Kıbrıs'ta sorun değil, 49 yıllık huzur var

E. Amiral Dr. Ergun Mengi Öncelikle, Kıbrıs’ta sorun var mı? Buna tüm tarafların gözünden ayrı ayrı bakmak gerekir. 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak eden İngilte...

Abone Ol
E. Amiral Dr. Ergun Mengi Öncelikle, Kıbrıs’ta sorun var mı? Buna tüm tarafların gözünden ayrı ayrı bakmak gerekir. 1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak eden İngiltere; 1960 yılındaki Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımış ve Dikelya ve Agratur’daki askeri üslerinin bulunduğu bölgelerin tam egemenliğini alarak sorununu çözmüştür. 1960’dan itibaren İngiltere’nin Kıbrıs sorunu kalmamıştır. Rum tarafından bakıldığında sorun 1964 yılında çözülmüştür. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios 30 Kasım 1963’de 13 maddeden oluşan anayasa değişikliğini ortaya koymuştur. - Bunlar arasında anayasanın değişmez maddeleri, - Kıbrıs Türk'ü olan Başkan Yardımcısının (Dr. Fazıl KÜÇÜK) veto hakkının ortadan kaldırılması, - Temsilciler Meclisinde ayrı çoğunluklar ilkesinin ortadan kaldırılarak kararların basit çoğunlukla alınması, - Ayrı belediyelerin ortadan kaldırılması gibi maddeler de bulunmaktaydı. Türkiye’nin değişiklikleri kabul etmeyeceğini bildirmesi üzerine, ABD Başkanı Kennedy, Makarios’a anayasa değişikliğinden vazgeçmesini önermiştir. Makarios değişiklikleri ötelemiş ancak, Rumlar 21 Aralık 1963’te Türklere karşı ada çapında katliama başlamışlardır. 24 Aralık 1963 tarihinde Kanlı Noel olarak adlandırılan saldırılar sonunda 364 Kıbrıs Türkü şehit edilmiştir. Kanlı Noel’de Kıbrıs Türk Alayında görevli Tbp. Bnb. Nihat İlhan’ın evinin banyo küvetinde eşi Mürüvet İlhan ve çocukları Murat, Kutsi ve Hakan katledilmişlerdir. Bu ev halen Barbarlık Müzesi olarak korunmaktadır. Rum Hükümeti, zor kullanarak Kıbrıslı Türk Milletvekillerini Temsilciler Meclisinden uzaklaştırmış, sonra sadece Rum Milletvekillerinin oyu ile uluslararası hukukta geçerliliği olmayan Gereklilik Yasası’nı (Law of Necessity) geçirmiştir. Sonra da bu yasanın arkasına sığınarak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı tek taraflı olarak 30 Kasım 1963 tarihinde, sadece Rum milletvekillerinin oyları ile değiştirip Kıbrıslı Türkleri, kurucu ortaklıktan, azınlık statüsüne düşürmüştür . Barış ortamının bozulması, çatışmaların artması ve Türk parlamenterlerin meclisten uzaklaştırılması sonucu ortaya çıkan kaos ortamında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK-ABD, Sovyetler Birliği, Çin, İngiltere ve Fransa) 04 Mart 1964 tarihinde oybirliğiyle aldığı 186 sayılı kararla, her ne kadar Anayasasına ve Kuruluş Anlaşmalarına aykırı da olsa, Rumlardan teşkil edilmiş mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetini, adanın yetkili ve sorumlu hükümeti olarak, de facto tanımıştır . 04 Mart 1964 tarihinde Kıbrıslı Rumlar için de sorun bitmiştir. Bunun üzerine yaşanan gelişmelerde, Kıbrıs’ta yaşanan mezalime rağmen, Türkiye’nin haklı itirazlarına gözardı eden ABD, İngiltere ve özellikle BMGK’ne karşı Başbakan İnönü 16 Nisan 1964 tarihinde ünlü sözünü söylermiştir. “Yeni Bir Dünya Kurulur, Türkiye de O Dünyada yerini alır.” Yunanistan’ın ayrıca Ada’ya 15 bin askeri adaya çıkarması üzerine , Türkiye, askerî müdahalede bulunacağını açıklamıştır. Bu açıklamaya karşılık ABD’den gelmiştir. ABD Başkanı Johnson, 05 Haziran 