Yusuf Kanlı
Rahmetli Turgut Özal’ı sevenler kadar hoşlanmayanlar da vardı elbette. Doğrusu ben iki arada bir derede vaziyetteydim. Çoğu kimse hatırlamaz belki, ama bir paket yabancı sigara veya cepte birkaç dolar büyük sıkıntıydı Özal öncesi Türkiye’de. Bir gece yatağa “Türk lirasını koruma kanunu” ile yatıp, ertesi sabah tüm o saçma sapan yasakların buharlaşıp uçtuğunu, ülkede liberal rüzgarların estiğini görmek, gerçekten büyük bir devrimdi.
Keza, birçok ithal üründe gümrük duvarlarının aşağıya indirilmesi, daha sonra Tansu Çiller döneminde Avrupa Birliği’ne giriyoruz yanılgısı ve yanıltmasıyla girdiğimiz Gümrük Birliği rejimiyle, Türkiye bambaşka bir iklime ulaştı. Yıllarca koruma duvarları arkasında ülke halkını acımasızca hem pahalı hem de üften püften taklit mallarla kazıklayanlar bir anda kaliteli üretmek ya da kaliteli malları ithal etme zorunluluğuyla karşılaştılar.
Hangisi doğruydu?
Rahmetli Bülent Ecevit’in Türk sermayesi ve sanayi kapasitesi olmadığından Avrupalıların kısa sürede yerli sermayeyi yok edeceği korkusu mu doğruydu, yoksa Özal’ın dünya şartlarına ve rekabete dayanmayan gider politikası mı? Bakmayın “yerli ve milli” palavralarına siyasetçilerin ve goygoycularının, bugün kaç şirketimizin yerli ve de milli olduğuna bir bakın, kararı siz verin.
Bir defasında merasim kıtasını şortla selamlamıştı, çok eleştirmiştik. Bir yandan çoğumuz onu muhafazakâr ve dinci bulurduk diğer yandan hepimizden fazla çizgi dışı, gelenekleri, alışkanlıkları zorlayan birisiydi Özal.
Bir defayla bir şey olmaz
“Anayasa bir defa delinmeyle bir şey olmaz” demişti. Çok da kızmıştık. “Alışırsınız… Alışırsınız” demişti, tıpkı rüşvet ve devlet dairelerindeki “hatır” ödentisini neredeyse kurala bağlamasına iktidarının getirilen tüm eleştirilere “Benim memurum işini bilir” demesini ciddiye almamıştık. Yanılmışız.
Hem de öyle yanılmışız ki bir dönem gelecek Özal’ın sıra dışı davranışlarını arayacağımızı, bin beterini görünce “Rahmetli insaflı adammış” diyeceğimizi hiç düşünmemiştim. Ama, öte yandan her ilk bir başlangıç değil mi? Hatırlayın sarı öküzün hikayesini. İlkinde sessiz kalınınca gerisi alışkanlık oluveriyor.
Bize anayasa gerek mi?
Anayasa bir defa değil, hep ihlal edilir oldu. Mühürsüz oy meşru sayıldı. İki defadan fazla seçilemez denilen üçüncü kez aday oldu, yüksek mahkemeler kabul etti adaylığı, seçildi devam etti koltukta. Dahası var, cesaret yok söylemeye.
Ülkede alt ve üst yargı kalmadı. Yargı sadece siyasi tahakküm altına alınmadı, üst yargı da iktidar ortaklarının serbest alanı oldu. Maaş kavgası ile başlayan üst yargı erkleri arasındaki çekişme Yargıtay’ın bir dairesi iktidarın giyotini olmaya soyununca artık güç kavgasına döndü. Gelinen nokta öyle anayasanın bir defa delinmesiyle bir şey olmaz noktasını çoktan aştı, devlet krizine döndü.
Yeni anayasa ile böyle krizler önlenecekmiş diye buyurdu adalet sekreteri Cumhurbaşkanının. Kardeşim, anayasayı keyfine göre yorumlayıp, keyfine göre uygulayacak isen, ne gerek var yeni metne? Kaldırın anayasayı yürürlükten, bize anayasa ne gerek!