Osmaniye'de üç aracın karıştığı trafik kazasında 3 kişi öldü Osmaniye'de üç aracın karıştığı trafik kazasında 3 kişi öldü

DİCLE KAVAK EKMEKCİ/ANKARA - Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarma konusunda atılan ilk adım olan, 20.03.2021’deki  Cumhurbaşkanı kararının üzerinden üç yıl geçti. Devletin kadına ve çocuklara karşı şiddetle mücadeleden ve evrensel insan hakları hukukundan vazgeçtiğinin ilanı olan bu karara karşı kadınların hukuk mücadelesi devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yansıması 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu. Kamuoyunda 6284 sayılı Kanun olarak bilinen kanun, sözleşmenin imzalanmasından (2011) hemen bir sene sonra, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. 6284 sayılı Kanun, kadına karşı şiddetle mücadelede uygulamaya dönük somut mekanizmalar kurması bakımından, İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği genel çerçevenin pratikte nasıl vücut bulacağı konusunda en kapsamlı iç hukuk metni.
20 Mart 2021 tarihinde Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ile ilgili Cumhurbaşkanı Kararı’nın ardından kadın örgütleri, barolar, sivil toplum kuruluşları, çeşitli partiler ve bireysel davalar açılarak Karar’ın iptalini istemişti. Açılan davalarda, Cumhurbaşkanı’nın karar ve kararname çıkarma yetkisinin konu bakımından anayasal olarak sınırlandırıldığı, temel haklarla ilgili sözleşmelerden meclisi devre dışı bırakılarak çıkılamayacağı, Cumhurbaşkanı’nın dava konusu işleme yetkisi olmadığı, kararının gerekçesiz ve sebepsiz olduğu, işlemin amacının belli olmadığı, dava konusu kararın Anayasa’ya aykırı olduğu ayrıntıları ile açıklanmıştı. Davalar sırasında bileşimine müdahale edilen Danıştay 10. Dairesi ikiye karşı üç hâkimin oyu ile davaları reddetmiş, çekilme kararını “hukuka uygun” bulmuştu. Danıştay’ın verdiği bu karara karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na yapılan temyiz başvuruları reddedilince dava Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştı.
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldığı 20 Mart 2021 tarihinden itibaren geçen üç yılda binlerce kadın ağır şiddetlere maruz kaldığını, yüzlerce kadının katledildiğini söyleyerek “Sadece basına yansıyanları bildiğimiz kadın katliamı cinskırım boyutlarına ulaştı. Dünya ve Türkiye kamuoyu önünde hatırlatmak isteriz ki, kadına karşı şiddetle mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nin tüm içeriği Anayasa’nın 90. Maddesi, 6284 sayılı yasadaki atıf ve 6251 sayılı onay Kanunu ve nedeniyle halen yürürlükte. Asla Vazgeçmiyoruz.  İktidar ya da muhalefet fark etmez, ilgili tüm kişi ve kurumları sözleşmeyi uygulamaya ve kadın hareketi ile dayanışma içinde olmaya çağırıyoruz” açıklamasında bulundu. EŞİK, konuyla ilgili bildirisinde, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlara ceza masrafları çıktığını vurguladı. EŞİK, “Danıştay’ın hukuka aykırı kararın yanında bir de, Cumhurbaşkanlığı avukatı lehine haksız ve hukuka aykırı bir biçimde yüksek vekalet ücretine hükmedilmişti.  İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış işlemi ile ilgili olarak 220’nin üzerinde iptal davası açılmıştı. Bu davalar, Danıştay’da 28 Nisan ile 7, 14 ve 23 Haziran 2022 tarihlerinde yapılan dört duruşmada toplu davalar şeklinde seri dava olarak görülmüştü. 