1964 tarihli mektubuyla, Türkiye’yi tehdit etmiştir. Türkiye’nin, NATO maksatlı verilen silahlar ile ABD yardımı kapsamında verilen silahları kullanamayacağını ve bu harekat sırasında Türkiye SSCB’nin saldırısına maruz kalırsa NATO tarafından savunulamayacağını belirtmiştir. Bu mektup ABD siyasi tarihinde yazılmış en ağır mektuplardan birisi olarak kabul edilmektedir. ABD arabuluculuğuyla, Yunan birlikleri geri çekilmiş ve bir savaşın eşiğinden dönülmüştür. Görülmektedir ki ABD ve diğer Batılı Ülkeler, Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin anayasal ve insanlık dramı kapsamındaki haklı durumuna rağmen, stratejik önemi haiz Kıbrıs’ı Türklerle asla paylaşmak istememektedirler. Diğer önemli oyuncu olan, Yunanistan ise, 21 Nisan 1966 tarihinde, Kıbrıslı Türklerin sindirilerek Kıbrıs’ı Yunanistan'a bağlama amacı güden Akritas Planı’nı devreye sokmuştur. Bu plana göre Türklere yapılan baskılar artmış, 1967’de Rum saldırıları tekrar başlamıştır. 1957, 1962’den sonra 1967 yılında da Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü evlerini topraklarını terk ederek güvenli bölgelere göç etmişlerdir. 15 Temmuz 1974 tarihinde, Yunanistan’daki Askeri Cunta Hükümeti, ENOSİS amacıyla, EOKA-B örgütünün lideri Nikos Sampson ve Kıbrıs Yunan Alayına Makarios’a karşı darbe yaptırarak Ada’da yönetimi ele geçirmiş, darbeden sağ kurtulan Devlet başkanı Makarios ise BM’ye sığınmıştır . Nikos Sampson darbe sonrası, kendisini yeni kurulan Helenik Kıbrıs Devletinin Başkanı olduğunu ilan etmiştir. Yeni hükümetin alacağı kararla, Girit Adası gibi, Kıbrıs’ın da Yunanistan’a bağlanacağını düşünen Yunanistan için de bu tarihte Kıbrıs sorunu bitmiştir. Ancak, Yunanistan ve Adadaki Rumlar, yaptıkları bu darbeyle Türkiye’nin sabrını taşırmışlardır. Bu güne kadar, düzelir umuduyla hoşgörü sınırları işçinde bulunan Türkiye ve Kıbrıslı Türkler için sorun tahammül edilmez noktaya ulaşmıştır. Darbeden sadece beş (5) gün sonra 20 Temmuz 1974 tarihinde, Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşması'nın IV. maddesine istinaden Barış harekâtını icra etmiş ve şu anki mevcut harita çizilmiştir. Bu harekât sırasında Türkiye ile harbi göze almayan Yunanistan’a yönelik en büyük katkı Askeri Cuntanın iktidardan düşmesidir. Türkiye1974 harekâtı sırasında, megali-idea benzeri bir yaklaşımla Osmanlı mirası, Kıbrıs Adasının tamamında hak iddia etmemiş ve adada zulüm altındaki Türk vatandaşların yaşamını emniyete alacak sınırlı bir harekat icra etmiştir. 1974 Barış Türk Barış harekâtıyla, sadece Türkler için değil, tüm taraflar için Kıbrıs sorunu bitmiştir. Ada, bu tarihten sonra, kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir barış ortamına girmiştir. 15 Kasım 1983 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi Self-determinasyon hakkını kullanarak oybirliği ile aldığı bir kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) ilan etmiştir. 