fatura ödemelerine kadar pek çok temel harcamayı kredi kartlarıyla veya tüketici kredileriyle karşılıyor.”
“Maaşların enflasyonun gerisinde kalması kredi bağımlılığını artırdı”
Dr. Öner, Türkiye’de asgari ücretli çalışma oranının fazlalığına değinerek, “Türkiye’de ücretli kesimin dörtte üçü asgari ücretin iki katının altında maaş alıyor. Yüzde 40’a yakını ise asgari ücretli. Bu durum, açlık sınırının 40 bin TL’ye yaklaştığı bugünlerde ülke nüfusunun ciddi bir kısmının açlık sınırının altında kazandığına ve borçlanmanın kritik rolüne işaret ediyor. Maaş artışlarının enflasyonu geriden takip etmesi krediye bağımlılığı artırdı. Şimdi geçmiş değil beklenen enflasyona göre asgari ücret zammının tartışıldığı bugünlerde bu biriken kredi borçlarının ilerleyen süreçteki vaziyetine dair umutlu bir tabloya işaret etmiyor” dedi.
Borçlanma bir yaşam biçimi haline geliyor
Halkın birikim yapma imkânının giderek azaldığını belirten Öner, “Türkiye’de tasarruf oranları neredeyse sıfıra inmiş durumda. İnsanlar, gelirlerinin büyük bir kısmını temel ihtiyaçlara harcıyor ve bu bile çoğu zaman yeterli olmuyor. Gıda ve konut fiyatlarındaki artış, bütçelerdeki açıkları büyütüyor. Bu durum, bireyleri tasarruf yapmaktan tamamen alıkoyuyor ve borçlanmayı bir yaşam biçimi haline getiriyor. Hanehalkının borçlanma refleksiyle hareket etmesi, ekonominin sürdürülebilirliği açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor” dedi.
Finansal baskı toplumu etkiliyor
Artan borç yükünün yalnızca ekonomik değil, psikolojik bir krize de yol açtığını vurgulayan Öner, finansal stresin bireyler üzerindeki etkilerini şöyle anlatıyor:
“Borç stresi, bireylerin yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürüyor. İnsanlar, borçlarını ödeyemedikçe daha fazla stres altına giriyor ve bu durum depresyon, kaygı bozuklukları gibi sorunları tetikliyor. Ayrıca, aile içi huzursuzluk ve toplumsal çatışmaların artışında borçluluğun önemli bir payı var. Borçlu bireylerin, uzun vadede hem fiziksel hem de zihinsel sağlık sorunları yaşama ihtimali oldukça yüksek. Bu sadece bireysel bir mesele değil; toplumun genel ruh halini etkileyen büyük bir sorun.”
“Sosyal adaletin zayıflamasına neden oluyor”
Bireysel borçlanma, gelir eşitsizliğini daha da derinleştiriyor. Öner, bu durumun toplumsal adalete etkilerini şu şekilde değerlendiriyor:
“Gelir dağılımındaki adaletsizlik, bireysel borçluluğun artışıyla daha görünür hale geliyor. Düşük gelirli bireyler, borçlarını çevirebilmek için daha yüksek faizli kredilere yöneliyor. Bu, onların borç yükünü artırıyor ve yoksulluk döngüsünden çıkmalarını imkânsız hale getiriyor. Öte yandan, üst gelir grupları bu süreçten kâr sağlayarak daha da zenginleşiyor. Orta sınıf ise hızla eriyor ve bu durum, sosyal adaletin zayıflamasına neden oluyor. Borçluluğun bu şekilde artması, toplumsal dayanışmayı da olumsuz etkiliyor.”
Bankacılık sektöründeki riskler büyüyor
Bireysel borçlardaki artışın bankacılık sektörüne yönelik riskler taşıdığına dikkat çeken Öner, “Artan bireysel borçlar, bankacılık sektörü için kısa vadeli kazanç, uzun vadeli risk anlamına geliyor. Takipteki kredilerdeki artış, finans sektöründe bir 'borç tsunamisi' yaratabilir. Bankalar bir yandan kredileri geri alamıyor, diğer yandan sistemin kırılganlığını artırıyor. Türkiye’nin borç riskini kontrol altına almak için finansal kurumların daha sıkı düzenlemelere gitmesi gerekiyor, ancak bu konuda atılan adımlar bir elin parmağını geçmiyor” ifadelerini kullandı.
“Domino etkisiyle bir çöküşe neden olabilir”
Öner, kredi borçlarının artmasının kısa vadede ekonomik büyümeyi destekler gibi görünse de uzun vadede ciddi sorunlara yol açtığına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Borçla desteklenen ekonomik büyüme, bir yanılsamadan ibaret. Kısa vadede tüketimi artırıyor gibi görünüyor; ancak borçlar ödenemez hale geldiğinde tüketim duracak ve büyümenin yerini durgunluk alacak. Türkiye’nin ekonomik sistemi, borçlarla ayakta durmaya çalışıyor. Ancak bu sistemin sürdürülebilirliği mümkün değil. Gerekli önlemler alınmazsa, bu durum domino etkisiyle bir çöküşe neden olabilir.”