20’nin üzerinde dosyanın duruşması aynı günde yapılmıştı. Buna rağmen, her bir dava için tam avukatlık ücretine (duruşma yapılanlarda 7.425,00 TL., duruşmasız olanlarda 4.500 TL.) hükmedilmişti. Temyiz sırasında Cumhurbaşkanı avukatı lehine takdir edilen bu hukuka aykırı ve vekâlet ücretinin adalete erişim hakkını, hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte olduğu belirtilmişti. Davalı Cumhurbaşkanı’nın avukatlarını kayıran bu yüksek avukatlık ücretinin, Cumhurbaşkanlığını haksız ve orantısız biçimde zenginleştirmek; şiddetsiz bir hayat hakkını savunmaktan başka bir amacı olmayan davacıları cezalandırmak ve benzer davalar için hak aramak isteyenleri caydırmak sonucunu doğuracağı vurgulanmıştı. Ne yazık ki, temyiz incelemesinde esasa dair itirazlarımız dikkate alınmadığı gibi, avukatlık ücreti ve hak arama özgürlüğü konusundaki bu itirazlarımız da dikkate alınmadı. 28 Kasım 2023 tarihinde Danıştay’da son kalan davalar için yine toplu duruşma yapıldı. Duruşma sırasında, Sosyal Haklar Derneği vekili olarak söz alan EŞİK gönüllüsü avukat bu konunun altını ısrarla çizdiği halde, maalesef Danıştay kadınları cezalandırmaya devam etmeyi tercih etti 28 Kasım 2023 tarihli celsedeki davacıların cumhurbaşkanlığı avukatına tam 34 bin 200 TL vekalet ücreti ödemesine hükmetti. Küçücük bütçeleriyle, öğrenci harçlıklarıyla, emekli maaşlarıyla İstanbul Sözleşmesi için dava açan tüm kadınlara sesleniyoruz, Lütfen EŞİK’in [email protected] adresine ulaşın. Tek başınıza cumhurbaşkanlığına 34 bin 200 TL vekalet ücreti ödemenize gönlümüz razı gelmiyor. EŞİK tamamen kadınların gönüllü emeği ile çalışıyor. Kadınların ortak mücadelesi ve dayanışması ile neleri çözmedik ki, bunu da çözeriz. Yeter ki, dayanışmanın soyut bir kelime değil, mücadelenin her bir evresinde yeniden sınandığımız bir politik duruş olduğunu unutmayalım” dedi. EŞİK,  bu davaları Anayasa Mahkemesi ve sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacaklarını ve bu yolda kendileriyle beraber yürüyecek olan herkese hukuki danışmanlık vermek ve avukatlık yapmak için hazır olduklarını bildirdi.
Avukat Nazan Moroğlu“İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta şiddetin, kadın erkek eşitsizliğinin ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın bir sonucu olduğunun vurgulandığı ilk Sözleşmedir”
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Avukat Nazan Moroğlu, 20 Mart 2021 tarihini unutmadıklarını belirterek 24 Kasım 2011’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kanunla onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nden asla vazgeçmeyeceklerini vurguladı. Moroğlu açıklamasında, “İstanbul Sözleşmesi 20 Mart 2021’de tek imzayla feshedildi. Fakat biz İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz ve bu fesih kararının hukuken yok hükmünde olduğuna inanıyoruz.  İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta şiddetin, kadın erkek eşitsizliğinin ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın bir sonucu olduğunun vurgulandığı ilk Sözleşmedir”  dedi. Türkiye’nin, Sözleşme hükümlerine uygun kanun çıkaran ilk ülke olduğunu belirten Moroğlu, Türkiye’nin 11 Mayıs 2011 tarihinde Konseyin İstanbul’da yapılan toplantıda imzaya açılan Sözleşmeyi, ilk imzalayan ve ilk onaylayan devlet olduğunu söyledi.