18 Kas 1983 tarihinde BMGK bağımsızlık kararını kınamış ve 13 Mayıs 1984 tarihinde 550 sayılı kararı ile KKTC’yi ayrılıkçı bir hareket olarak tanımlamıştır . Kıbrıs Sorunu, dünyanın gündemine girdiğinden beri BM bünyesinde birçok faaliyet yürütülmüştür. Bunlardan en ciddi olanı, tarafların ilk kez kendi aralarında anlaşabildikleri, sonra halkoyuna sunulan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Planıdır. Annan planına göre yukarıdaki muhtemel haritayı Kıbrıslı Türkler kabul etmiş; en önemlisi Türkiye, KTBK kapsamında Ada’da bulunan askeri güçlerini geri çekmeyi kabul etmiştir. Ancak, 24 Nisan 2004 tarihinde halkoyuna sunulan planı, Kuzey Kıbrıs plana % 65'le “evet” deyip kabul ederken, Güney Kıbrıs % 75 ile “hayır” deyip bu önemli şansı tepmiştir. Kıbrıs’ın tam üyeliğini Annan Planının kabulüne bağlayan AB, Rumların hayır oyuna rağmen, 01 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tüm adayı temsilen AB’ye almıştır. AB, bu kararıyla adanın kuzey yarısında 30 yıldır var olan KKTC’yi gözardı etmiştir. Referandumdan sonra BM ve AB’de KKTC’ye uygulanan yaptırımların kaldırılacağı yönünde vermiş olduğu tüm sözler maalesef unutulmuştur. Rum tarafının "Hayır" demesi üzerine, dönemin AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen, "Rumlar tarafından aldatıldık" demiştir. KKTC’nin Verheugen’e cevabı “KKTC halkı da AB tarafından aldatılmıştır” şeklinde olmuştur. Kopenhagen siyasi kriterlerinin en önemli maddesi, aday ülkenin komşu ülkeleriyle sınır problemi olmamasıdır. Kıbrıs’ın bırakın komşu ülkeleri, kendi içinde sorunu vardır. Kıbrıs’ta 30 yıldır ayrı yaşayan bölünmüş iki halkın arasında 1964’den beri BM Barış Gücü bulunmaktadır. BM Barış Gücü’nün görev yaptığı bir ülkeyi AB’ye almak, hukuk timsali AB’nin en hukuksuz davranışıdır. Ada’da yaşayan KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşlarının çözümden beklentisi güvenlik, barış ve huzurdur. 1974 Barış harekâtından sonra aradan geçen 47 yılda Ada’da barış ve huzur ortamı zaten vardır. Konu güvenlik olunca, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin (KTBK) dünyanın en başarılı Barış Gücü olduğunu gözardı etmemek gerekir. BM, 1948 yılından itibaren 71 adet barışı koruma harekâtı icra etmiştir. Halen devam eden harekât sayısı 16’dır . BM’nin devam eden Barış Gücü harekâtları özetle şu şekildedir. Haiti Temmuz 2004, Kuvvet: 6,131, Ölüm Sayısı: 186 Bütçe (07/2016 – 06/2017) $345,926,700; Darfur Temmuz 2007; Kuvvet: 20,806, Ölüm sayısı: 243, Bütçe (07/2016–06/2017): $1,039,573,200; Kıbrıs Mart 1964; Kuvvet: 1,105, Ölüm sayısı: 183 (1974 öncesi), Bütçe (07/2016 – 06/2017): $55,560,100; Lübnan Mart 1978; Kuvvet: 11,425, Ölüm sayısı: 312, Bütçe (07/2016 – 06/2017): $488,691,600; Demokratik Kongo Cumhuriyeti Temmuz 2010; Kuvvet: 22,500, Ölüm sayısı: 106, Bütçe (07/2016 – 06/2017): $1,235,723,100. Görüldüğü gibi tüm bu kriz bölgeleri kan gölü içindedir. Sadece Kıbrıs’ta kan akmamaktadır. 1974 sonrası taraflardan ölen sayısı sadece 10 kişidir. Adadaki bu barış ortamı, BMBG’nin değil, KTBK’nın başarısıdır. Adada barış yarım yüzyıldır Kıbrıs Barış Harekatı ile sağlanmış ve sürmektedir, o halde BM Barış Gücü de artık adada bulunmasına gerek kalmamaıştır. Barış Gücünün 6 aylık görev süresinin tekrar uzatılmasına Türkiye kararlı şekilde karşı çıkmalı, KKTC de bir "bağımsız devlet" olarak topraklarını kullandırmayacağını ilan etmelidir. Gerekçe çok nettir. Adada son 47 yılda BM Barış gücünün koruyacağı bir barışa engel durum olmamıştır. Bugün, KTBK için 50.000’den fazla bir kuvvetten bahsedilmektedir. Büyük kuvvet, Türkiye için çok masraflıdır, ama bir garantör ülke olan Türkiye, KTBK ile adada barışı sağlamaya kararlı olduğunu göstermektedir. KTBK’lerinin yanısıra Türkiye yarım yüzyıldır mağdur olan KKTC’ye maddi destek vermektedir. Dış