FURKAN TUNÇDEMİR / VAN
Türkiye’de 1947 yılında yürürlüğe giren “5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkında Kanun” ile sendikal oluşumların önü açıldı. Üyelerinin hak ve çıkarlarını geliştirmek amacı ile kurulan sendikalarda temsil neredeyse tamamen erkeklerdeydi. Çalışma hayatının içinde yer alan kadınlar, 1970’li yıllarda gelişen feminizm dalgasıyla sendikaların da gündeminde yer almaya başladı. Son dönemlerde sendikal yapılar içerisinde çeşitli kadın yapılanmaları kurulmuş olsa da bugün halen sendikalardaki kadın temsili, erkek egemenliği karşısında sayısal olarak oldukça düşük bir seviyede. Özellikle Türkiye gibi kadınların güvensizleştirildiği ve evlere çekildiği toplumlarda sendikalar içerisindeki kadın örgütlenmelerinin önemi ise tartışmasız bir gerçeklik.
Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Kadın Meclisi Üyeleri Figen Çolakoğlu ve Seda Güler ile "sendika alanında kadın mücadelesi” üzerine konuştuk.
Eşit işe eşit ücret kavramını temel ilke olarak benimsediklerini ifade eden Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Van Şube Eş Başkanı Figen Çolakoğlu, “Bu kavram, geçmişte fabrikalarda çalıştırılan erkek ve kadınlara eşit ücret verilmemesi üzerine ortaya çıkmıştı. Bugün halen tekrarlamak zorunda kaldığımız bir ifadedir. Çünkü cinsiyete dayalı eşitsizlik her yerde olduğu gibi iş hayatında da halen devam ediyor” dedi.
Erkeğin alanıymış gibi yansıtılıyor
Türkiye’de kamu çalışanlarının yaklaşık yüzde 74’ünün sendikalı olduğunu hatırlatan Çolakoğlu, bu yapılar içerisinde kadınların aktif yer almasının 90’lı yıllarda ivme kazandığını belirtti. Sendikalaşma oranının nispeten yüksek olmasına karşılık, örgütlenme modelinin eril tarzda olmasını eleştiren Çolakoğlu: “Kadını eve hapseden, üretimden koparan, hizmetini daha çok ev işleri ile tanımlayan, bir taraftan nüfus planlaması boyutuyla doğurganlığı kadına yükleyen bir anlayış ile karşı karşıyayız. Toplumsal cinsiyet yanılgılarının doğurduğu sonuçlardan kaynaklı birçok alanda erkek egemen bir bakış açısı hakim. Bu, kadınları kamusal alandan uzaklaştırmayı amaçlayan bir durum. Bununla birlikte sendikalarda konuşurken tonlamayı sert yapan eril bir otorite var. Dolayısıyla sendikal alan da erkeğin alanıymış gibi bir algı oluşuyor” dedi.
Sendika içerisinde faaliyet yürütürken yaşamın her alanında olduğu gibi sık sık erkek kurnazlığıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Çolakoğlu’na göre, bu yaklaşım kadının -çok da fark ettirilmeden- geriye çekilmesini amaçlayan bir yaklaşım.
Kadını var olma mücadelesi kamuda da devam ediyor
Birçok alanda olduğu gibi kamu içerisinde de kadının kendi varlığıyla yer alma mücadelesi verdiğini söyleyen Çolakoğlu, Sendika bünyesinde kurulan kadın meclislerini, kadın politikalarının üretildiği organlar olarak tanımlıyor. Çolakoğlu, “Nereye bakarsanız takım elbise giyen, kravat takan, konuşma yaparken bir kürsünün arkasından yapan ve içerisinde hiçbir kadının olmadığı görüntüler ile karşılaşıyoruz. Bizce bu durum toplumda -o alanda kadının yerinin olmadığı- yanılgısını oluşturuyor” ifadelerini kullandı.
Öte yandan siyasi iktidarın, kadın örgütlülüğüne karşı politikalar ürettiğini dile getiren Çolakoğlu, buna karşı da bir mücadele verdiklerinin altını çizdi. Çolakoğlu,” Yakın zamanda İstanbul Sözleşmesi feshedildi. 4688 sayılı yasanın kapsamında değişiklikler yapıldı. Kadının biraz daha yaşamsal boyutunun daraltılması ile mücadele alanında geriye çeken bir konuma gelmesi hedeflendi. Biz aynı zamanda buna karşı da mücadele ediyoruz” diye konuştu.
Mücadelemiz sokaktaki kadını da kapsıyor
Mücadelelerini geçmişteki işçi sendikalarından aldıkları miras olarak değerlendiren Çolakoğlu, “Bugün mücadelemiz ürettiğimiz emeğin karşılığını almanın yanı sıra toplumsal ve demokratik de bir mücadeledir. Sendikal alanda bir kadın mücadelesi, salt burayla sınırlı değil, aynı zamanda sokaktaki kadını da kapsayan bir mücadeledir” dedi.
