“Öğretmenler Günü” konuğu: Köy Enstitüsü son mezunlarından Şahin Eren
Enstitülerde amacın “Okur-yazar olmak” değil, “okuyan-yazan bireyler olmak” olduğunu belirten Eren, çağının tanığı, toplumcu aydın olma bilincini orada edindiğini vurguladı. “Topluma duyarlı bireyler” yetiştiğini aktaran Eren, Cumhuriyet’in bu ilk eğitim sisteminde “Bilen bilmeyene öğretsin” ilkesinin benimsendiğinin altını çizdi
Gülseren Tozkoparan Jordan / ANKARA - “Eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıran, herkesin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda üretkenliği esas alan bize özgü bir eğitim sistemi” olarak tanımlanıyor Köy Enstitüleri. On yedi bin 251 köy öğretmeni yetiştiren bu efsane kurum, 1940-1946 arasında 15 bin dönüm tarlayı tarıma elverişli hale getirip üretim de yapmış. “24 Kasım Öğretmenler Günü” nedeniyle Köy Enstitüsü’nün son mezunlarından emekli İlköğretim Müfettişi Şahin Eren, ile Ankara’daki evinde görüştük. Eren, Köy Enstitüsü’ndeki hayatı, eğitimi ve arkadaşlıklarını ilk ağızdan anlattı.
“Söz uçar yazı kalır” gerçeğini Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğrendim. Okur-yazar olmak değildi amaç; okuyan-yazan bireyler olmaktı. O günden bugüne okuma, bir elli yıldır da yazma serüvenim sürmekte. Bu bilinçle elde ettim, çağımın tanığı toplumcu aydın olmayı.
Türk aydınlanma devrimini insanlığın aydınlanmasıyla buluşturdukça yurttaşlık sorumluluğum giderek arttı. Doğru bildiğim yolda usanmadan yürürken yazmayı da unutmadım. Yaşadıklarım, aslında toplumsal bir aynaydı. “Mutlaka kitaplaştırılmalı” dedim. Gecikmeli de olsa dünden bugüne şiir ve şiirsel biçimde yazılmış güncelerimden seçtiklerimi tematik bir sırayla bir araya getirdim.
Bir aydından geriye kalan ne olabilirdi ki elbette anmalık bir kitap. Bir de topluma duyarlı oğullarım kızlarım ve torunlarım elbette.
Şiir gülmek ve ağlamak eyleminin arasındaki yaşamın kendisidir. Yaşantılarımın gülüşünü, ağlayışını paylaşıyorum sizinle.
Hoş geldiniz Eren’lerin şiir evrenine... Şahin Eren /Nisan 2006
Akpınar Köy Enstitüsü mezunu İlköğretim Müfettişi Şahin Eren, 2006 yılı basımı Güncemdeki Diziler adlı şiir kitabının önsözünde duygularını böyle ifade ediyor ve şiir evrenine alıyor sizi. Aradan geçen 13 yılda okuma, yazma ve günce tutma serüvenine devam ediyor, o güzelim el yazısıyla güncesini tutmakla kalmıyor, resimler de yapıyor.
Birçoğunu hediye etse de Amasya ve Burdur’da kişisel sergiler açtı, Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nce düzenlenen karma sergiye katıldı. Köy Enstitüsü’ndeki yaratıcılığa, üretime yönelik eğitim hayatının her alanına yansımış, çevresindekilere ilham olmuş olmaya devam ediyor.
Ürettiği bazı projeleri Yenimahalle Belediye Başkanı ile paylaşıyor, katkı vermek mutlu ediyor. Topluma duyarlı bireyler olarak bahsettiği beş çocuğundan üçü de kendisinin yolunu izleyerek öğretmenliği seçmiş, aydınlatıyorlar. Emekli İlköğretim Müfettişi Babam Yusuf Tozkoparan’ın kadim dostu Şahin amca ile lise yıllarımda Samsun’da 1980’lerde tanışmıştım, yıllar sonra Ankara’da yolumuz tekrar kesişti ve oradan devam ediyoruz. Efsane eğitim kurumları Köy Enstitüleri’nden kaç kişi kaldı, parmakla sayılacak kadar belki! Değerli Şahin Eren de onlardan birisi. 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle kendisiyle görüştük, öğrencilik yıllarını ve Köy Enstitüleri’ni konuştuk Kendisinin ve bütün öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun.
