Kitapların kendi kaderleri vardır
Birsen GÜRDİL
“Dünyayı hareket ettiren fikirler” sloganı temasıyla kapılarını kitapseverlerin beğenisine açan dünyanın en büyük yayıncılık endüstrisinin organize ettiği Frankfurt Kitap Fuarı’ndan sonra, 37. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı da 10-18 Kasım tarihleri arasında TÜYAP ve Kongre merkezinde düzenlenmiştir.
Frankfurt Kitap Fuarı’na, bu yıl 137 ülkeden 286 binden fazla kitapsever, yayıncılık uzmanı, medyanın önde gelenleri, tanınmış firmaların katılımı ile 707’nci kez kapılarını açmıştır.
113 ülkenin, 7 bin 500 yayıncı kuruluşun stant açtığı fuara, Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Ticaret Odası ve Türkiye Ulusal Standı ile iştirak emişiştir.
Gelişmiş ülkelere bakacak olursak ne yazık ki kitap okuma konusunda çok gerilerde olduğumuz görülmektedir.
Yurtiçi ve yurtdışı fuarlara katılmanın ötesinde, yeni yetişmekte olan genç nesillere kitap okuma zevkini aşılamamız gerekmektedir. Bu konuda başta anne ve babalara, öğretmemelere büyük görev düşmektedir. Bilgisayar, akıllı telefon ve tabletlerle uyuşturulan beyinleri, bu cihazlardan uzak tutmak için yurdumuzda açılan kitap fuarlarından, farların etkinliklerinden yararlandırılması hem onların sağlıklı ve hemde kültürlü bireyler olması bakımından çok önemlidir.
Ayhan Sicimoğlu “Hastasıyım” adlı kitabını tanıttı
Ayhan Sicimoğlu’nu okurlar, Hürriyet Gazetesi’nin daha ziyade seyahat konulu yazılarından tanımaktadırlar. Dünyanın dört bir tarafına kendi imkânları ile giden ve gördükleri fotoğraflayıp, kâğıda döken tanınmış gezgin ve bir yazardır. Anılarını aktardığı gerçek olaylarla tanınmaktadır.
Sicimoğlu, arşivinde bulunan 88 yazıdan, 25 tanesini Hastasıyım adlı kitabı için seçmiştir. Aşağı yukarı 25 ülkede gezdiği, dolaştığı ve keşfettiği uzun yolculuklarını topladığı bu kitabının tanıtımı için geride bıraktığımız zamanlarda dostları ve okurları ile bir araya gelmiştir. “Hastasıyım” adlı kitap, Hürriyet Kitap imzasıyla raflardaki yerini almıştır.
Bakır tencere ve Senem Öner
Ünlü yemek yazarı, bu kezde okurlarının önüne nefis yemeklerini değil de, onların nasıl pişirilip, sofranıza getirildiğini öğreten bir kitap yazdı.
“Bakır tencere” adı ile Remzi Kitabevi tarafından piyasaya sunulan eserin yaratıcısı Senem Öner, “Bu kitabı sofralarınıza yeni bir şef dokunuşu katmak ve sevilen yemekleri sevdiklerinize değişik sunularla hazırlamak için yazdım” demektedir.
Nadia Murad ve Zülfü Livaneli
Nadia Murad’ı, bugün yüzbinlerce insan yakından tanımaktadır. Bu yılın Nobel Barış Ödülü’nü DenisMukwage’yle alan acıların kadını bilindiği gibi Nadia Murad, DEAŞ militanları tarafından kaçırılır. Bir kampta altı erkeğin tecavüzüne uğrar, para karşılığında yaşlı bir adama satılır. Satın alan adamda onu başkalarının önüne atar.
Talihsiz kadın dövülür, aç bırakılır, işkence görür ve durmadan tecavüze uğrar. Yaşadığı hayattan utanır, ölmek ister. İntihara kalkışır ama yapamaz. Korkuları, içindeki yaşamın intikamını alma hırsısına dönüşür. Kendisini gibi yüzlerce genç kız ve kadın bu barbarların elinde birer cinsel ilişki kölesidir.
Nadia’da, köyünden kaçırıldığında 21 yaşında, tertemiz bir kızdı. Ailesi ve 6 erkek kardeşi DEAŞ militanları tarafından acımasızca öldürülmüştü. 12 ay boyunca çekmediği çile, tecavüze uğramadığı gün yoktu.
O artık intikam hırsı ile yaşayan bir kadındı. Nihayet bir gün, DEAŞ’ın dayanılmaz işkencelerine ve tecavüzlerine hedef olmuş genç kızların ve kadınların sorunlarıyla ilgili çalışmalara başladı. Yazdıkları yazılar, Birleşmiş Milletlerin dikkatini çekti. BM, onu iyi niyet elçisi ilan etti.
Nadia, 2017 yılında Avrupa Konseyi VaclavHavel Ödülü’ne layık gördü. Acıların kadını boş durmuyor, DEAŞ’ın insanlık dışı davranışlarını dile getiriyordu. Nadia Murat, bütün bu çabalarının sonunda Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Ödülünü alan Murad’ı, şimdi de hayatını beyazperdeye aktarmak isteyen ünlü yapımcılar aramaktadır. Zülfü Livaneli, 2017 yılında piyasaya çıkan “Huzursuzluk” adlı kitabında Nadia Murad’ı Meleknaz olarak ele almış ve kitap tahminlerin fevkinde büyük ilgi görmüştü.