İstanbul Sözleşmesi’nin, her tür şiddetle mücadele konusunda “Şiddeti Önleme, Mağduru Koruma, Faili Kovuşturma, Destek Politikaları” yönteminin yol haritası olan ve şiddetle mücadelede bağımsız bir izleme mekanizması bulunan ve yaptırım gücü olan ilk Sözleşme olduğunu bildirdi. Moroğlu İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin üçüncü yıl dönümüyle ilgili yaptığı açıklamada “İstanbul Sözleşmesi, 24 Kasım 2011 tarih ve 6251 sayılı Kanunla TBMM tarafından onaylanmış bir uluslararası Sözleşmedir. Kanunla kabul edilen sözleşme Cumhurbaşkanı kararıyla, 19 Mart 2021 gecesi tek imzayla feshedildi, fesih kararı 20 Mart tarihli Resmi Gazetede yayınlandı. Bu fesih kararı hukuken yok hükmündedir. İstanbul Sözleşmesini feshetmek demek, kadınlara karşı şiddete, bu insan hakları ihlaline göz yummak demektir. Fesih kararından sonra iki yıldır kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmaya devam ettiğini görüyoruz. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği olarak, İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz, eşit hakların yaşama geçmesini sağlamak için, şiddeti önlemek için, laiklik ve demokrasi için mücadeleye devam diyoruz” diye konuştu. 
1976 yılında, kadının kalkınması yoluyla toplumun maddi ve manevi kalkınması için çalışmak ve bu konuda yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulan ve bünyesinde 10 bağımsız kadın örgütü ile 180 şubesiyle ulusal ve uluslararası geniş bir ağa sahip Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu,  1 Ocak - 29 Şubat Kadın Cinayetleri verilerini yayınladı. Kadın cinayetleri hakkındaki iki aylık raporda, 1 Ocak – 29 Şubat ayında 77 kadın erkekler tarafından katledildiği, kadınları öldüren erkeklerin 17’sinin aile içinde, 21’inin boşanma veya ayrılma aşamasında olduğu, katledilen kadınların 15’inin ise şüpheli ölümü bulunduğu bildirildi. Kadınların 47’sinin ateşli silahla, 16’sının kesici aletle öldürüldüğü ve öldürülen kadınların 31’ininn evli, 23’ünün bekar, 10’unun medeni durumunun bilinmediği söylendi. 
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamada, “Kadınların yaşam haklarının güvencesi olmadığı bir ülke olarak görünmemize sebep olan bu rakamlar yargıda ki cezasızlık kararları ile destekleniyor. Mekanizmaların işleyişinden kaynaklanan eksikliğin giderilmesi ve önleyicilik adına bir seferberlik başlatılarak bu konuda en etkin korumanın yapılması gereklidir. Mahkemelerce  önleyici kararın uzatılması isteklerinin yetersiz ve yerinde olmayan  gerekçe ile reddedilmesi AİHS 14 maddesinde yer alan ayrımcılık yasağının AİHS   8 maddedeki özel ve aile hayatının korunması hakkı ile bağlantılı olarak ihlaline yol açacak  niteliktedir. Mahkemeleri  şiddetin önlenmesi konusunda şiddet mağdurunu korumayı önceleyecek , şiddeti önleyecek daha etkin  kararlar  vermeye davet ediyoruz” denildi.
Kadının İnsan Hakları Derneği, 6284 sayılı Kanun ile İstanbul Sözleşmesi arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları paylaşarak İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesiyle kanunda birçok muğlak yanların kaldığını belirtti. Kadının İnsan Hakları Derneğinden yapılan açıklamada, 6284 sayılı Kanun’un her ne kadar kadına yönelik şiddetle mücadelede ana eksenine toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadeleyi ve amaç doğrultusunda bütüncül politikalar geliştirme ve uygulama yükümlülüğünü almaması nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’nin şiddetle mücadelede benimsediği perspektifle paralel olmasa da, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadelede somut bir yol haritası sunması bakımından son derece kıymetli ve hayat kurtaran bir iç hukuk metni olduğunu söylendi. Konuyla ilgili açıklamada, “6284 sayılı Kanun’un mevcut haliyle uygulanmasının bile kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet olaylarını büyük ölçüde önleyebilecek nitelikte olduğu şüphesiz. Daha önce ifade edildiği üzere, kanunun İstanbul Sözleşmesi bakımından eksik ya da muğlak kalan yanlarının yorumlanmasında ve uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi esas alınacağından kanundaki hukuki boşluklar uygulamada yine İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği teorik ve pratik çerçeve baz alınarak doldurulacaktır” ifadesinde bulunuldu.

Editör: Ramazan Atabey