Köy Enstitüsü’ne girmesi
Şahin Eren’in babası eğitmendi. Samsun Akpınar-Ladik Köy Enstitüsü’ne 1948’de ilk okuldan sonra girdi ve 6 yıl okudu. İlk dört yıl tamamen Köy Enstitülü olarak son 2 yıl da öğretmen okulu müfredatıyla okudu. 1953-54 mezunu. Köy Enstitüsü olarak girdiği okuldan öğretmen okulu mezunu olarak çıktı. Nedeni ise dört yıl okuduktan sonra okul süresi uzatılmış, iki yıl daha eklenmiş ve öğretmen okuluna çevrilmiş olmasıydı. Dolayısıyla Köy Enstitüsü olarak girdiği okuldan öğretmen okulu mezunu olarak çıktı. Ancak o bir Köy Enstitülüydü, o ruhu almıştı. Sonra Gazi Eğitim’de tamamlama yaparak müfettişliğe geçti. 11 yıl öğretmen, 36 yıl da ilköğretim Müfettişliği yaptıktan sonra emekli oldu olmasına ama her gün üretmeye devam ediyor.
-Köy Enstitülerinin kurulduğu ortam nasıldı?
-O yıllarda okur-yazarlık oranı son derece az ve kısa bir süre içerisinde okur-yazar sayısın artırmak için eğitim sisteminde reform gerekiyor.
Cumhuriyet’in ilk eğitim sisteminde “Bilen bilmeyene öğretsin” ilkesi mevcut. Köy misafir evleri okuma evlerine çevriliyor ama bu yetmiyor.
Türkiye’deki toprak dağılımı çok yetersiz. Sorduğunda “Rençberim” diyor. “Bağın bahçen var mı” deyince “Yok”. O zamanki durumda çoğunun kendi toprağı yok, ortakçı oluyor. Toprağın çoğu ağaların elinde.
Diyoruz ki Türkiye tarım ülkesi, sanayi ülkesi haline getirmek için topraksız çiftçiyi topraklandırmak gerekiyor, toprak-tarım reformu yapmak gerekiyor. Bunun için okumuş eleman, okumuş eller, ustalar gerekiyor. Önce tarım okulları açılıyor, 8 tane Tarım Öğretmen Okulu var Anadolu’da, bunları köylere gönderemiyorsun, 6 tane Öğretmen Okulu var halihazırda ama yetmiyor.
Öğretmen okulları yetişme menşeileri İstanbul, Balıkesir, Kayseri, Sivas, Diyarbakır. Eğitimde reform yapılıyor hemen. Laik bir eğitim sistemi kuruluyor. Bunun içinde yapılacak toprak reformunun emin ellere teslimi için tarımı çiftçiye öğretecek öğretmen gerekiyor.
Bununla ilgili olarak ilk defa 1938’de eğitmen kursları açılıyor. İlk denemesi Eskişehir’de yapılıyor, orada bir iki yıl denendikten sonra 28 tane daha açılıyor. Eğitmen kursları iyi ama yetersiz kalıyor. O zaman köydeki çiftçi çocuklarını ilkokuldan sonra öğretmen olarak yetiştirmeyi ve kendi köylerine göndermeyi planlıyorlar. Bunun içinde eğitim uzmanları gerekiyor. Bazı öğretmenler Almanya ve Avusturya’ya gönderildi eğitim almak, uzmanlaşmak için. Nasıl bir eğitim sistemi kuralım ki kısa zamanda bize faydalı olsun sorusundan yola çıkıldı!
Amerikalı Eğitim Bilimci John Devi, Atatürk zamanında, 1945 yılında Türkiye’nin daveti üzerine Amerika’dan geliyor ve 8-9 ay kalıyor, inceleme yapıyor. O’nun raporu sonucunda kısa zamanda Türkiye’nin eğitim alanında hayata geçirilip, faydalı olacak bir sistem kurulması planlanıyor.
Köy Enstitülerinin kuruluş mantığı ve dayanaklarında bu raporun yansımalarını görmek mümkün.
İsmet İnönü, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel konuyla ilgili İsmail Hakkı Tonguç’u görevlendiriyor. Çünkü Tonguç Almanya, Avusturya iş okulundan mezun olmuştur. Bir de Rusya’daki toplu eğitim sistemlerini incelemiştir. Tonguç 1939’da başladı 1940’da kurdu Köy Enstitülerini.
-Köy Enstitüsünde okul hayatı nasıldı, bir günü tarif eder misiniz?
-Köy Enstitüleri teoriye değil uygulamaya dayanan eğitim anlayışını benimsemişti, 30 bin hektardan az olmaması gerekiyordu arazilerinin.
