Kamu yararı

Abone Ol
Utku ŞENSOY Kamu hizmeti nedir? Devlet, bireylerin kendisinden beklediği hizmetleri kamu hizmeti yoluyla yerine getirmek, her geçen gün daha da artan sosyal ihtiyaçları karşılamak ve ekonomik sorunlara çözüm getirmek için, genel idare esasları çerçevesinde devlet kurumları, kamu tüzel kişilikler ihdas etmiştir. Kamu görevlisi mi memur mu? Bilinen en basit tanımlamasıyla, devlet hizmetlerini kamuda görevli hakim, savcı, bürokrat, doktor, belediye çalışanı ya da her düzeydeki memurları eliyle yürütür. 1924 Anayasası kamu görevlileri konusunu “Memurlar” başlığı altında 92, 93 ve 94 üncü maddelerinde düzenlemiş, 1961 Anayasası ile da devlet “memurlarını” teminat altına almıştır. 1982 Anayasası ise, “Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler” başlığı altında, 128 ve 129’ncu maddelerle çok daha geniş düzenlemeler getirmiştir. AB uyum yasaları çerçevesinde 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ile da “memur” kavramı kaldırılmıştır. Ancak ne yazık ki, “kamu görevlisi” kavramı, teoride ve uygulamada tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Anayasa Devlet Memurları Kanunu, 4483 sayılı Memurların ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun ve pek çok kanunda, “memur” kavramı kullanılmaya devam etmekte ve ayrıca “diğer kamu görevlileri” adı altında farklı bir kavram da beraberinde kullanılmaktadır. Yukarıdaki karmaşık yasal sürece rağmen, daha da vahimi; iktidarların önemli bir kesimine göre, kamu görevi yapanlar devletin değil partinin memurudur! Yıllarca 657’ ye bağlı devlet memurluğu yapıp emekli olmuş biri olarak, memur tanımlamasını her ne kadar itici bulsam da devletin bir görevlisi olmaktan hep gurur duymuşumdur. Bizde her ne kadar “memur” sözcüğü son dönemde bazı çevrelerin aşağılama çabası içinde olduğu bir pozisyon olsa da, kanımca hangi mevkide olursa olsun kamu çalışanları cumhuriyetin başından beri devletin temel taşları olmuş, onurlu ve saygın kişilerdir ve öyle de olmaya devam etmelidirler. Kamu yararı nedir? Memur ya da kamu çalışanı hangi tanımlamayı tercih ederseniz edin, devlerin bireylere hizmet işini üstlenenlerin kamuya yani topluma-halka karşı ortak sorumluluğu vardır. Öncelikli görev halka hizmettir! Gözetmeleri gereken öncelikli ilke kamu yararıdır! Bu husus hukuktan sağlığa hangi alanda olursa olsun asla değişmez. Adliyede, poliste, askerde, hastanede, valilikte, belediyede nerede olursa olsun öncelikli kural; yasalar çerçevesinde yurttaşların hak ve özgürlükleri gözetilerek yapılan hizmettir. İstisnası olur mu? Olmamalıdır. Burada tek kıstas hukukun üstünlüğü ile bireyin hak ve özgürlükleridir. Devleti insanlar oluşturur, yasalar bireylerin eşit hak ve özgürlükleri ve onları korumak için vardır. Halkın memuru olmayanlar var mı? Tabii ki de hem de sürüsüne bereket! Ama bakmayın siz bu tür dalkavuk işgüzarların amirlerine, iktidara, bağlı oldukları inancı içinde görev yapmalarına. İktidar her ne kadar onları kendisine bağlı “emir eri” ya da “memur” olarak görse de, “kafaya taktıkları memuriyete ilişkin tüm yasalar ve o meşhur 657”, kamu görevlisini-memuru, gücü eline geçiren siyaset karşında korumaktadır da. Yasa koyucular, 24, 61 ve 82 Anayasalarında memurun kamu hizmeti görevlerinin çerçevesi tanımlarken, onu istemeden de olsa siyasi iktidardan korumuştur. Aslında iktidarlar kadar, erke, güçlüye yaranıp yükselme çabasında olan liyakatsiz, çapsız, biat