yardıma 10 milyar dolara yakın kaynak sarf eden Türkiye'nin bu yardımı geri almak ve yükümlülüğü başta İngiltere ve Yunanistan olmak üzere G+20 devletleriyle paylaşması için talepte bulunmalıdır. Diğer taraftan, KTBK, KKTC için bizatihi önemli bir gelir kaynağıdır (personel maaşları, günlük harcamaları, askeri birliklerin işletim masrafları KKTC için büyük bir gelirdir). Türkiye’nin, KKTC’ye yaptığı mali yardım hakkında, 300-350 Milyon Dolardan, 1 Milyar dolara kadar değişik rakamlardan bahsedilmektedir. Türkiye haricinde başka ülkelerle ticaret yapamayan KKTC’ye yapılan bu mali yardım son derece yerindedir. Türkiye’nin bu miktarın daha fazlasını, Anavatan’da, sadece küçük bir şehrine yaptığını akılda tutmak gerekir . KKTC’nin siyasi ve ekonomik sorunları var mıdır? Elbette vardır. Ancak, hangi ülkenin yoktur. Dünyanın cennet vatanında yaşayan KKTC halkının vatanı, egemenliği, barış ve huzuru vardır. Nedir olmayan? Tanınmamak mı? Seyahat engelleri mi? Vatan sahibi olmak, devlet kurmak zor iştir. Bağımsızlığın, refahın, huzurun şifresi “sabırdır”. Bunu akılda tutmak gerekir. Dünyada yazılıp-okunan 2000’den fazla dil ve dolayısıyla millet varken, BM’de sadece 193 devlet vardır. Devlet kurmak zaman alır, sabretmek gerekir. Kıbrıs Halkı bilinmeyene yelken açmaya, mevcut huzurundan vazgeçmeye, 1957, 1962, 1967 göçlerinden sonra, yeni bir Göçe hazırlıklı mıdır? Yeni dönemde Türkiye’nin garantisi yerine AB garantisi gündeme getirilmektedir. Yakın tarihte Eski Yugoslavya örneği önümüzdeyken, 2004‘de çözüme hayır diyen Kıbrıs Rum Kesimini tam üye yapan, referandum sonrası yaptırımları kaldırmayan, KKTC’yi 47 yıldır yok sayan AB’ye ne kadar güvenilebilir? Çözüm sonucunda; Yeni kurulacak Kıbrıs Hükümetinde, Kıbrıs halkının seçeceği Milletvekilleri, KKTC Halkının Haklarını Parlamento’da koruyacak sayı ve kabiliyete sahip olacak mıdır? Yoksa 1963’e, katliamlara , askeri darbelere, kavgalara, gözyaşlarına geri mi döneceğiz? Sonuç Adada 47 yıllık rüya gibi bir barış hüküm sürmektedir. Mevcut durum her iki taraf halkı tarafından kabul edilmiştir. Halk mevcut durumu değiştirmek ve risk almak istememektedir. Yeni bir yönetim, yeni bir yapı ve hatta yeni bir evlilik dahi bazı riskler içerir. BM ve batılı devletler hariç, Rum ve Türk halkı bu riskleri almak istememektedir. Türkiye dâhil, hiçbir kesim, ileride yeni bir 1974 Barış Harekâtı da istememektedir. 1960’da bir Türkün Başkan Yardımcısı olmasını, Annan Planında ise dönüşümlü olarak Başkan olmasını kabul edememiş olan Rumlar, 1960 anayasal düzenini ve 2004 Annan çözüm önerisini kabul etmemektedir. Nikos Anastasiades'in 2017'de Crans Montana'daki görüşmeleri, üstelik tüm talepleri Mustafa Akıncı başkanlığındaki Türk tarafı tarafından kabul edilmesine rağmen, terk etmesinden sonra söylenenler doğrultusunda değil miydi? Crans Montana 2. Annan Planı referandumudur. Annan Planında olduğu gibi 24 Nisan 20024 de Kıbrıs Türk Halkı kabul etti. GKRY Rum halkı reddetti. Crans Montana daki durum da aynıdır. Annan Referandumun sonuçlarına sessiz kalan başta AB ve ABD, İngiltere, Rusya Crans Montadan sonra da sessiz kalarak çözüm sürecinin içinde olmadıklarını ortaya koymuşlardır. O zaman cevap aranan soru şudur. Rumlar ne istiyor? Çözüm mü, mevcut durum devam mı? Rumların istekleri Annan Planının, Crans Montana’nın ve hatta Londra, Zürih Kuruluş Antlaşmalarının