Birçok ili etkileyen 6 Şubat depremlerinde yaşananların, söyledikleri ile örtüştüğünü belirten Çolakoğlu, “Yakın zamanda çok büyük bir deprem felaketi yaşadık. İyi bir dayanışma sergilendi. Bizler de yerelde kadın boyutu ile çalıştık. Zorunlu ihtiyaçlar belirlenirken kadın gözüyle duruma baktık ve sonuçta kadın eliyle bölgeye yardımlar ulaştı. Bu bizim için çok kıymetliydi” görüşünü dile getirdi.
Toplumun düalist yapısını hatırlatan Çolakoğlu, “Topumun yarısı erkeklerden diğer yarısı da kadınlardan oluşuyor. İkisinin de emeği aynı oranda değerlidir. Bir kaos yaşandığı zaman erkeğe yansıyıp kadını es geçen bir durum söz konusu olmuyor. Örneğin ekonomik krizin etkisini en fazla evde mutfağa hapsedilen kadın hissediyor. Kadın bu yaşamın bir parçası ve mücadele sahasının da büyük bir alanını oluşturuyor” dedi.
Kentteki birçok kadın yapısı ile koordine halinde çalıştıklarını söyleyen Çolakoğlu, bu haliyle mevcut çalışmaları yeterli görmediğini, mücadelelerini daha da büyütmek için çalışacaklarının mesajını verdi.
Kamuda çalışan kadınların birçok sorun ile karşı karşıya kaldıklarını söyleyen Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Van Şube Kadın Sekreteri Seda Güler, sorunlardan bazılarını şu şekilde sıraladı:
“Mesela Covid zamanında erkek ve kadınlar için aynı tip kıyafetler tasarlanmıştı. Ama o kıyafetler yapısal olarak kadın için uygun değildi. Kadına yönelik bu bakış açısı yalnızca işverenle ilgili değil, hasta – hasta yakınları ile de ilgili bir sorun. Örneğin hastanelerde kadın ve erkek işi olarak ayrıştırılmış bir anlayış var, -kadınlar erkek hastaya bakmasın- gibi söylemler ile açığa çıkıyor. Biz bununla da mücadele ediyoruz”
Kadın talepleri konfor alanlarını tehdit ediyor
Bağlı bulundukları sendika ve konfederasyon dışında kalan diğer sendikaları, kadın boyutunun eksik veya kadının sadece temsili düzeyde olduğu gerekçesiyle eleştiren Güler, Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmelerine kadın talepleri ile giden tek yapının KESK olduğunu söyledi. Görüşmeler sırasında yaşananların kadına bakış açısındaki çarpıklık olduğunu belirten Güler, süreci şu sözlerle anlattı:
“KESK Eş Genel Başkanımız Şükran Kablan Yeşil, TİS görüşmelerinde İstanbul Sözleşmesine değindi. Diğer sendika temsilcileri ve hükümet temsilcileri bunu –provokasyon- olarak nitelendirdi. Bu yaklaşımın da kadın kazanımlarını hedef alan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Çünkü mevcut otorite, konfor alanının sarsılmasını istemiyor. Diğer sendikalarda da kadın alanında mücadele olsaydı, temsilcilerin bu çıkışı kabul edilmezdi. Çünkü İstanbul Sözleşmesi bütün kadınları kapsıyor”
Kadınlar olarak mücadele anlamında çok yol katettiklerini ancak henüz durumun istedikleri boyutta olmadığını belirten Güler’e göre, sendikal alan da dahil birçok toplumsal sorunun çözümü, toplumsal cinsiyet eşitliğinin oturmasından geçiyor. Bunun için de eğitimin önemine vurgu yapan Güler sözlerini şu şekilde sonlandırdı:
“Kendi içimizde eğitimlerimiz var. Etrafımızdaki insanlara anlatabileceğimiz kadar anlatmaya çalışıyoruz. Birkaç yılda bir temel sendika eğitimleri yapıyoruz ve bu eğitimlere özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği konularını almaya özen gösteriyoruz. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz ama daha fazlasını yapabiliriz. Çünkü eğer biz bu toplumsal cinsiyet eşitliğini oturtabilirsek sendikal alan da dahil toplumun her alanına; hastanelere, sokaklara, evin içindeki görülmeyen emeğe de yansıyacaktır”
Kamudaki kadın emekçilerin eşitsizliği aşma mücadelesi
Türkiye'de sendikaların tarihinde cinsiyet eşitsizliği sorunu uzun süre varlığını korudu. Buna karşılık son yıllarda Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) Kadın Meclisi, eşitsizlikle mücadelede öncü bir rol üstlenmiş durumda. Sendikaların sadece iş yerleri ile sınırlı değil, toplumdaki cinsiyet eşitsizliği konusundaki çabalarıyla da ön plana çıkan bu yapı, eğitim faaliyetleri aracılığıyla toplumsal değişimi hedefliyor
Bunlar da ilginizi çekebilir