Emel Zalaltuntaş
Arabasında yaşar ve gittiği kasabalarda ne iş bulursa onu yapar. Sonunda bir gün ölüm döşeğindeki palyatif bakım hastalarına bakmak üzere bir hastanede çalışmaya başlar. Hastalar Bronnie ile yakınlık kurar; onunla hayatlarına dair sohbet ederler, ölmeden önce duydukları en büyük pişmanlıkları açıklarlar. Bronnie Ware, hastaların pişmanlıklarını bloğunda yazar ve talep üzerine yazdıklarını kitap haline getirir.
İnsanların ölmeden önce en çok pişmanlığını duyduğunuz şey nedir, sorusuna verdikleri cevap kendim gibi olamamak olmuş. İnsanın kendi gibi olamaması ne acı vericidir değil mi? Dünyada size ayrılan bir süre var. Üstelik ne kadar olduğunu bilmediğiniz ve bu süreyi başkalarını memnun etmek üzere tüketiyorsunuz. Bunun en büyük nedeni insanları hayal kırıklığına uğratmamak ya da onların ne hissedeceğinden kendimizi sorumlu tutmaktır. Kitabın arka kapağında yazarın tavsiyesi olan cümleler şu şekildedir:
‘’Yargılarını bir kenara bırak. Kendine ve diğer insanlara karşı nazik ol, şefkatle yaklaş. Hiç kimse hayatı boyunca bir başkasının gözleriyle görüp, bir başkasının kalbiyle hissedemeyeceği için kimse birbirinin ne çektiğini de bilemez. Kalbini dinle ve korkma…Kendini ve olayları kontrol etmeye çalışma. Ancak o zaman özgür ve sen olabilirsin…’’
Yazar, keşkesiz bir yaşam için cesur olun, hırsınıza yenilmeyin, dürüst olun, kendinize ve çevrenize değer verin ve mutluluğu kovalayın der.
Bunları okurken, hepimizin doğru olanın bu olduğunu düşündüğünden şüphem yok, peki kaçımız bunu uygulayabiliyoruz? Gelenekçi bir toplumda yetişmiş olan bizler önce yakın çevremizin sonra da toplumun beklentilerini karşılayacak bir şekilde yaşamamız gerektiğini öğrendik. Biz kavramını çok iyi öğrendik belki ama bizin içindeki beni görmezden geldik. Bizim toplumumuzda farklı olan ötekileştirilir; farklı olmak adeta bir suç gibidir. Belki de o yüzden ben olmanın, bize zarar vereceği düşünülerek, insanların içinden sıyrılma, herkes gibi ol düşüncesi zihnimize yerleştirildi. Bunu o kadar çok benimsedik ki kendim diye bir şeyin var olduğunun farkında bile olamadık.
Korku kültürü ile yetişen çocuklar...
Adanmışlık, memnun etme çabası, suçluluk duygusu, kurtarıcı rolü ne varsa sahiplendik. Bunlar yaşanırken ben hayatın içinde kim olarak varım, yaşıyor muyum sorusunu sorduğumuz zamanlar olmuştur fakat bunu dile getirmenin de çevremizde yaratacağı olumsuz etkiyi düşünerek belki sessiz çığlıklarımızı içimize attık belki de çoğumuz başkalarını düşünerek, çoğu zaman onların duygu ve düşüncelerinden kendisini sorumlu tutarak, kendi istediği hayatı yaşayamadı. Bizler genelde yaptığımız şeylerin değil yapmadığımız şeylerin pişmanlığını yaşarız.
Korku kültürü ile yetişmiş çocuklarız biz; üzmekten, incitmekten, hayal kırıklığına uğratmaktan dolayı korktuğumuz için çoğumuz yaşadım diyemeden veda ediyoruz hayata. Oysa yaşam o kadar kıymetli ki biz ne yaparsak yapalım farkında olmadan birilerini incitebiliriz, buna karşımızdakini üzmemek için kendimizi incitmeyi de ekleyebiliriz. Bizler sadece kendi konuştuklarımızdan ve yaptıklarımızdan sorumluyuz .İnsanların yaşadıkları doğrultusunda seçtiği duygu ve düşüncelere müdahale edemeyeceğimizi bilmeliyiz.
Sırf sevdiklerimizi memnun etmek için kendimiz olmaktan vazgeçmeyelim çünkü sizi daha çok sevsinler, değer versinler veya terk etmesinler diye taktığınız maskeler yüzünden kendinize olan sevginizi ve saygınız kaybedersiniz. Öz sevgi, saygı ve değer kavramlarının eksikliğini hisseden bir kişinin keşke demeden bu hayata veda etmesi mümkün değildir. İnsanın kendi olabilmesinin önündeki en büyük engel korkularıdır oysa onları karşısına alabilecek cesarete sahip olsa, en azından yaşamı boyunca yaptığı tüm seçimlerin, sorumluluğunu alır ve suçlayacak kimsesi kalmaz. Bizler kendi duygu, düşünce, karar ve eylemlerimizden sorumluyuz dolayısı ile hayata veda ederken eğer keşke diyorsan bu da senin seçimlerinin sonucudur.