da ötesindeyse. O zaman buna “çözüm” denilebilir mi? Dünyada birçok bölünmüş ülke vardır. Irak ve Suriye sırada beklemektedir. Batılı ülkelerin, Kıbrıs’ı tekrar birleştirmek için ortaya koyduğu bu telaşı ve gayretkeşliği anlamak mümkün değildir. Tüm dünyayı bölmeye çalışan güçler, kültürü farklı, dini farklı, lisanı farklı, alfabesi farklı, kendi arasında harp etmiş, halen 49 yıldır ayrı ve huzur içinde yaşayan iki halkı neden birleştirmeye çalışmaktadırlar? İki farklı devlet ve millet tek çatıda altında nasıl uyum sağlayacaktır. Durum böyle olunca toplumlar arası gerginliklerin artmayacağı, gerilimlerin, öldürmelerin olmayacağı mı düşünülmektedir. Çözüm derken daha kötü bir çözümsüzlük ortamımı arzu edilmektedir? Dünyada 31 devlet bir adayı ikili olarak paylaşırken neden KKTC-GKRY iki devlet olarak Kıbrıs Adasını paylaşmasın. Bugün uzun ön çalışmalarla varılmış olan ve de iyi düşünülmüş ve tartılmış İki Devletli çözüm modeli artık Türkiye-KKTC'nin tam irade uyuşumu içindedir ve çok isabetlidir. Sorunu kalıcı olarak çözücüdür. Üstelik Soğuk Savaş bitiminden bu yana 30'u aşkın diğer devletin bağımsızlığı veya federal-üniter birliktelikten ayrılığı BM'de, NATO'da, AB'de kabul görmüş iken KKTC'nin hiçbir ortak yönü olmayan Rumlardan "ayrı yaşamak" iradesi nasıl kabul görmez? Anlamak mümkün değildir. Savaş yaparak bölünmüş Eski Yugoslavya, Kuzey-Güney Kore, Vietnam, Taiwan vb ülkelerin vatandaşlarıyla mukayese edildiğinde; Kıbrıs Türk halkı 1983’den itibaren dünyanın en uzun izolasyonuna tabi tutulmaktadır. Bugün Kıbrıslı Türk seyahat edememektedir. Eğitim yaptığı Üniversitelerin diğer ülkelerde denkliği yoktur. Sporcuları uluslararası müsabakalara katılamadığı gibi, dostluk maçı yapan takımlar dahi uluslararası federasyonlardan atılma tehdidi altındadır. Uluslararası hiçbir firma KKTC topraklarında mağaza dahi açamamaktadır. Bu izolasyon insani değerlerle bağdaşmamaktadır. Kıbrıs’ın Türk ve Rum vatandaşlarından 60 yaşından genç olanlar, Birleşik Kıbrıs’ın nasıl olduğunu hatırlamamaktadır. Darbeleri, katliamları, göçleri yaşamamışlardır. Hemen herkesin aklını kurcalayan soru ise, birleşince ne değişecektir? Hayat daha mı güzel olacak, barış daha da mı barışçı olacak, ekonomi patlayacak mıdır? Rum bir anne Anastasiadis’in “Ben kızımın lisede Rumcaya çevrilmiş Kıbrıs Türk edebi eserlerini öğrenmesini istemiyorum. Kıbrıs’ta eğitimleri, kültürleri, tarihleri ve dinleri aynı olmayan iki ayrı toplumdan söz ediyoruz. Ortak hiçbir şeyimiz yok” şeklindeki feryadı, Rum Yönetimine protesto yazısı yazması , aslında her iki tarafın duygularını ve ortak anlayışını yansıtmaktadır. Önümüzdeki yakın gelecekte, hiç kimse yeni saldırıların, ölümlerin, darbelerin, huzursuzlukların tekrar yaşanmasını arzu etmez. Uluslararası camia, 49 yıllık huzur ve barış ortamını görmemezlikten gelemez ve barışı çöpe atamaz. Adadaki 49 yıllık barış ve huzur ortamını “sorun” olarak görmek, en büyük hata ve yanılgıdır. Kıbrıs, Nobel Barış Ödülüne aday gösterilebilecek bir huzur adasıdır . Çözüm, hâlihazırdaki mevcut statüdür. Rumların 1962’lerden beri yaptıkları katliamlara, anayasasına uygun olmayan yönetimine, Yunanlıların yaptığı 1974 darbesine karşı sessiz kalan uluslararası camia, yanlışlarından vazgeçerek, modası geçmiş çözüm arayışlarına son vererek, mevcut barış ve huzur ortamını içeren statüyü kabul etmelidir.