İstanbul-yeniyıl-gözlemler

Abone Ol

Her yeni yıla olduğu gibi, bu yıla da büyük umutlar, beklentiler ve iyi dileklerle girdik. Çok inanmak istiyorum ama inşallah da öyle çıkarız.
2024’e İstanbul’dan merhaba dedik. Burada doğduk büyüdük ama o İstanbul bizim yıllar önce bıraktığımız İstanbul değil. 20 milyonluk kocaman şehirde kaybolmamak, trafikte çile çekmemek, bir yerden bir yere ulaşmak mucize. Üstelik öylesine pahalı ve toplumun arasındaki uçurumlar öylesine açılmış ki, burada yaşayanlara dayanıklılık madalyası vermek lazım. Şöyle iyi bir lokantada 4 kişilik yemeğe 3500 TL ödüyorsunuz ama Ortaköy’ün arka sokaklarında tabağı 45 liraya nohut-pilav da var.                                                                                   
Hayatım para yerine dost biriktirmekle geçti. Sağ olsun dostlarım benim ayağımı yere bastırmadılar, evlerinde ağırladılar, elimi cebime atmama pek izin vermediler. Fırsat buldukça caddeleri, sokakları gezdim, köprüleri geçtim, Boğaz’ı dolaştım. Televizyon kulesine çıktım, 65 bin kişilik Çamlıca camiine bir yıl arayla tekrar gittim. Cebimdeki ihtiyar kartı çok işe yaradı. Şunu gördüm ki, İstanbul’un tadını ihtiyarlar bedavadan gezerek çıkarıyorlar. Neye binsen ücretsiz çünkü. Ama nüfusun toplu taşımaya muhtaç diğer kısmı, ulaşımda biletlerin çok pahalı olması nedeniyle çok zorlanıyorlar. Hele işçiler, hele öğrenciler, hele dar gelirliler…
Cebinde parası olan da binecek taksi bulamıyor. Müşteri kelebek avına çıkmış gibi, yakaladığı taksiye binmek için boğuşuyor adeta. Şoförler hala seçim yapıyor, hala işine geleni taşıyor, gelmeyene çeşitli mazeretler üretiyor. Trafik polisleri de bıkmış artık bu durumdan. 3-5 bin taksi eklesen İstanbul rahatlayacak. Ama hayır, halkın sıkıntısını görmezden gelenler, siyaset kavgasından vazgeçmeyip, taksi patronlarını üzmemeye ve onların menfaatlerine zarar vermemeye çalışıyorlar. Devir böyle bir devir işte. Oysa aynı sorunu Newyork, Roma, Paris gibi kentler de yaşamış. Ama oralarda akılla çözülüyor sorunlar. Örneğin Newyork’un ünlü belediye Başkanı Juliani, köprüleri taksilere üç gün kapatınca sorun hemen çözülmüş.
Dünyadaki tüm kuleleri görmüş biri olarak söylemeliyim ki, bizim Çamlıca kulesi diğerlerine fark atar. Hem konumu, hem mimarisi, hem de geçmişin anten mezarlığını ortadan kaldıran modern görüntüsüyle harika bir eser kazanmışız. Biz duygusal bir toplumuz. Kolay beğenmeyiz, hele desteklemediğimiz bir iktidar yaratmışsa eseri, verip veriştirir, kırk kusur buluruz. Bu huyumuzdan vazgeçmeli, iyiyi ve güzeli de mutlaka takdir etmeliyiz. Yapılırken başta Mimarlar Odası olmak üzere, İstanbul’un silüetini bozacak diye karşı çıkan çok olmuş. Ama gerçek öyle değil, hem silüeti bozmamış ve hem de muhteşem bir eser çıkmış ortaya.
30 dönüm üzerine kurulu, yapımı beş yılda tamamlanan,121 milyon dolara mal olmuş, 369 metrelik, 49 kata, harika bir seyir kulesine,2 restorana ve tepesinde 100’den fazla TV istasyonunun antenine sahip kule, gören her Türk’ün iftihar edeceği ve alkışlayacağı bir eser… Giriş hayli pahalı, yılda 5 milyon civarında ziyaretçi geziyor. Şimdiden parasının üçte birini çıkarmış vaziyette. 65 bin kişilik Çamlıca camiine gelince, burası ibadet yeri olmaktan ziyade gezi alanı haline gelmiş. Koskoca camiinin içinde saydım 53 kişi namaz kılıyor, çocuklar top oynuyor, çığlıklarla birbirlerini kovalıyordu. Görevliye (Bu nasıl iş, burası ibadet alanı. Niye mani olmuyorsunuz?) diye sorunca şu cevabı aldım.
-Çocukları camiye kazandırmak için Başkanlığın emri var. Elleşmeyin diyorlar. Buna rağmen biz ikaz ediyoruz ama dinlemiyorlar. Çok haklısınız amca…
Haklıyız ama gürültü patırtı arasında namaz kılınmaz ki. Hem bu kadar büyük bir camiye ne gerek vardı? İçerde namaz kılan az, dışarıda bahçede gezen çok. Yaklaşık 1500-2000 kişi vardı dış alanda. Camiler cemaat sıkıntısı çekiyor. Mevcutları dolduramıyoruz ama hala yenileri yapılıp duruyor. Camiler ne kadar fazla olursa o kadar fazla Müslüman olmuyoruz. Kalbimiz ne kadar temiz, kutsal kitabımıza ne kadar bağlıysak ve hurafeler ile siyasetin dini ne kadar tanınmaz hale getirdiğinden rahatsızsak, o kadar pürüzsüz Müslümanız demektir.
Bodrum’dan İstanbul’a gidiş-dönüşü karayolundan yaptım. Çok pahalıya mal ettiler, yapanları kazandırdılar, parasını üzerinden gitmeyenlere bile ödettiler ama, çok güzel ve  kaliteli yollara sahip olmuşuz. Gerçi bu yollarda yolculuk ateş pahası haline gelmiş. Neredeyse her 150 kilometreye bir gişe mi koymuşlar desek yoksa tuzak mı kurmuşlar, habire para ödeyip duruyorsunuz. Bodrum’dan İstanbul’a çeşitli gişelerden geçerken 1000 liradan fazla veriliyor. Uçak daha ucuz galiba. Aynı gün 850 liraya bilet vardı.
Yollarda kamyonlardan geçilmiyor. Bir ülkenin karayolunda çok fazla kamyon varsa, o ülkenin ticari hayatı hareketli ve iyi demektir. Ama bizde öyle mi? 500 milyar dolara yakın borç var, millet enflasyonun altında eziliyor, perişan yoksulumuz fazla, mutfaklarda yangın, çarşı pazarda pahalılık kasırgası esiyor. Yakıta hergün zam üstüne zam yapılıyor ama yine de trafikte azalma değil, aksine artış var. Hani paramız yoktu, hani fukaralık artıyordu, buna pek aklım ermiyor. Enflasyon var ama ortada da ciddi paralar dolaşıyor. Lokantalar mağazalar dolu, su gibi para harcayanları da görüyoruz. Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor acaba? Sakın bana esrar eroin ve kara para demeyin. Aklımı daha da fazla karıştırmayın lütfen.
Yeni yılın bu ilk yazısını noktalarken hepinize sağlık ve mutluluklar diliyor, güzel Türkiye’mizde huzur ve güven içinde kardeşçe yaşayalım diyorum. Şen ve esen kalın.