Bir öğrenci günde 18 saat çalışır 6 saat uyurdu. Sabah 7’de kalkış, 7.30’da alanda, top sahasında toplanma, sabah yürüyüşü, beden eğitimi, ısınma çalışmaları, neşe ile halk oyunları çalışmaları yapılır, bütün bunların ardından 9 gibi kahvaltıya geçilirdi.
Ardından müteala, 2 saat derse hazırlık yapardık kendi kendimize. Dört saat kültür dersi vardı, dört saat de tarım, hayvancılık, zanaat dersleri, uygulamalı marangozluk, duvarcılık, dokumacılık, müzik, demir doğrama derslerimiz vardı. Her konuda eğitim alırdık, kendimiz ekip biçerdik. Sınıftan çok sahadaydık. Bu sebeple Köy Enstitüsü mezunu olanlar yalnız öğretmen değildir, ikinci bir mesleği vardır. Marangozdur, meyvecidir, sebzeci, işletmecidir. Derslerden sonra yine iki saat çalışma vardı.
800 öğrencinin olduğu okulumuzda 40 keman, 40 mandolin, 1 piyano vardı. Okula başladığımda 11 yaşındaydım, ilk etapta dersler ağır geldi ama çalışarak üstesinden geldim.
-Toplam kaç dersiniz vardı?
-12-13 ders vardı. İlk 3 yıl genel kültür dersleri, 4 ve 5. yıl öğretmenliğe yönelik psikoloji, eğitim psikolojisi ve sosyoloji dersleri alıyorduk.
Babam “Okuyamazsan dana güdersin, çobanın yanına katarım seni” demişti. O yüzden zayıf alınca üzülürdüm. Bir gün zayıf almış, teneffüste ağlıyordum. Okul müdürü beni gördü
“Niye ağlıyorsun” dedi, söyledim. Beni yemekhaneye götürdü, masaya oturduk, hep öğrencilerle beraber yemek yerdi müdür ve öğretmenler o zamanlar. Bu, 1950’den sonra değişti. Sonra odasına götürdü beni ve “Bundan sonra her gün odama gelip sobamı yakacaksın ve bana o günün derslerini anlatacaksın” dedi.
Bu bir süre böyle her gün öğrendiklerimi tekrarladım müdüre, zayıfımı düzelttim. Okulda 3 dönem vardı ve 3. karnede teşekkür aldım.
Köy Enstitüleri, eğitim ve öğretmenlerin başarısıydı. Usta öğrenciler vardı. Âşık Veysel bizim okulda usta öğretici olarak iki ay kaldı. Bir gün, bana “Sen adam olacaksın” dedi, herkese iyi okuyun, bu çok iyi bir fırsat, aman aman okuyun” diye öğüt verirdi.
-Ders sonrası ne yapılırdı?
-Dersler bittikten sonra akşamları ertesi günkü derse hazırlık zamanı vardı 2 saat, sonra bu 1 saate indi. Sınıfta her ay bir tane kitap okurduk. Kitabı bir öğrenci okur diğerleri dinler sonra kitap üzerinde tartışırdık. Birçok edebiyatçı-yazar çıkmıştır Köy Enstitülerinden. Proje çok iyi bir eğitim projesiydi.
-Öğrenciler arasında ilişkiler nasıldı?
-Sevgi ve saygıya dayalı ilişkimiz vardı. Erkekler kızlara sahip çıkar koruyup kollardı. Kendimizden büyüklere abla, ağabey derdik. Ablalar biz küçükleri kollar, gömleklerimizi ütülemeye bile yardım ederlerdi. Bazen duygusal ilişkiler de olmuyor değildi, 3 yıl içinde böyle duygusallıktan iki evlilik çıktı. Kız-erkek karışıktı, sahada hep beraberdik ama sonradan ayırdılar.3. Sınıfta bizim kızlar İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gitti.
-İlk tayin yeriniz?
-Yaş 17, başladım öğretmenliğe. İlk görev yerim Amasya’nın Uygur köyü idi. Çok güzel bir köydü. Köyde Nebiler ve Türkler vardı. Uygur köyü bana çok uygundu. Neden! Kitap okumayı severdim, baktım orada muhtarın evinde kitaplık var. Bizim köyde yoktu mesela, yıl 1954. Bir yıl sonra kendi köyüme Amasya- Taşova-Alpaslan Köyü’ne tayin oldum ve orada 8 yıl çalıştım. 1965 yılında müfettişlik sınavını geçtim ve ilköğretim müfettişliğine başladım.