etmekten haz duyan ve demokrasiden nasibini alamamış beyinlerin oluşturduğu memur-bürokratlar hemen her dönemde olmuştur, olacaktır da. Bu güruh için, iktidara, siyasete hizmet, olmazsa olmazdır ve bir işgüzarlık vesilesidir. Hemen her dönemde kamu çalışanlarının azımsanamayacak bir bölümü kraldan çok kralcı olmayı düstur edinmiştir! Evrensel hukuk ve demokrasi ne diyor? İktidarların işine gelmese de, çağdaş toplumlarda evrensel hukuk ve demokrasi, kamudaki tüm görevlilere öncelikli olarak kamuya karşı sorumluluk yükler. Kamu bilinci gelişmemiş toplumlarda yurt-vatan-bayrak-toprak-ulus bilinci de, erkin, liderin, güç odaklarının izin verdiği, bağlı bulunduğu siyasal hareketin çizdiği çerçevenin içine hapsolmuş çoğu zaman yoz, içi boş söylemlerden ibarettir. Hal böyle olunca, ülkede demokrasi-insan hakları-azınlık hakları-kadın hakları-doğa bilinci-çevreye duyarlılık-hayvan hakları gibi hayati düzenlemeler yasa ve mevzuatlarla sınırlı kalır, bir türlü uygulama safhasına geçemez. Çağdaş toplumsal yaşamın asla vazgeçilmezi olan bu kurallar manzumesi adeta bir teferruat gibi algılandığından bu tür çağdaş yasal hakların uygulanması hep sancılı olur. 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu, Tanzimat’tan buyana yeniliğe-çağdaşlığa-batılılaşmaya karşı olan karanlık odaklar, özellikle kadın ya da azınlık hakkı hukuku dendiğinde iyice ifrit olur! Bu nedenle bu tür hak ve özgürlükler çoğu zaman hak getire! Onlar için demokrasi; “çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür”! Azınlığın hakkını gözetmek, onu çoğunluğa-güçlüye karşı koruma fikri gereksiz bir teferruattır! Çoğulcu demokrasiyi yüzde 50 artı bir gibi algılayan bu nedenle sayısal çoğunluğa ulaşınca, yüzde 1 veya daha azın haklarını görmezden gelen zihniyet, demokrasinin faziletlerini asla kavrayamaz. Demokrasiyi çoğunluğu ele geçirip dilediği her şeyi yapmak gibi algılayanlar, yaptıkları her şeyi yasal ya da mubah kabul ederler. Kanun, devlet, memurlar ve tüm imkanlar onun emrine amadedir ve oyun kurucu olarak oyunun kurallarını istediği her an değiştirebilmesi çok doğaldır! Ona göre kamu zaten iktidarın ta kendisi değil midir? Kamu yürütmeye bu yetkiyi vermemiş midir? Aidiyet duygusu nasıl olmalıdır? Yurdum insanının bir kısmında aidiyet duygusu, kişilere sıkı sıkıya bağlılık şeklinde tecelli etmiştir; babaya, müdüre, şeyhe, lidere… Bu aidiyet bazen de makamlara, topluluklara yönelik olabilir; futbol takımına, derneğe, tarikata ölesiye bağlılık şeklinde… Oysaki bireyin asıl aidiyet duygusu; ulusuna, içinde yer aldığı topluma karşı olmalıdır. Eğer kamu görevindeyseniz bu aidiyet yasalarla belirlenmiş olan kurumunuza, görevinize, yaptığınız işe karşı olmalıdır. Birey olmayı öğrenemediğimiz, çağdaş aidiyet duygusunu içselleştiremediğimiz, bireylerin zihninde yeşertemediğimiz takdirde, birlik ve beraberliğimizi yitirir, çalkantılar, derin tartışmalar yaşayıp çatışma ortamına sürükleniriz. Hukukun üstünlüğü, başta siyaset ve toplumun her kesimi tarafından tartışmasız saygıyla kabul görmüş, kamu görevlileri de yasalar çerçevesinde sadece kamu yararını gözetebilmiş olsaydı ne olurdu? Dış mihrakların ekonomimiz üzerindeki oyunlarını, işsizliği, dövizi, sebze fiyatlarını, kısır siyasi tartışmaları ve sık sık yapılan seçimleri tartışmak yerine, Türkiye’nin uzaydaki üssünü ya da kişi başı 30 bin dolarlar seviyesindeki gelirlerimizi konuşuyor olabilirdik.