Züleyha Kandöker / Ankara
Konuşmanın akışını ve pürüzsüzlüğünü bozan, tekrarlar, tutulmalar, uzatmalar, duraklamalar ve eklemelerle bir konuşma bozukluğu olan kekemelik, dil ve konuşma bozukluklarının en yaygın görülen türlerinden biri. Çocuklarda yetişkinlere kıyasla daha çok rastlanılıyor. Genellikle 2-5 yaşları arasında başlayan kekemelik, çocukların yüzde 5’inde, genel nüfusun yüzde 1’inde görülür. Bu bilgiler gözönüne alındığında ülkemizde yaklaşık 820 bin civarında kekemeliği olan birey bulunuyor. Kekemeliğin görülme sıklığı cinsiyete oranlandığında erkeklerde kadınların dört katı kadar.
Kekemeliğin nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, ağırlıklı olarak nörofizyolojik nedenleri üzerinde duruluyor. Genetik faktörlerin de kekemeliğe yatkınlık üzerinde önemli bir rol oynadığına ilişkin kanıtlar var. Ancak birçok örnekte görüldüğü üzere travmaya dayalı psikolojik sebepli kekemelik görülmesi çok yaygın bir etken olarak beliriyor.
Türkiye’de kekeme olmak; dışlanma, ötekileştirme, ayrımcılık, akran zorbalığı, iş bulamama, sosyal hayata katılmakta güçlük gibi bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor. Küçük yaşlardan başlayarak iş hayatına uzanan bu zorlu süreçte kekemeler, birçok hak kaybına maruz kaldıkları gibi psikolojik olarak da hayal kırıklıkları, özgüven sorunu gibi duygu durumlarıyla mücadele ediyorlar.
Orkun Kılıçay, kekemeliğin olumsuz etkilerini yaşamaya başladığında ilkokul öğrencisi olduğunu, ilkokulda 4-5 yıl çok zorlandığını ve toplumla iç içe geçemediğini anlatıyor.
“En başta yaşanılan duygu durumu, özgüven eksikliği”
Kekemeliğin birden fazla sebebi olduğuna işaret eden Kılıçay, kendi kekemeliğinin psikolojik nedenli ortaya çıktığını, 5 yaşındayken yaşadığı bir travma sonucu, kekemeliğinin başladığını bildiriyor. Kekemeliğinden dolayı küçükken çok utandığını belirten Kılıçay, “Bir restorana gittiğimde sipariş vereceğim zaman, söyleyeceğim şeyi anlamayacaklar diye utanıyordum. Ama o konuda ailem çok destek verdi. Özellikle annem çok etkili oldu. Annemin bu tavrı şu anki kişiliğimi oluşturdu” dedi.
Toplumdan tarafından dışlanmışlık hissine kapıldığını söyleyen Kılıçay, kekemeliğinin sonraki yıllarda kişilik olarak üzerinde bıraktığı etkilerini de şu şekilde açıklıyor:
“En başta yaşanılan duygu durumu, özgüven eksikliği. Toplum tarafından dışlandığın için otomatikmen özgüvenin düşürüyor. Sohbetlere dahil olamıyorsun. İyice içine kapanıyorsun. Bir örnek vereyim: İlkokul 1 ve 2’nci sınıftayken kitap okuma yarışmaları oluyordu. Ben hep sonuncu olurdum. Çünkü belirli bir sürede o sayfayı bitirmen gerekiyordu. Birinci ya da beşinci olmam çok zordu. Ben hep en son sırada olurdum. Şu an eskiye oranla daha iyiyim. Özgüvenim yüksek. Bu da kendimi geliştirmemle, aldığım bazı tedavilerin, terapilerin sonucunda oldu.
Yaklaşık liseye kadar kekemeliğin zorluklarıyla başa çıkmaya çalıştım. Bu mücadeleyle birlikte kaçınma noktasına geçtim. Lisede artık ben kekemeyim benim konuşmam böyle, elimden bir şey gelmiyor, topluma da adapte olmam lazım gibi kekemeliğime karşı bir duyarsızlık başladı. Karşımdaki bana gülüyorsa bile ben gülebilirsin diyordum. Çocuklar acımasızdır bu konuda. Şu anda, kendi kendimle dalga geçebiliyorum.”
Sosyal yaşamda da çok fazla eşitsizliğe maruz kaldığını, iş hayatında zorlandığını vurgulayan Kılıçay, iş bulmasının kolay olmadığını, bir işin bütün teknik yeterliliklerini karşılasa bile mülakatlarda işverende, “Ben bu kişiyle anlaşabilir miyim, iletişim kurmakta zorluk çeker miyim?” diye bir önyargı oluştuğunu belirtiyor.
Tedavi, sosyal güvence kapsamına alınmalı
Yurtdışında kekemeler için bazı başarılı tedavi yöntemleri geliştirildiğine dikkat çeken Kılıçay, devlet hastanelerinde konuşma terapistilerinin olmadığı, olanlarda da çok çok az sayıda konuşma terapisti bulunduğunun altını çiziyor.
Ankara’da çok fazla Odyoloji Merkezi’ne gittiğini ancak her defasında özel kurumlara yönlendirildiğini söyleyen Kılıçay, kekemelik tedavi hizmetinin, pahalı olması nedeniyle sosyal güvence kapsamına alınarak devlet tarafından karşılanmasını istiyor.