Köy Enstitüleri, dünyada tescil edilen en büyük eğitim sistemlerinden birisidir.
-En unutamadığınız bir anınız?
-Beşinci sınıfa geçtiğimde Enstitüler, öğretmen okullarına çevrildiğinde bazı kitaplar okullardan toplatıldı, önce sandıklara konulup paketlenmişti. Bir gün kütüphaneye girdiğimde sandığı gördüm açtım, elime Emile Zola’nın Nar Ağacı kitabı geldi, onu ve birkaç tanesini daha aldım sandıktan.
O yıllarda okulda Rus Klasiklerini de okuyorduk. Sonradan sandığı almaya geldiklerinde kaldırmışlar sandığın içi boş. Meğer yalnız ben değilmişim oradan kitap alan, sandığı görenler kitaplardan almış. Bir hocamız bizi takip ediyormuş fark etmiş aslında, sonradan öğrendik bildiğini. Kitapların nereye götürüleceğini ve ne yapılacağını bilmiyorduk çünkü belki de atılacaktı. Bunlar hayatımızın tatlı ve acı noktalarıdır.
-Köy Enstitüleri neden kapandı?
-Köy Enstitüleri asılsız suçlamalarla yıpratıldı. Toprak reformunu ağalar istemiyordu. Tek partiden çok partiye geçince Meclis’e ağalar girdi. Kapanmasının tek sebebi bana göre toprak ağalarıdır.
Köy çocukları böyle yetişiyor ama yarın onlar yönetime gelince ağalar ne yapacak! Hasan Ali Yücel’in 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılmasına değin Köy Enstitüleri devam etti. 1950’de Hasan Ali Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında isim değişikliği yapıldı ve Köy Öğretmen Okulları’na dönüştürüldü. Bu okullar da Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954’te kapatıldı. Kapatılmasaydı başta eğitim olmak üzere her alanda daha gelişmiş bir ülke olabilirdik, bir Cumhuriyet projesiydi.
-Bugünkü sistem ve eksikleri hakkında düşünceleriniz?
-Türkiye Cumhuriyeti laik bir Cumhuriyettir ve bir eğitim politikası vardır. Bireyin kendisine ve topluma yardımcı olması, onun yanında devlete göre vatandaş, rejime uygun bir vatandaş yetiştirme. Yurt Bilgisi, Coğrafya, Tarih, devlete özgüdür. Kendine özgü ise Türkçe, Matematik, diğer bilgi ve becerilerdir. Okullarda okutulan kitapların beş yılda bir güncellenmesi gerekir. Eskiden kitaplar Milli Eğitim Basımevi’nde basılırdı. Beş yılda bir yapılan Milli Eğitim Şurası’na okul aile birliklerinin temsilcileri katılırdı, iyi uygulamalardı bunlar. Acilen laik sisteme uygun bir eğitim politikasının yapılması ve uygulamaya konulması gereklidir.
Dünyaya örnek
Köy Enstitüleri, eğitimciler ve kaynaklar tarafından “Eğitimde fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıran, herkesin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda üretkenliği esas alan bize özgü bir eğitim sistemi” olarak tanımlanıyor. Toplam bin 308’i kadın, on yedi bin 251 köy öğretmeni yetiştirmiş bu efsane kurumlar.1940-1946 yılları arasında 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilerek üretim yapılmış.
Köy Enstitülerinin kurulmasında verdiği rapor etkili olan John Dewey, 1945’te Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü inceledikten sonra ve daha sonra yurtdışında yaptığı konuşmalarında “Benim düşlediğim okullar, Türkiye’de Köy Enstitüsü olarak kurulmuştur. Tüm Dünya’nın bu okulları görüp eğitim sistemini, Türklerin kurduğu bu okulları göz önünde bulundurarak yeniden yapılandırması isabetli olacaktır” sözleri kayıtlara geçmiş, tarihte yerini bulmuştur.
Şahin Eren, öğretmenimize uzun ve sağlıklı yıllar diliyor ve öğretmenler için yazdığı çok anlamlı şiirini bu özel günde tüm öğretmenler için paylaşıyoruz.
ÖĞRETMENİM
Kıyılırsın dövülürsün
Her devirde övülürsün
Çokça garip görünürsün
Acep neden öğretmenim
Laf atar kendini bilmez
Eğri durmak sana gelmez
Yüce tarih sensiz olmaz
Bizi yücelt öğretmenim
Elif heceyi söktü,
Geri kinini döktü
Atam sana soru sordu
Hali anlat öğretmenim